HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (11) (05 Aralık 2013)

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (11) (05 Aralık 2013)

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (11)

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

Amerikan milliyetçisi(!)

Türkiye ile ABD arasında, Bush’un Türk heyetini Teksaslı at tüccarlarına benzetmesiyle skandala dönen pazarlık sürerken, Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, Washington’a çok manidar bir taktik önerdi: Türkiye’nin Irak operasyonuna katılımının milliyetçi pakette sunulmasını, Erdoğan’a bir strateji olarak öğretin!


Irak işgali hazırlıklarıyla iştahı kabaran Barzani, “ABD öncülüğündeki bir koalisyonun parçası olarak bile gelseler Kuzey Irak’ta Türk askeri varlığına itiraz edeceğini” söylüyor, Türkleri “ABD ve Birleşik Krallık gibi kurtarıcılar” olarak değil “işgalciler” olarak göreceğini ilan ediyordu.
ABD Ankara Büyükelçiliği Başmüsteşarı Robert Deutsch’un 10 Ocak 2003 tarihli notuna göre, Barzani’nin korkusu “Türk askeri mevcudiyetinin Kuzey Irak’a bir defa girerse, bir daha ayrılmayacağı” ydı.


CIA heyeti PKK kampında
Sadece peşmerge değil, operasyon PKK’yı da hareketlendirmişti.
Can Dündar, 18 Ocak 2003 günü Milliyet’teki köşesinde, PKK’dan ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen bir mektuptan bahsetti. Buna göre Pentagon ve CIA görevlilerinden oluşan bir heyet, PKK kampına gelerek Mustafa Karasu ile görüşmüştü. 21 Ocak 2002 tarihli mektuptan çıkan sonuç, “ABD’nin Irak işgali öncesi bölgede yeni yapı için PKK’yı yokladığı, PKK’nın da kendi geleceği için ABD’yi arkasına almaya çalıştığı” ydı. Mektubu kaleme alan PKK yöneticileri “önyargıyla karşılaşmamış olmaktan” duydukları memnuniyeti bildirdikten sonra, “ABD ile bir çok konuda görüşlerinin örtüştüğünü” aktarıyordu. PKK, “ABD’nin Irak’a müdahalesini (Türkiye dahil) bölgedeki rejimlerin aşılması olanağını yaratacak, demokratikleşmenin önünü açacak bir yol” olarak görüyordu.
Kaldı ki Öcalan’a göre de “Irak işgali sonrası, PKK, yaşamak için ABD ile ilişki kurmak zorunda” ydı.
Dündar bir gün sonra aynı köşede bu kez Amerikalılar’ın Kuzey Irak merkezli bir federasyon pazarlığı içinde olduğunu iddia etti. Can Dündar’ın 21 Ocak tarihli yazısında ise, ABD ile PKK arasında 6 görüşme yapıldığı; bizzat bu görüşmelerin aracısı Davut Bağıstani’nin ağzından doğrulanıyordu.


Can Dündar’dan fotoğraflı “kanıt”
Altın vuruş 23 Ocak’ta geldi. Görüşmeyi TSK’nın da doğruladığını kaydeden Dündar, “İşte kanıt” diyerek, CIA görevlilerini PKK kampında teröristlerle birlikte gösterdiğini savunduğu bir fotoğraf yayınladı.
Amerikalılar bunun “iğrenç bir yalan” olduğunu söyleseler de, kamuoyunda inandırıcılıkları azdı. Dündar’ın yazdıkları, ABD’nin PKK’ya desteğinin Türk medyasındaki ilk ifşası değildi. Daha önce de 14 Ocak 1992’de, ABD’nin PKK’yı bir “hava köprüsü” ile beslediği haberi Sabah gazetesinde manşet olmuştu. ABD’nin açıklaması Çekiç Güç helikopterlerinin Cudi’de kıstırılan PKK’lılara yardım malzemelerini “yanlışlıkla” attığı şeklindeydi.
Ölümü üzerindeki sis perdesi hâlâ kalkmamış olan, dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis de, İncirlik’te kullanılan ilaç ve gıda torbalarının aynılarını PKK kamplarında da gördüğünü birçok kere dile getirdi.
WikiLeaks’ten sızanlara göre Dışişleri Bakanlığı Terörle Mücadeleden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Kemal Asya’nın, ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı John Kunstadter’e cevabı ibretlikti. Asya, ABD ile PKK arasında iddia edildiği gibi bir görüşme olduysa da bunun “küresel bir güç için normal olacağını” söylüyordu. Yani Türkiye için sorun yoktu!


Öcalan’la af mutabakatı
Hoş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Öcalan’la “en üst düzeyde” af mutabakatına vardığı bir ortamda, bu nasıl bir sorun yaratabilirdi?
Neticede Öcalan, Başbakan Abdullah Gül’e şartlarını içeren 12 sayfalık bir mektup göndermiş, Gül de, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek’i buluşturduğu “üçlü çalışma grubu” na “dağdan indirmek” için çalışma yapmalarını istemiş. Bunun sonucunda “af mutabakatı” na varıldığını bizzat şimdi AKP milletvekili olan Şamil Tayyar, üstelik de Gül’e doğrulatarak yazmıştı.
Ve fakat bir PKK açılımı daha TSK’ya takılacaktı;
2003’te hazırlanan Topluma Kazandırma Yasası’nın kapsamının genişletilmesi ve örgüt yöneticilerinin Norveç’e sürgüne gönderilerek üyelerin de affedilmesini dayatan ABD, TSK’nın karşı çıkışıyla bir kere daha istediğini alamadı!


Neo-Conlarla otel odasında
3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra acilen Washington’a davet edilen “AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan” ın, Büyükelçi Faruk Loğoğlu’nu lobide bırakarak, kendisi gibi Türkiye Cumhuriyeti adına konuşma ve karar alma yetkisi bulunmayan danışmanlarıyla birlikte, otel odasında, Paul Wolfowitz ve Marc Grossman ile ne pazarlığı yaptığı çok geçmeden anlaşıldı.
ABD Savunma Bakan yardımcısı Wolfowitz ve ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Marc Grossman 3 Aralık 2002’deki Türkiye ziyaretlerinde uzun bir sipariş listesi verdiler Gül’ün eline:
“Asker askere planlama görüşmeleri başlayacak, Bazı Türk askeri tesislerinin incelenmesine ve tesislerin hazırlanmaya başlanmasına izin verilecek, Kuzey opsiyonunun geliştirilmesine Türk katılımı sağlanacak, Koalisyon güçlerinin rolü ve askeri birlik listesi oluşturulacak, Türk hava sahası ABD uçaklarına açılacak, gerekirse Kuzey Irak’taki el-Kaide güçlerine karşı Türkiye’nin desteği sağlanacak...”
“Asker askere planlama ve askeri tesislerin incelenmesi için ABD’ye izin verilmesini” kabul eden Gül, diğer maddeler için ek süre isterken, bu görüşmenin ertesi günü, yani 4 Aralık’ta, Büyükelçi Pearson hayli manidar bir taktik tavsiyesinde bulundu ABD’ye:
“Türkiye’nin Irak operasyonuna katılımını milliyetçi pakette sunulmasını, Erdoğan’a bir strateji olarak öğretin!”
Buna göre, ileride Türkiye Cumhuriyeti’ne Başbakan olacak kişi; ABD’den “Türk milli çıkarlarını savunur -muş- gibi yapmayı” öğrenecekti!


At pazarlığı
Abdullah Gül’ün söz verdiği, ABD’li askerlerin üs ve limanlarının modernizasyonu için “3 aylığına” Türkiye’ye gelmesine olanak tanıyan tezkere, TBMM’den geçmişti ama asıl pazarlık işgal cephesinin Türkiye’nin Irak’a asker göndermesi ve işgalcilerin Türkiye’de konuşlanabilmesi içindi.
Savaş bütçesini 75 milyar dolar olarak açıklayan ABD’den 90 milyar dolar hibe isteyen Türk heyeti ile Türkiye’ye önce 4, sonra da güç bela 6 milyar dolar teklif eden Amerikan heyeti arasındaki pazarlık, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile ABD Başkanı George W. Bush’un görüşmesi sırasında skandala dönüştü. (14 Şubat 2003)
Bush’un, “pazarlık yapmaya gelmedik” diye giren Yakış’a cevabı hakaretamizdi:
“Teksas’ta at tüccarları vardır. Müzayedelerde onlar da söze böyle başlar ama sonunda adamın donuna kadar alırlar.”
Ve Türk heyetinin bu sözlere tepkisi “gülmek” ti!
ABD’nin Türkiye’deki istihbarat kaynaklarına göre “Türk hükümeti eninde sonunda ABD güçlerinin Türkiye üzerinden konuşlanmasını kabul edecek” ti; tabii eğer “Kemalist devletin kilit unsurları” sıkıntı yaratmazsa!..
Beklenen gün geldi; 1 Mart 2003’te, TBMM, sonuçları itibarıyla Türkiye için tarihi dönem noktalarından birini oluşturan “tezkere” yi reddetti.
ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’ın Washington’la paylaştığı ilk değerlendirmesi “Ordunun çabalarının, AKP’nin Türkiye’yi halkın istemediği bir savaşa sürüklediği izlenimi yarattığı ve parti içindeki tereddütleri pekiştirdiği” yönündeydi;
“TSK hem AKP’yi, hem ABD’nin Irak politikasını baltalamıştı!”


Kuzey Irak’taki ihale takipçileri
Doğa boşluk kaldırmıyordu... 5 Mart 2003 günü, Washington Post’ta,
Türkiye’nin kapılarını kapattığı Amerikan askerlerine “Gel... Gel...” yapan koca bir ilan vardı. ABD’den “Irak Kürdistanı’nı Türkiye’den korumasını” talep eden ilanı veren Barzani’ydi!
Nitekim Bush, 10 Mart 2003 günü Erdoğan’ı arayacak ve “Türk askeri Irak’a girerse karşısında Amerikan askerini bulur” diye tehdit edecekti. Ve 22 Eylül 2003’te Dubai’de, Devlet Bakanı Ali Babacan, ABD Hazine Bakanı John Snow’la imzaladığı anlaşmada, Amerikan kredisi sağlanması karşılığında Türk askerinin Irak’a geçmeyeceğini taahhüt etti. Dışişleri’nden görüş alınmadan imzalanan ve Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahale hakkından vazgeçmesi sonucunu doğuracak olan Dubai Anlaşması, ABD ile 1 Mart müzakerelerini yürüten heyetin başkanı Deniz Bölükbaşı’nın da uyarılarıyla Meclis’e sunulmadı.
Amerikan Donanması Askeri Akademisi’nde ders de veren Michael Rubin, ABD ile peşmerge arasındaki “al takke ver külah” durumunu şöyle anlattı:
“Irak Kürtleri ziyarete gelen ABD yetkililerine hediyeler vermekte, cömert ziyafetler düzenlemekte, kadınlarla ilişki kurmalarını bile kolaylaştırmaktadır. KDP, ABD yetkililerini kendi konukevlerinde ağırlamakta, diplomat ve askeri yetkililere ipek halılardan altın mücevherlere kadar hediyeler sunmaktadır.
Washington’da Kürt nüfuzunu artıran bir başka neden de Kürdistan Bölge Yönetiminin eski ABD askeri ve siyasi yetkililerini kendilerini temsil etmeleri amacıyla işe almaları olmuştur. Örneğin, Kürt liderleri eski Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Robert D. Blackwill tarafından yönetilen bir lobi şirketi ile Washington’da Kürt çıkarlarını temsil etmesi ve yönetimle toplantılar ayarlaması içn anlaşmıştır.
Erbil’de bulunan 404. Tabur Komutanı Harry Schute görevinden istifa ederek Neçirvan Barzani’ye ücretli danışman oldu.
Savaş sonrası Bağdat ve Erbil’de sivil idareyi yöneten emekli General Jay Garner ve emekli Albay Dick Naab, Irak Kürdistanı’na ihale takipçiliği için geri dönmüşlerdir. Bir Kürt iş adamının anlattığına göre Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı’nın oğlu Kubat Talabani Kürtlerin bağımsızlığı düşüncesine yakınlık duyan Amerikan Kongre üyelerinin seçim kampanyalarına bağışta bulunmayı önermiştir.”

YARIN: “ÇUVALLAYAN İTTİFAK”