Hoca, çilingire saatlerce ecel terleri döktürmüştü

Cumhuriyet Müddeiumumisi Mehmet Sabri Bey’e, Nizamettin ve Selahattin, ilk eşi Sabira Hanım’dan yadigar kalmıştı... Mehmet Sabri Bey ilk eşini, Birinci Dünya Savaşı’nın bütün şiddetiyle devam ettiği bir Erzurum kışında yitirmişti... Ne var ki ikinci eşi Kamer Hanım, çocuklara hiç bir zaman üvey evlat muamelesi göstermemiş, sıcak kucağını daima açık bırakmıştı... Kamer Hanım, ilk çocuğu Necmettin’in doğumundan sonra da sevgisini esirgememiş ve üç kardeş, bir ahenk içinde
büyümüşlerdi...
Necmettin’i Kemalettin takip etmişti... Kemalettin’i de bir kız çocuğu Atıfet... En küçük Erbakan, Akgün dünyaya geldiğinde takvimler 1932’yi gösteriyordu...
Ömrünün 40 yılını Anadolu’nun çeşitli vilayet ve kasabalarında kadılık, hakimlik ve savcılık yaparak geçiren baba Mehmet Sabri Bey, 1943 yılında vefat ettiğinde, en büyük oğlu Nizamettin, İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitireli ve doktor olalı bir yıl olmuş, dünyaevine de girmişti... Selahattin tıp tahsil etmiş, Necmettin İstanbul Erkek Lisesi son sınıfında, Kemalettin Vefa Lisesi’nde, Atıfet ve Akgün ilkokulda okuyorlardı...


Üç profesör kardeş
Baba Mehmet Sabri Bey’in gözü açık gitmemişti...
Yıllar akıp gidecek ve Erbakan ailesinde üç profesör kardeş tanıdıkların sevgi ve saygılarını üzerlerine çekeceklerdi...
Nizamettin Erbakan, uzun yıllar Ankara Tıp Fakültesi’nde Cilt ve Deri Hastalıkları Profesörlüğü yapacaktı...
Selahattin Erbakan Ege Üniversitesi’nde Göz Hastalıkları Profesörü, Necmettin Erbakan İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Motorlar Kürsüsü Profesörü olacaktı...
Bu arada, Kemalettin Erbakan diş doktoru, Atıfet Erbakan eczacı, Akgün Erbakan da mühendislik tahsili yapmasına rağmen tüccar olarak hayata atılacak, ancak öte yandan Atıfet Erbakan da Profesör Osman Çatak ile evlenince, ailede profesör sayısı dördü bulacak.
Cumhuriyetin üçüncü yıl kutlamalarında dünyaya gelen Erbakan, çocukluğunun önemli bir kısmını geçirdiği Kayseri’de dinin etkisinde kalmaya başlamıştı... Kayseri’de oturdukları Hacı İbrahim Efendinin evi Laleli Camii’nin avlusuna bakıyordu... Erbakan ilk ezan sesini burada duymuştu... Çocukluğu, Laleli Camii’nin avlusunda geçmişti... Laleli Camii’nde, ramazan günü halkın gelip toplandığı, yaşlı sakallı insanların camiye girip çıktıklarını hiç bir zaman unutamayan Erbakan, 1928 yılında yapılan bir cenaze töreninin de etkisi altındadır...


Fatih semtinin etkisi...
Henüz iki üç yaşında iken dini duyguları tomurcuklanan Erbakan’ın asıl etkilendiği muhit Fatih olmuştu... Fatih Camii’nin hemen karşısında Halıcılar Caddesi’nin başında, üç katlı bir evde yaşayan Erbakan daha küçük yaşlarda iken namaz ve oruca başlamıştı...
Daha sonra yine Fatih’te bulunan İskender Paşa Camii’nin imamı Mehmet Efendi’nin dini sohbetlerinden etkilenen Erbakan, genç yaşlarda “dini bütün” bir kimlik de kazanmıştı... Erbakan, yaşadığı olaylarla dinin okumaya, ilerlemeye ve gelişmeye engel olmadığını, aksine bunu kolaylaştırdığını bizzat müşahede
etmişti...
Zamanın Sanayi Bakanı Mehmet Turgut ve Ticaret Bakanı Ahmet Tükel, Başbakan Süleyman Demirel’in de fikrini alarak, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Borsaları yani Türkiye Odalar Birliği’nin Genel Sekreterliği’ne tayin ettikleri zaman, 1966’nın Ekim ayı idi... Türkiye Odalar Birliği’nin başkanı ise Sırrı Enver Batur’du...


Demirel’le ilk kapışma...
Erbakan, Türkiye Odalar Birliği’nde 1,5 yıl kadar genel sekreterlik yaptıktan sonra, bir yıl kadar da genel idare kurulu üyesi oluyordu...
Ne var ki, Erbakan’ın Türkiye Odalar Birliği’ndeki görevi sırasında bir çok anlaşmazlıklar olacak, başkanı, hatta Başbakan Süleyman Demirel ile sürtüşmelere girecekti... Bir şirkete kredi tahsisi konusunda çıkan anlaşmazlıkta, sonuna kadar direnen Erbakan, okul arkadaşı Başbakan Süleyman Demirel’e “Ben umumi katiplikte kalacak değilim, gayem Odalar Birliği’ne Genel Başkan olmaktır” diyecek ve mücadele bayrağını açacaktı...


Başka çare kalmamıştı
Erbakan’ın bir maden bankası kurulması teklifi sonuçsuz kalmıştı...
Artık Erbakan için her şey bitmişti... İlk bayrağın açılması
şarttı...
Türkiye Odalar Birliği’nin Genel Başkanlığı’nı ele geçirmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı...
Başkentten yönetilen bir propaganda harekatı, Anadolu’nun en ücra köşesine kadar uzanıyordu ve Odalar Birliği seçiminde de zafer elde edilmişti.
Ne var ki, çiçeği burnunda Türkiye Odalar Birliği’nin yeni yönetim kurulu ile hükümet arasında anlaşmazlık çıkmış ve mücadele yeniden başlamıştı. Bu yüzden de hükümet seçimlerin iptali için Danıştay’a başvurmuştu... Hükümet, seçimlerin usulsüz yapıldığını ve eski yönetim kurulunun iş başında olması gerektiğini iddia ediyordu...
Ne var ki, Erbakan da mahkemeye başvurmuş, seçimin meşru olduğuna dair karar almıştı...
...Ve işi çığırından çıkaran, hükümetin görüşünü kabul eden bir başka kararın da mahkeme tarafından alınması olmuştu... Kararlar ve yankıları, günlerce kamuoyunu meşgul ediyor, Erbakan makamını terk etmemek için direniyordu...


Çilingir kapıda
Ve puslu bir Ankara sabahında, Türkiye Odalar Birliği’nin kapısı önünde, bir çilingir ecel teri döküyordu. Kapı bir türlü açılmak
bilmiyordu.
Dakikalarca süren uğraşmalardan sonra kapı çilingir marifetiyle açılmış ve binayı boşaltması için
Erbakan’a mühlet verilmişti...
Ne var ki Erbakan, güvenlik kuvvetlerinin kanunsuz bir harekette bulunduğunu ısrarla savunmuş, derdini anlatamayınca, durumu bir zabıtla tespit edeceğini bildirmişti...
Sekreterine üç nüsha olarak 55 sayfa yazdırdığı zaptı bitirip dışarıya çıktığında, tezahüratla karşılanacak ve omuzlar üzerinde taşınacaktı...
Türkiye Odalar Birliği mücadelesi bile Erbakan’ın ne kadar “inatçı” olduğunu gösteriyordu...

YARIN: Erbakan tek başına seçim kazanıyor

Yazarın Diğer Yazıları