HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (6) (29 Kasım 2013)

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (6) (29 Kasım 2013)

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (6)

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

CIA’dan özerklik talebine teşvik

“Türkiye, Irak ve İran’daki Kürtlerin, merkezi hükümetlerinden daha çok özerklik ve siyasi tanınma istemeyi sürdürmelerini bekliyoruz” diyen CIA’ya göre en olası senaryo Kürtlere
bağımsızlık yolunu açmaktı: “Her üç durumda da ulusal davaları çerçevesinde hareket edeceklerdir. Zamanla ortak çıkarları ve birbirlerine bağımlılıkları arttıkça birbirleriyle işbirliğine
gitmeleri de daha önem kazanabilir. Ancak kısa dönemde bunların olmasını önleyecek önemli gerginlikler ve rekabetler olduğunu görüyoruz..



Emperyalizmin
çekiç güç etkisi


CIA bildiriyor:
“Türkiye’de giderek artan direniş, özellikle Ankara’nın PKK’ya karşı askeri operasyonu arttırması, Güneydoğu’da Kürt direnişçilere daha yoğun operasyon yapması ve Amerika’dan da bu operasyonlara destek vermesini beklemesi durumunda, Türk-Amerikan ortaklık ilişkilerinde daha büyük gerginlikler oluşabilir”


Balyoz Davası’ndan mahkum olan, ayrıca Cizre Kuştepe’deki kazılarda çıkan kemiklerle ilgili olarak da 9 kez ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanan E.J. Albay Cemal Temizöz cezaevinde yazdığı ve terör örgütünün kuruluşunu, infazlarını, katliamlarını kapsamlı biçimde anlattığı Siyasallaşan PKK Terörü kitabında Körfez Savaşı’nın maliyetini şöyle özetliyor:

“Kürdistan”ın
temel atma savaşı

“1991’de Orta Doğu’da zengin enerji kaynaklarına sahip Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesini fırsat bilen ABD, Irak’ın kuzeyinde Kürt devleti oluşturma fikrini gerçekleştirmek için, Körfez krizine müdahale bahanesiyle Irak’a müdahil harekatta bulunmuş, Irak’ı 36. paralelin güneyine hapsederek, bugünkü K.Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin temellerini atmıştır.
1991 yılında K.Irak’taki yeni oluşum nedeniyle doğan otorite boşluğu ve Irak ordusunun bölgeyi boşaltması sırasında Irak’a ait silah ve mühimmat depoları KDP tarafından ABD’ye rağmen PKK’ya aktarılmıştır.
ABD, Barzani bölgesi Behdinan’da 1500, Talabani bölgesi olan Hakurki ile Süleymaniye arasındaki Soran’da 2500 PKK’lıya müdahalede bulunmadığı gibi TSK’nın K.Irak’taki PKK kamplarına yaptığı operasyonlara sınırlama getirmiş, engellemiştir. PKK’nın kırsaldaki sınırlı gücünün yanında, Erbil’de açtığı temsilcilik ile de K.Irak’ta var olduğunu göstermiştir.
ABD’nin PKK’yı kollamasının nedeni, herhalde Orta Doğu’da yapacağı müdahalelerde Türkiye’yi PKK ile çatıştırarak bağımsız politika üretmeden koşulsuz desteğini almak olarak değerlendirilebilir.”
Diğer devletlerin PKK’ya verdiği desteği altı safhaya ayıran Temizöz, Körfez Savaşı’nı “Avrupalı NGO’ların örgüt ile açık ilişkilerini geliştirmeye başladıkları, hatta değişik ülkelerden üst düzey bürokrat, yargı mensubu ve milletvekillerinin de direkt ve dolaylı ilişki kurmaya başladığı süreç” olarak nitelendiriyor.


“Yeni etnik devlet”in
çıkarlarını koruma hazırlığı

Avrupalıların terör kamplarına ilgisi, ABD’nin sahadan çekildiği anlamına gelmiyor tabii. “Emperyalizmin Çekiç Güç etkisi” ni Yılmaz Polat’ın CIA Pençesinde Açılım kitabından aktarmaya devam edelim:
“CIA, Çekiç Güç’ün Türkiye’deki Kürtlerin geleceğinin belirlenmesinde etkili olacağını bildirdi ve olası gelişmeleri değerlendirdi:
Çekiç Güç, Irak ve Türkiye’deki Kürtlerin geleceğinin belirlenmesinde en önemli öğe olacaktır. Çekiç Güç’ün süresinin uzatılmaması durumunda Bağdat, Kürt bölgelerindeki denetimini, yeniden güçlendirmek için harekete geçecektir.
Ankara’nın kararı da Türkiye’nin, Çekiç Güç’ün Kürtlerin amaçları üzerindeki etkisine ilişkin tutumlara, PKK direnişinin gücüne, Washington’la ilişkiler konusundaki kaygılara ve koalisyonun Saddam’la ilgili stratejilerine bağlı olacaktır.
Amerika’nın Türkiye ve Irak’ın şimdiki sınırlarına desteği, Kürt grupların yükselen siyasi istekleriyle ve özellikle Irak’ta Saddam karşıtı koalisyonun parçası olan grupların çıkarlarıyla çatışabilir.
Türkiye’de giderek artan direniş, özellikle Ankara’nın PKK’ya karşı askeri operasyonu artırması, Güneydoğu’da Kürt direnişçilere yoğun operasyon yapması ve Amerika’dan da bu operasyonlara destek vermesini beklemesi durumunda Türk-ABD ortaklık ilişkilerinde daha büyük gerginlikler oluşabilir.
Pek olası görmesek de Kürtler, daha ciddi bir bağımsızlık hareketi başlatırlarsa, Batı, uzun zamandır izlediği politikaları değiştirmek ve yeni bir etnik devletin barışçı bir şekilde kurulmasını kolaylaştırmak, bu arada ilgili devletlerin stratejik çıkarlarını korumaya çalışmak zorunda kalabilir.”

Özerklik talebine teşvik
“Türkiye, Irak ve İran’daki Kürtlerin, merkezi hükümetlerinden daha çok özerklik ve siyasi tanınma istemeyi sürdürmelerini bekliyoruz” diyen CIA’ya göre en olası senaryo Kürtlere bağımsızlık yolunu açmaktı:
“Her üç durumda da ulusal davaları çerçevesinde hareket edeceklerdir. Zamanla ortak çıkarları ve birbirlerine bağımlılıkları arttıkça birbirleriyle işbirliğine gitmeleri de daha önem kazanabilir. Ancak kısa dönemde bunların olmasını önleyecek önemli gerginlikler ve rekabetler olduğunu görüyoruz..
Bunların tümü göz önüne alınırsa Iraklı Kürtler daha güçlü bir konuma sahip olacaktır.
Çekiç Güç’ün görevi sürdükçe, Bağdat’ta güçlü bir merkezi hükümet kurulsa bile Kürtler kendi kurdukları kurumları ve oldu bittiye getirdikleri özerkliği korumayı başaracaklardır. Saddam Hüseyin’in devrilmesi yüzünden Çekiç Güç’ün görevi sona ererse Irak’ta kısa süreli bir kargaşa yaşanabilir ve Kürtler, bu karışıklıktan kendi amaçlarını gerçekleştirmek için yararlanabilirler, ancak bunun doğuracağı sıkıntılardan zarar (da) görebilirler.”

Özal-Talabani
bağlantısının iç yüzü

CIA, Iraklı Kürtlerin, Ankara’nın kendi siyasal etkinliklerine gösterdiği hoşgörünün Çekiç Güç’ten sonra da süreceğine inanmadıklarını ve “Yine de karayolları için Türkiye’ye bağımlı olduklarından, bu bağları güçlendirmek için uğraşacaklarını” belirttikten sonra Özal-Talabani bağlantısının içyüzünü açıklıyordu:
“Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve KYB lideri Talabani, Türkiye ile Kuzey Irak arasında özel bir ilişki kurulmasını istediklerini söylediler. Buna bağlı olarak, bir ” Nüfuz Bölgesi’oluşturulması ve hatta Osmanlılar zamanında Türklere ait olan Musul’un Türkiye’nin denetimine verilmesinin de bulunduğu bildiriliyor.
Ancak Başbakan Demirel ve Türk yetkililerin büyük bölümü, sınırla ilgili herhangi bir değişiklik yapılması ve Türkiye’nin nüfusuna daha fazla Kürt’ün eklenmesi olasılığından rahatsızlık duyuyor. Iraklı Kürtlerin birçoğu da Türkiye’ye daha çok bağımlılık düşüncesine karşı çıkıyor ve Talabani’nin bu görüşleri taktik nedenlerle desteklediğini düşünüyor. “

Türkiye’ye “Kedi bile
vermeyen” müttefik (!)

1992 yılında dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ve Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Necati Özgen’i Kuzey Irak’a gönderen ve bölgede Barzani-Talabani güçlerini yerleştirmek üzere karakollar inşa etmeyi planlayarak peşmerge liderlerini “milli güvenlik stratejisi”nin temel unsurlarından biri haline getiren Türkiye, bu “Güven”in karşılığında bakın ne aldı:
“Türkiye bizden PKK yetkililerini istiyor. Kürt yetkililerin yakalanması ve teslim edilmesi gerçekleşmeyecek bir rüyadır. Biz, değil bir Kürt’ü bir Kürt kedisini bile teslim edemeyiz.”
Yıllarca Türkiye Cumhuriyeti Devleti pasaportu taşıyan Talabani, Irak Cumhurbaşkanı sıfatıyla 2007 yılında Erbil’den Türkiye’yi böyle tehdit edecekti.
Talabani’nin PKK’ya, terörün en kanlı günlerinde hem Turgut Özal’ın hem de Süleyman Demirel’in Abdullah Öcalan’la “dolaylı müzakereleri”ni yürütecek kadar yakın olduğunu hatırlayınca bu çok da şaşırtıcı olmamalıydı. Kaldı ki, Abdullah Öcalan 1999’da İmralı’da, -şimdi Ümraniye davasından hükmen tutuklu olarak Silivri’de olan- H. Atilla Uğur tarafından yapılan sorgusunda, “Başlangıçta Özal’ı çok eleştirmiştim ama Talabani’yi ateşkes için bize göndermesi kanaatimi değiştirdi...” diyerek “işporta siyaseti”yle meşhur Talabani’nin tarafının anlaşılmasına yeter malzeme vermişti.

ABD’nin asıl prensi Barzani
Öcalan aynı sorgunun devamında, bugünlerde bir kere daha hatırlamayı gerektiren başka şeyler de söyledi:
“Amerika’nın bütün meselesi Barzani ve Talabani’yi devlet haline getirmektir. Asıl prensleri Barzani’dir, aynı İsrail’in prensi olduğu gibi...”
Yeniden Talabani’ye dönersek;
Bugün yaldızlı başlıklarla kamufle edilen “süreç” gibi, 1990’ların başında da “ateşkes” kılıfıyla yutturulmaya çalışılan “terörle müzakere ” kapsamında Ahmet Türk, Kemal Burkay, Sırrı Sakık, Feridun Yazar, Sedat Yurttaş, Hatip Dicle, gibi birçok ismi PKK kamplarına, Öcalan’a taşıyan kişi de Talabani’ydi. 4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de 11 askerimize esir tulumları giydiren ve başlarına çuval geçirerek sorgulayan ABD askerlerine “rehberlik” eden kişi ise tesadüfe bakın ki Celal Talabani’nin oğlu Befal’den başkası değildi.
Ve AKP iktidarı yıllar sonra, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı Berlin’e, işte bu Talabani’nin ayağına göndererek PKK ile pazarlık sürecinin arabuluculuğunu üstlenmesini isteyecekti.


YARIN: 1991 RUHU