HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (8) (02 Aralık 2013)

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (8) (02 Aralık 2013)

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (8)

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

ABD füzelerini satın alabilmek için
PKK’ya karşı kullanmama sözü verdiler

Askerin terör örgütüyle mücadelede şehitler verdiği dönemde siyasi iktidarın Öcalan’la kurduğu muhabbet TSK’yı kahretti. Yurt içinde operasyon yapabilmesi “en üst düzeyde izne” bağlanan
Türk Ordusu; yurt dışında da “Güney Doğu’da sivil katliamı yapmak”la suçlanıyordu...



ABD füzelerini
satın alabilmek
için PKK’ya karşı
kullanmama sözü verdiler

Askerin terör örgütüyle mücadelede şehitler verdiği dönemde siyasi iktidarın Öcalan’la kurduğu muhabbet TSK’yı kahretti. Yurt içinde operasyon yapabilmesi “en üst düzeyde izne” bağlanan
Türk Ordusu; yurt dışında da “Güney Doğu’da sivil katliamı yapmak”la suçlanıyordu.

Sade siyasi partiler değil, ABD ve AB fonlu “NGO(!)larla eşzamanlı olarak” yerli sivil toplum kuruluşları”da uymuştu “Kürt raporu” hazırlama modasına. 1995’te Yalım Erez başkanlığında Doğu Ergil tarafından TOBB için hazırlanan Doğu Sorunu Teşhisler ve Tespitler raporuyla popülarite kazanan “mozaik” ifadesi, dönemin MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş tarafından “Ne mozaiği ulan” denilerek reddedilmişti ama “millet”i bir ve bütün tutan “ortak paydaların” dönüşümü çoktan başlamıştı.


Klasik Atatürkçülük öldü
12 Eylül ile ilgili “Bizim çocuklar başardı” itirafının sahibi CIA İstasyon Şefi Paul Henze, 1993 yılında hazırladığı raporda “Klasik Atatürkçülüğün öldüğünü” ilan etti!
“Kemalizm”e karşı, Türkiye’nin “Yeni Dünya Düzeni” ndeki kimlik ifadesi “Ilımlı İslam” olarak belirlendi. “Ilımlı İslam”, Samuel Huntington gibi “teorisyen” ler eliyle “Atatürk ve kurduğu ulus-devlet modeli” ne “karşı formül” olarak geliştirildi. Huntington’a göre tek “nitelikli uygarlık” Batı’ydı ve ne ona ulaşmak, ne de onu taklit mümkündü. Oysa Atatürk, Batı’yı yenmişti! Teorisinin hükmünü kaybetmemesi için Huntington’un da tek seçeneği; Atatürk’ü yenmekti!

En kötü senaryo
Satranç tahtasında kurgulanan bu hamlelere paralel Graham Fuller “Kürt Sorunu” odaklı bir “Türkiye raporu” hazırladı. Rapora göre; Irak parçalanmalıydı. Üniter Irak, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına aykırıydı. Amerika’nın planı, Türkiye’deki Kürtlerin özerkliğe kavuşturulmasıydı. Bu sayede Irak’ın kuzeyiyle bütünleşme sağlanabilir; “Kürdistan” kurulabilirdi. ABD’nin öngördüğü en kötü senaryo ise üniter Türkiye ve üniter Irak’ın yakınlaşmasıydı. (Bugün aynı plan Barzani üzerinden, tersinden uygulanmaya çalışılıyor)
Bu çerçevede 1993 Mayıs’ında iki misafir ağırladı ABD:
Leyla Zana ve Ahmet Türk, Öcalan’ın talimatıyla Amerikalılarla “Kürt sorununun çözümü”nü konuştu.


Hasan Cemal Bekaa’da...
Tam da o günlerde PKK kampındaki “Türkiyeli konuk” trafiği de hızlanmıştı. Öcalan, Mehmet Ali Birand’dan sonra Bekaa’ya giden Hasan Cemal’le görüşmesini şöyle anlattı:
“1993 sürecinde, Hasan Cemal, Bekaa’ya yanıma geldi. Sıcak ve samimi bir görüşmeydi. Bana devlet katında olanları anlattı. O zamanın İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’den de “üslubuna dikkat etsin bizim sert konuşmalarımızı da dikkate almasın” mesajı getirdi.”
Cemal’in sonraki PKK görüşmeleri de “Ankara aktarmalı” olacaktı. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın 2009 yılındaki “Açılım”ı takdim toplantısına davet edilen “12 seçilmiş kişi” den biri olan Cemal, Türk Ordusu’nun bertarafına dönük hamlelere “demokratikleşme” diyerek büyük destek vermişti. İroniktir ki, gazetesiyle yollarının ayrılmasında “bardağı taşıran” damla da, “İmralı Zabıtları” haberini “aşırı dozda” sahiplenmesi olacaktı.

Bu nasıl bir oyun?..
Öcalan, TSK’nın canhıraş mücadeleye giriştiği günlerde, Türk hükümetiyle olan flörtünü anlatırken, sorgusunu yapan komutan H. Atilla Uğur’un aklından bakın neler geçiyordu:
“Apo, heyecanla bunları anlatırken, o yıllarda verdiğimiz şehitleri, kolundan, gözünden, bacağından olan gazilerimizi düşündüm. Şehitlerimizin ailelerini gözümün önüne getirdim. Demek ki devletin başındakiler hem bizleri terörle mücadele için görevlendiriyor, Apo ve örgütünü yok etmek için çalışıyor görüntüsü veriyor, hem de akan kanlarımızın sorumlusuna gazetecilerle sıcak mesajlar gönderiyorlardı. Peki bunu, ben ve benim gibi savaşan asker, polis, savcı, hakim, öğretmen, korucu biliyor muydu? Hayır. Bu nasıl bir oyundu?”
PKK’ya ağır kayıplar verdirdikleri o yıllarda, gencecik bir Türk subayı olarak “Operasyona çıkabilmek için oldukça üst birimlerin onayının alınması şartı” getirilmesini anlayamayan Uğur, “nasıl bir oyun” un içine düştüklerini ancak yıllar sonra, Silivri Cezaevi’ne atıldığında anlayacaktı.

“Demokrasi” ile yıkım
ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi Joint Forces Quartly, 1995 Sonbahar sayısında “The Greater Middle East” başlığı altında “Büyük Orta Doğu”yu mercek altına aldı.
Bush’un “Amerikan Barış Enstitüsü”ne atadığı Daniel Pipes, da “There Are No Moderates; Dealing With Fundamentalist İslam” makalesinde, köktenci gruplar karşısında “Ilımlı İslam” metodunun karargâhını resmen açıkladı:

Türkiye!
Böyle adım adım gidince, Graham Fuller’in 2002’de, Foreign Affairs’daki “Siyasal İslamın Geleceği” makalesinde, “katı devlet ideolojisinin demokrasi ile yıkıldığına” atıfla “Türkiye kesinlikle bir model haline gelmektedir” diye sevinmesinin nedeni daha iyi anlaşıyor değil mi!
Fuller haklıydı; 11 yılda “demokrasi” silahıyla(!) Türkiye Cumhuriyeti’nin en stratejik kaleleri bir bir yıkılacaktı!

Erbakan’dan Öcalan’a “Barış” çağrısı
1995-96 yıllarında Amerikalılar Güneydoğu’yu “komşu kapısı” yaptı. Senatör Claiborne Pell ve yardımcısının gezisinden kısa süre sonra, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert Pelletreau Türkiye’de Barzani ile “gizlice görüştü”.
“Kürt sorunu” artık Washington’da da “denge unsuru”ydu. Kongredeki PKK lobisinin itirazları yüzünden, Türkiye, 1995’te ATACMS füzelerini ancak “PKK’ya karşı kullanmayacağı” taahhüdüyle satın alabildi! Bunu, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün “Türkiye silahları Güneydoğu’da sivillere karşı kullanıyor” propagandası takip etti.
Türkiye ile çok daha hayati bir pazarlığa hazırlanan ABD, 16 Temmuz 1996’da, Madeleine Albright’ı Ankara’ya, Çekiç Güç’ün uzatılması için ikna turuna yolladı. Albright, Necmettin Erbakan’dan istediğini almıştı; TBMM süreyi 6 ay uzattı.
Bu arada CIA’nın 1 Kasım 1996 tarihli toplantısının gündeminde TSK’nın Refah Partisi hakkındaki düşünceleri de vardı. Ki, irtica/laiklik merkezli olmasa da Erbakan gerçekten de TSK’nın hoşlanmayacağı hamleler içindeydi. O da “Öcalan’a mesaj yollayanlar” kervanına katılmıştı. Terör örgütünden “barış” talep eden Erbakan’ın aracıları Fethullah Erbaş ve İsmail Nacar’dı.
Öcalan’a kravat hediye ettiği söylenen Demirel’den, kalem hediye eden Özal’dan sonra Erbakan’ın mektubu neydi ki! Kaldı ki arada Tansu Çiller Talabani aracılığıyla “ateşkes” pazarlığına girmiş, Mesut Yılmaz “özel danışmanı” Alev Alatlı’yı Öcalan’la buluşturmayı denemişti! Yiğidi öldür hakkını ver; “liderler turu” nda Öcalan’ın kulağında “hoş sada” bırakmayan tek isim Çiller’di!

Kuklalar kapışması
Çekiç Güç’ün süresi uzamıştı ama bu sefer de Talabani-Barzani çatışması yüzünden varlığı risk altındaydı. ABD’nin isteğiyle Saddam Hüseyin’e çatışmayı körüklememesi mesajını ileten Tansu Çiller’in aracılığı işe yaramamış, ABD, Çiller’in cevabını beklemeden 3 Eylül 1996 günü Irak’a kesintisiz 34 gün sürecek füze saldırısını başlatmıştı.
Irak’taki kuklaları birbirine düşünce; ABD mecburen kriz yönetimi için sahaya indi. “PKK’nın Türkiye’ye sızmasını önlemek istiyoruz” diye kandırdığı Türkiye’nin de desteğiyle, Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri “eğitmek(!)” üzere Guam adası üzerinden ABD’ye taşıdı.

Ne çektin be Sezgin Tanrıkulu
Robert Kennedy adına verilen İnsan Hakları Ödülleri’nin 1997 yılı sahipleri Türkiye’dendi. Ve içlerinden biri bugün kamuoyunun çok yakından tanıdığı biriydi:
Sezgin Tanrıkulu.
21 Kasım 1997’de ABD’ye teşekkür konuşmasında “Türkiye’nin Kürdistan diye bilinen Güneydoğusunda savaş var. Son 10 yılda 26 bin kişi öldürüldü. Bunların 3 bini siyasi suikast sonucu öldürüldü. Savaş bölgesinde avukatlık yapan birisi olarak ne çektiğimi bilemezsiniz!” diyen Tanrıkulu bugün CHP’nin en tepesindeki yöneticilerden biri!

Bu taşın altında da İngiltere
Ve iktidarı “kuma” durumuna düşürecek bir “nikah” haberi...
Barzani ile Talabani, 17 Eylül 1998’de Washington’da Madeleine Albright gözetiminde anlaştırıldı!
Bu anlaşmanın mimarının İngiltere olduğunu söyleyen Öcalan, Talabani’yle ilgili sorgusunun değişik safhalarında hep aynı iddiayı tekrarladı:
“Otonom bir Kürt devleti kurulmasında ABD ve İngiltere birlikte hareket ettiler...
Talabani İngiliz güdümündedir. İngiltere’nin en sistemli şekilde yönetebileceği kişidir. Her zaman ikili ve üçlü oynamıştır...
Bizim konumuza en akıllı yakışan İngiltere’dir. İngilizlerin esas ilgi alanı Celal Talabani’dir..
Politika ve senaryoları İngiltere oluşturur, Amerika’ya uygulattırır. Tabii bu konu ile ilgili ortada hiçbir belge yoktur. Gelişmelerde asıl dikkat edilmesi gereken İngilizlerdir...
İngiltere bizimle hiç siyasi ilişki kurmadı ama bazı lordlar benimle görüşüp ‘sizi destekliyoruz’ dedi..”
Aslında İngiltere, 2008’de Leyla Zana’ya Parlamento’da “Gücümüzü PKK’dan alıyoruz” diye Kürtçe konuşma yaptıracak kadar konunun içindeydi.

YARIN: HAZAR PETROLLERİ İÇİN GÜÇ MÜCADELESİ