Hançerdeki parmak izleri (18) (12 Aralık 2013)

Hançerdeki parmak izleri (18) (12 Aralık 2013)

Hançerdeki parmak izleri (18)

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...


PKK’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne “devlet korumalı” meydan okuma

Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları “Güneş Harekâtı”nın bedelini yeni bir gözaltı ve tutuklama furyasıyla öderken(!), “Pişman değilim, gerillayım, önder Öcalan’ın çağrısıyla geldim” diyen teröristler “pişman” varsayıldı ve davullu zurnalı yargılama(!) sonrası serbest bırakıldı=

ABD bir yandan, peşmerge bir yandan, PKK başka bir yandan olası bir sınır ötesi operasyonu engellemek/geciktirmek için tuzak üstüne tuzak kurarken, TSK 21 Şubat 2008’de Irak’ın kuzeyine Hava Kuvvetleri’nin de desteklediği bir kara harekâtı başlattı.
Operasyon adını küçük bir kız çocuğundan, 8 Ekim 2007’de Gabar Dağı’ndaki PKK saldırısında şehit olan Piyade Onbaşı Kasım Aksoy’un, babasının cenazesinde ayakkabısız, yırtık çoraplı haliyle yürek burkan 3 yaşındaki Güneş’ten aldı.


“MÜTTEFİK”LERİNDEN ‘HAREKÂTI BİTİRİN’ BASKISI

2’nci Ordu Komutanlığı idaresinde, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı tarafından “Türkiye’nin sınırlarını, vatandaşlarının can ve mal güvenliğini, huzurunu, ülke menfaatlerini korumak için” yapılan Güneş Harekâtı Türkiye’nin “müttefikleri(!)” ni mutlu etmemiş, TSK’yı bir kere daha “hedef” haline getirmişti.
AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Javier Solana jet hızıyla yaptığı açıklamada “Türkiye’nin kaygılarını anladıklarını, ancak harekâtın en iyi yanıt olmadığını düşündüklerini” söyledi.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a göre de Türkiye’nin güvenlik endişesi anlaşılabilirdi ancak iki ülke arasındaki sınırlara saygı gösterilmeliydi.


BARZANİ “ZORBALIK(!)”TAN ŞİKAYETÇİ

Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari “durumun hassasiyeti” nedeniyle Talabani’nin planlanan Türkiye ziyaretinin gerçekleşemeyebileceğini ilan ederken, Mesut Barzani “Gerçekleştirilen operasyonlar bize yönelik zorbalıktır” diyecekti.
Harekât devam ederken Rusya’dan Türkiye’ye “itidal” çağrısı geldi. Almanya, “operasyonu büyük bir endişeyle izlediklerini, Türk birliklerinin Irak’ta bulunmasının büyük bir istikrarsızlık riski oluşturduğunu” bildirdi.
Dünyanın bir ucundan Avustralya’dan dahi tepki geldi:
“Türkiye’yi Irak’ın egemenliğine saygı göstermeye ve güçlerini bir an önce geri çekmeye davet ediyoruz!”
Bütün bu açıklamaların Türkiye’nin “egemenliği” ni tanımamak/takmamak olduğu üzerinde duran yoktu!
Harekâta ilk andan itibaren karşı çıkan ABD, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, aracılığıyla “Bu son operasyon, mümkün olan en kısa sürede bitirilmeli. Şunu akılda tutmalıyız ki, bir taraftan teröristlerin yaptıkları işin durdurulması gerekirken, diğer taraftan da bölge istikrarsızlaştırılamaz” mesajı verirken, ABD Savunma Bakanlığı temsilcilerinin 28Şubat’ta Ankara’daki temaslarından bir gün sonra, 29 Şubat’ta Genelkurmay Başkanlığı “harekâtın tamamlandığını” açıkladı.
Dönemin CHP lideri Deniz Baykal, bu kararın “PKK’nın tam olarak bitirilmesini istemeyen ABD’nin dayatması” olduğunu iddia etti.


ERDOĞAN VE GÜL “AF” TAN YANA

Alman Die Welt gazetesine göre Talabani, Mart 2008’deki Türkiye ziyaretinde, MİT Müsteşarı Emre Taner’in PKK ile görüşmeye gönderilmesinde zamanlama hatası yapıldığını söylemişti. TSK’nın sınır ötesi operasyonunun Taner’i zor durumda bıraktığından yakınan Talabani, MİT Müsteşarı’nın istemesine rağmen “güvenlik” nedeniyle Kandil’e “kabul edilmediğini” ifade etti. Ama, Irak Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan Talabani’nin en çarpıcı açıklaması, Türkiye’deki görüşmelerine dayanarak “Erdoğan ve Gül’ün aftan yana olduğunu” söylemesiydi. (13 Mart 2008)

MİT MÜSTEŞARI’NIN GİZLİ BRÜKSEL GÖRÜŞMESİ


WikiLeaks’le sızdırılanlara bakılırsa ABD Irak Büyükelçisi Ryan Crocker’la konuşan Talabani, “Barzani’yi PKK’ya yönelik saldırıları ve ABD’yi eleştirilen açıklamalar yapmaması konusunda uyardım. O da ikna oldu. Erbil’de bir araya geldik ve PKK’ya karşı daha sert olunması konusunda uzlaştık. Barzani, görüşme sonrasında PKK’ya bir elçi gönderdi. Mesajda ‘bütün saldırıları durdurup Kuzey Irak’ı terk edin, yoksa üzerinize peşmerge güçlerini göndereceğim’dedi. PKK lider kadrosu bu mesajın ardından Başbakan Erdoğan’a bir mektup yazdı. Bu mektup bizim aracılığımız ile MİT Müsteşarı Emre Taner’e iletildi. Ardından Taner, PKK lideriyle bir görüşme yapmak istediğini bize bildirdi. Biz de PKK’nın Avrupa’daki liderlerinin iletişim bilgilerini kendilerine aktardık. Brüksel’de PKK lideri ile Emre Taner arasında gizli bir görüşme gerçekleşti. İki taraf da görüşmenin olumlu geçtiğini bize bildirdiler. Türk hükümeti içerisinde görüşmenin gerçekleşmesine karşı çıkanlar vardı ancak bu konuda da Washington’u Türk hükümetini teşvik etmesi için devreye soktuk” demişti.


“DERİN DEVLET” ARANIYOR

Washington için hükümeti teşvikte sorun yoktu da, ya hükümet dışı güçler nasıl ikna edilecekti?
ABD Ankara Büyükelçisi Ross Wilson İlker Başbuğ-Osman Paksüt görüşmesinin ortaya çıkmasının ardından 25 Haziran 2008’deki mesajıyla kuyuya taşı attı:
“Bir Anayasa Mahkemesi hâkimi ile yakında Genelkurmay Başkanı olacak kişi arasındaki görüşme, derin devletin sadece bir efsane olmadığının işaretini verdi.”
Wilson bir gün sonra, 26 Haziran’da işi “psikolojik harp” iddiasına vardırdı:
“2007 yılının Nisan ayındaki e-muhtıranın beklenmeyen sonuçlarıyla hizaya çekilen Türk ordusu, bir yıldan fazladır kamuoyuna açıklama yapmaktan kaçınıyordu. Ancak medyaya yansıyan bir dizi haber, yüksek rütbeli subayların perde arkasında bazı önemli kurumları ve kamuoyunu yönlendirme amaçlı faaliyetleri devam ettirdiğini ortaya koyuyor.”
Wilson, Türk ordusunun diğer resmi kurumlarla “gizli-kapaklı ve muhtemelen komplocu ilişkiler içinde” olduğunun düşünülmesini istiyordu.


“GÖZALTILARLA KARŞILIK VERECEĞİZ”

Ve Türkiye’yi nelerin beklediğini, yine Amerikalılar bu ülkede yaşayanlardan önce öğrendi:
ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Carl Siebentritt’in ABD Büyükelçiliği Federal Soruşturma Bürosunu ziyaret eden Türk polis yöneticisinden dinlediklerini Washington’a ilettiği gün (1 Temmuz 2008) aralarında Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Mustafa Balbay, Atilla Uğur’un da bulunduğu 21 kişi gözaltına alındı. O iletide “Başbuğ-Paksüt görüşmesine gözaltılarla karşılık verileceğinin” bilgisi vardı.


TÜRK POLİSİNDEN ABD’YE BRİFİNG

Türk polisi, Amerikan devletini bilgilendirmeye devam etti. ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Daniel O’Grady’nin bildirdiğine göre, Büyükelçilikte “Ergenekon birifingi” veren Türk Emniyet yetkilisi “Başka hiçbir ülkeye bu kadar ayrıntılı bir brifing vermedik” demiş ve “Ergenekon” u “Aşırı milliyetçi çevrelerden taraftar bulabilmek için Batı karşıtı ve ABD karşıtı propagandaya güvenen mafyayı; İBDA-C, Hizbu’ttahrir, DHKP-C gibi örgütleri kontrol eden, gelişkin bir ekonomisi ve örgütlenmesi olan devasa bir şebeke” olarak nitelendirmişti!


BAŞBUĞ’UN RAPORU YETMEDİ

Gidişat vahimdi.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 209 yılı Haziran ayında Abdullah Gül’e giderek “önüne gelenin ihbarda bulunması halinde, askeri karargâhların gizliliğini yitireceği ve iş göremez hale geleceği” endişelerini içeren bir rapor iletti.
Etkisi mi?
17-21 Temmuz 2009’da “Amirallere suikast davası” ev aramaları... 25 Eylül 2009’da Hâkim Albay Zeki Üçok’un “çıkar amaçlı suç örgütü üyesi olmak” tan tutuklanması... 21 Kasım 2009’da emekli Deniz Albay A. Belgütay Varımlı’nın intiharı... 5 Aralık 2009’da ilk kez üç kuvvet komutanının ifade vermesi... 19 Aralık 2009’da Deniz Kurmay Yarbay Ali Tatar’ın intiharı... 21 Aralık 2009’da Bülent Arınç’a suikast iddiası... 27 Aralık 2009’da Özel Kuvvetler Komutanlığı Kozmik Bürosuna girilmesi ve 27 saat süren aramada “devletin mahremi” nin didik didik edilmesi...


MEYDAN OKUDULAR

Türk Silahlı Kuvvetleri “sınır ötesi operasyon yapmanın” bedelini demir parmaklıkların ardına atılarak öderken, 40 binden fazla insanı katleden, devletin bölünmez bütünlüğüne kast eden terör örgütü üyeleri ellerini kollarını sallaya sallaya geldikleri Türkiye’de davul-zurnayla karşılandı.
ABD Büyükelçisinden al haberi;
James Jeffrey, Habur’dan 6 ay önce ülkesine yolladığı kritoda “Eğer Türk hükümeti, on yıllardır süren bu isyanı bir çözüme kavuşturmak istiyorsa, 3 bin 500 PKK militanının silah bırakmasına imkan sağlaması ve bunların en azından bir kısmının topluma yeniden karışmalarına izin vermesi gerekli. Türkiye’nin güney doğusundaki Kürtler için af çatışmayı sona erdirmenin olmazsa olmazıdır ve Türk kurulu düzeninde pek çok kişi de bunu kaçınılmaz bir kötülük gibi görmektedir” demişti.
İktidar ile Öcalan arasındaki pazarlık sonucu, 19 Ekim 2009’da “Barış Grubu” adıyla ve “PKK üniformaları(!)” yla Habur’dan Türkiye’ye giriş yapan 34 terörist; ayaklarına götürülen mahkemede “pişman olmadıklarını” bildirmelerine rağmen serbest bırakıldı. (Aynı kişiler iki yıl sonra, Oslo ifşaatıyla oluşan toplumsal tepkiyi törpülemek için 10 yıl hapse mahkum edildiler; madem suçlulardı o gün neden tutuklanmamışlardı; Türkiye böylece “konjonktürel hukuk” la da tanışmış oldu.) Çiçek, konfeti yağmuru altına DTP’li milletvekilleri ile il il gezen PKK’lılar “gövde gösterisi”, “şov” yaptı; Türkiye’nin dehşetle izlediği görüntülerin tanımı tam manasıyla “meydan okuma” ydı.
O gününün toplumsal hafızaya kazınan özeti şuydu:
- Pişman mısın?
- Örgüte katılmaktan ve faaliyetlerinden dolayı pişman değilim.
- Pişman mısın?
- Pişmanlık Yasası’ndan faydalanmak için gelmedim, ben gerillayım, önderimiz Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla geldim.


ÇADIR MAHKEMESİ DEĞİL VİCDAN MUHASEBESİYMİŞ

Ertesi gün, 20 Ekim 2009’da, TBMM’de bunlardan da ibretlik bir fotoğraf vardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Habur’da terör örgütünün devlete meydan okumasını ve devletin de buna göz yumması hatta yol vermesini “anlamlı, olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğünü” söyledi.
Medyadaki haberlere göre Habur’daki skandalı “Açılım Koordinatörü” İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile DTP Genel Başkanı Ahmet Türk organize etmişti. Ancak Cengiz Çandar perde arkasındaki ismin MİT Müsteşarı Emre Taner olduğunu ve Habur’un devamında Öcalan’ın tutukluluk şartlarında iyileştirme, dağdakilerin Türkiye’ye entegrasyonu ve Kuzey Irak’ta kalacak “örgütün lider kadrosu” nu da 5 yıl sonunda dönüp Öcalan’la siyaset yapmaya teşvik adımlarının atılacağını yazdı.
“Çadır mahkemesi kuruldu” ifadesinden rahatsız olan Habur hâkimlerinden biri, isminin yayınlanmaması şartıyla Akşam gazetesinden Helin Alp’e “PKK’lıları serbest bırakma kararını vicdan muhasebesi yaparak aldığını” söyledi!
“Huzurumuza gelen insanların kıyafetine bakmayız” diyen hâkime göre “çadır mahkemesi” benzetmesi yanlıştı; ifadeler Habur Gümrük Müdürlüğü binasında alınmıştı. Yine hâkimin açıklamalarına göre “Öcalan’ın çağrısıyla geldim” ifadesinin bir önemi yoktu; yasada “kimin çağrısı üzerine geldiğine bakılmaz” dı!

YARIN: OSLO’DA PAZARLIK