Mehmet Y. Yılmaz’ın yazısı şöyle:
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yardım elini uzattı ve AKP, seçimden sonra rafa kaldırmak zorunda kaldığı "başkanlık sistemi" konusunu yeniden sofraya koyma olanağını buldu.
Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada “Şu anda Anayasa çiğnenmekte ve suç işlenmektedir. Tercihimiz parlamenter sistemin devamıdır. Ancak milletimiz aksini söyleyecek olursa buna diyeceğimiz bir şey doğal olarak olmaz. Başkanlık mı, parlamenter sistem mi sorusunun kalıcı şekilde cevaplandırılmasını diliyoruz” demişti.
Başbakan Binali Yıldırım fırsatı kaçırmadı: “Biz Bahçeli’nin çağrısını aynen kabul ediyoruz, kısa sürede yeni anayasa çalışmamızı Meclis’e getireceğiz” dedi.
Böylece bir yandan olağanüstü hal, diğer yandan Suriye ve Irak’ta savaş, PKK derken sorunlarımıza bir de anayasa ve sistem tartışmalarını ekleyeceğiz.
Bahçeli, bu çıkışı yapma ihtiyacını neden duydu, bilmek kolay değil. Erdoğan’ın tavırları Anayasa’nın çiğnenmesi sonucunu doğuruyorsa, bu bugünün meselesi değil.
Seçildiğinin belli olduğu günden beri durum böyle.
Son seçimden sonra bu değişikliği yapamayacağını da anladığı için sistem tartışmasını bir uygun zamanda ısıtmak için rafa kaldırmıştı. Şimdi Bahçeli sayesinde bir kez daha siyasette istediği adımı atabilme olanağına kavuşuyor.
Hatırlayacaksınız, Bahçeli, 2012 yazında Türkiye ekonomik krizden tam çıkarken erken seçim talep ederek, AKP’ye iktidar yolunu açmıştı.
Cem Uzan’ın vatandaşlıktan çıkarılma kararını imzalamayarak DYP ve ANAP’ın baraj altında kalması, AKP’nin bu nedenle aldığı oydan çok daha fazla milletvekiline sahip olmasını sağlayan yine Bahçeli idi.
Son seçimde koalisyonlara girmeyeceğini açıkladı, erken seçimi zorladı, seçmeninin bir bölümünü AKP’ye kaptırdı ve AKP’ye bir kez daha tek başına iktidar yolunu açtı.
TBMM Başkanı’nın AKP’li olmasını sağlayan da yine Bahçeli’nin siyasi manevralarıydı.
Şimdi bu listeye bir de başkanlık sistemini ekleyeceğiz, öyle görünüyor.
Erdoğan’ın ve AKP’nin Bahçeli’nin MHP’nin başında kalmasında neden bu kadar ısrarcı olduklarını böylece daha iyi anlayabiliyoruz.
Toplantı çok, çözüm yok
Geçen gün Avrasya İslam Şûrası düzenlendi. Bu dokuzuncu şûraymış. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bir konuşma yaptı. İslam ülkelerinin bugün içinde bulunduğu durumdan yakındı.
Terörizm bahane edilerek İslam dünyasının bölünmeye çalışıldığından söz etti, gazetelerde okumuş, televizyonlarda izlemişsinizdir.
İnternette gezintiye çıktım, mesela Avro–Latin Hıristiyan Şûrası diye bir toplantı bulamadım. Ya da Hindiçini Budist Konferansı gibi bir toplantı da yok.
Bu tür toplantılarda konuşma yapan devlet adamı var mı diye baktım, onu da bulamadım.
Din ile ilgili toplantılarda din adamları, teologlar filan konuşmuş, politikacılar, devlet yöneticileri değil. Mesela Obama’nın, Merkel’in, Hollande’ın böyle bir konferansta bir şeyler söylediklerini görmedim, ki Merkel’in partisinin adı bile Hıristiyan Demokrat!
Mesela İslam Konferansı diye bir örgüt var, buna devletler üye. Ama dünyadaki nüfusu Hıristiyan olan ülkelerin böyle bir amaçla kurdukları bir örgüt yok. Dünya Kiliseler Konseyi var, ama buna da devletler değil, kiliseler üye.
Baktığımızda dünya çapında önemli sorunlar yaşayan ülkelerin çoğunluğu da Müslüman ne yazık ki. Neden acaba?
Suriye, Afganistan, Irak, Libya ilk aklımıza gelenler ve Allah kimselerin başına bu ülkelerin başına gelen gibi bir felaket vermesin.
Sorun kuşkusuz ki dinin kendisiyle ilgili olmamalı.
Başka dinlerin mensuplarının bu ülkelerin başına ördükleri çorap ile de açıklamak zor bu yaşananları. “Adam ol da başına çorap ördürtme” derler!
Bunun sebebi, acaba İslam’ı günlük politika amaçları için kullanan politikacılar mıdır?
Dertleri eğitimin iyileştirilmesi değil
Hükümet aşırı dinci tiplerden birini Kabataş Lisesi’ne müdür muavini olarak tayin etmiş.
O da niyetini yine bir aşırı dinci derneğin toplantısında açıklıyor: “Bütün okullarımızın imam hatip lisesi gibi olması zamanı geldi. Elhamdülillah dağı taşı imam hatip lisesi dolduracağız.”
Kabataş Lisesi gibi eski ve geleneği olan okulları, biliyorsunuz “proje okul” diye isimlendirdiler.
Bu “proje”, bu tür iyi eğitim verilen okulların arttırılması değilmiş, artık bu ortaya çıkmış bulunuyor.
Çünkü bu kadronun bir tek projesi var: Eğitimi dini bir çerçevenin üzerine oturtmak ve böylece “tramvayın son durağına” varıldığında itiraz etmesini, tartışmasını bilmeyen bir nesil yaratmış olmak.
Bu tür bir eğitimle Türkiye ilerleyemezmiş, kalkınamazmış, orta gelir tuzağını aşamazmış umurlarında değil. Görünürde, imam hatiplere bu kadar önem veriyorlar ama o okullara gitmek zorunda bıraktıkları çocuklar da umurlarında değil.
Öyle olsaydı, hiç olmazsa imam hatiplerin eğitim düzeyini iyileştirmek için bir şeyler yaparlardı. İsmet Berkan’ın köşesinde dün yayınladığı istatistikler bunu açıkça gösteriyor: LYS sonuçlarına göre Matematik ve Fen’de Türkiye ortalaması 214.579 puan iken, imam hatip liselerinin ortalaması 168.808 puan.
Türkçe–Matematik sınavında da benzer bir sonuç var: Türkiye ortalaması 221.995 puan iken, imam hatiplerin bu sınavdaki ortalamaları 195.018 puan.
Bu şu demek: Çocuğunuzu imam hatibe gönderirseniz, onun mühendis olmasını, doktor olmasını, avukat olmasını unutun.
İmam hatiplilere biçtikleri rol bunlar değil çünkü.
İmam hatipliler, onlar için, istedikleri gibi kullanacaklarını düşündükleri askerlerden ibaret.