SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...
ABD, AKP’nin iktidara gelişini böyle kutladı:
Reformlarımıza en büyük engel Türk Ordusu’nu ret süreci başladı
Irak’ta rejimi değiştirmekkonusunda Sezer ve 57. Hükümetin işbirliğini yetersiz bulan Amerikalılar, 3 Kasım 2002’de “tasfiye” coşkusu yaşadı.
Devletin farklı birimleri yıllarca “İmralı görüşmeleri” ni inkâr etti; “imzaladık ama uygulamadık” misali “gittik ama görüşmedik” demeyi tercih etti. Kesin olan, Genelkurmay dışında MİT’in de Öcalan ile irtibata geçtiğiydi. MİT Müsteşarı Emre Taner, İmralı’ya gitmiş ve -niyetini anlamak üzere(!)- Öcalan’a 13 soru yöneltmişti. Öcalan “değişmeyen” niyetini, “örgütü dağdan indir” mesajına cevaben açıkça söyleyecekti:
“Örgütün bütünsel olarak yararlanabileceği bir yasal düzenleme.”
Yani “genel af” !
“Habur” provası
“PKK’lıların sınır dışına çıkarılması” pazarlığında “iyi niyet gösterisi” olarak Kandil’den Türkiye’ye bir “Barış Grubu” nun gelmesinde anlaşıldı; “iyi niyet” tamamdı da, TSK bu işin “gösteri” ye dönmesine şiddetle karşıydı. Nihayetinde “barış” la maskelenenler “teröristler” olacaktı. Öcalan’ın “Barış Grubu için arabulucu aydınlar” teklifi de yine TSK’ya takıldı. Genelkurmay PKK’lıların Türkiye’ye girişinden iki gün önce 29 Eylül 1999’da -olası bir şova karşı- ikazlarını tekrarladı:
“Terör örgütünün son zamanlardaki çırpınışlarını sözde örgütün inisiyatifinde gelişen barış girişimleri olarak algılayıp neredeyse alkışlamayı anlamak mümkün değildir. (...) Sözde demokratik cumhuriyete katılım adı altında devlete teslim edilmek istenen sembolik 20-25 kişilik terörist grup propagandanın bir parçasıdır.”
1 Ekim’de Kandil’den gelip Şemdinli Tugay Komutanı tarafından teslim alınan “Barış Grubu” üyesi teröristler, çıkarıldıkları mahkemede tutuklanarak, cezaevine gönderildi. Öcalan, TSK engeli yüzünden o gün yaptıramadığı “PKK şovu” nu yıllar sonra 2009’da Habur’da yaptıracaktı.
Ecevit 23 yıl sonra ABD’de
Öcalan’ın Türkiye’ye teslimi, ülke siyasetine de “format” attırdı. 18 Nisan 1999 seçimleri, bitti denilen Bülent Ecevit’i yıllar sonra yeniden Başbakanlığa taşırken, MHP, TBMM’de tarihinin en yüksek temsil gücüne kavuştu ve hükümetin ikinci büyük ortağı oldu. 12 Eylül’den sonra Türkiye’yi yöneten merkez sağ partiler ise pastadan paylarına düşen küçük dilimlerle yetiniyordu.
Ecevit, 23 yıl aranın ardından 28 Eylül 1999’da Başbakan sıfatıyla ABD’ye gitti.
ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Anthony Zinni, “Amerikan askeri gücünün temel varlık nedeninin petrol olduğunu ve körfezdeki petrolün ülkesine bağlanmasının hayati önemde olduğunu” söylüyordu. Ve işe bakın ki, ABD için “körfez” in kilidini açabilecek aktörler dünyanın diğer ucunda, aynı gün, aynı otelde rastlaş(tırıl)ıyordu! Bülent Ecevit, konuşma yapacağı otelin lobisinde, Behram Salih ile birlikte kendisini bekleyen Celal Talabani’nin görüşme talebini reddetti. O gün ABD’de Talabani’yle görüşmemişti ama, 6 Ekim 2000’de Ecevit’in Ankara’da, Başbakanlık makamında ağırladığı kişi “Irak Kürdistan Demokratik Partisi lideri Mesud Barzani” den başkası değildi! Ecevit’in Barzani’den hemen sonraki ziyaretçisinin ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson olması da ilgi çekiciydi. (Türkiye’ye “İncirlik ve Keşif Gücü” baskısı yapan ABD’nin, geleneksel “Ermeni Tasarısı sopası” na karşı dönemin Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu, “savunma ihalelerindeki tavrını değiştirecek” ve rotasını Çin’e çevirecekti.)
“Türkiye’de demokrasi yoktur, bunun sebebi de TSK’dır” diyen CIA ajanı Mark Parris’ten boşalan ABD Ankara Büyükelçiliği’ne atanan Pearson’un Türkiye mesaisi Ankara’ya gelmeden çok önce başladı. NATO’nun “Balkanlar ve Ulusal Güvenlik” uzmanı Pearson, Fransa Büyükelçiliği Müsteşarı olduğu sırada ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’ne “Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolü” brifingi veriyordu.
AB fonlarına Güneydoğu şartı
2000 Ekim’inde Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, “Türkiye’ye verilecek fonlarla Güneydoğu Anadolu sorununun çözümü konusunda bağ kurulmalı” şartı koşarken, Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz dalga geçer gibi “Türkiye’nin AB eliyle bölünebileceği” endişelerinin yersiz olduğunu söylüyor, daha trajikomiği “Güneydoğu şartıyla fonlanan STK’lar” dan, halkın ikna edilmesini istiyordu!
Ne var ki TSK, Yılmaz ile aynı fikirde değildi. Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Nahit Şenoğlu, 26 Kasım 2000’de “Harp Akademileri Günü” nde yaptığı konuşmada, “Batılı devletlerin demokrasi ve insan hakları adına, üniter yapıdan ve ulus devletten vazgeçmemizi istediklerini” söyledi.
(ANAP’lıların AB konusunda “Konulara TSK söylemiyle yaklaşmakla” suçladığı İ.Ü. Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, kısa süre sonra Silivri’de “darbeci” olarak yargılanacaktı! Subayların ’bazı internet siteleri’üzerinden hedef gösterilmesi de bu dönemde başladı.)
Milli Savunma Bakanı Çakmakoğlu’nun, 5 Aralık 2000’de NATO toplantısı dönüşü yaptığı açıklama çarpıcıydı. Çakmakoğlu, yeniden şekillendirilen NATO-AB ilişkileri çerçevesinde Türkiye’ye verilmek istenen “danışmayla sınırlı” yeni rolü kabul etmediklerini ve bunu toplantıda resmen bildirdiklerini söyledi. İki gün sonra Genelkurmay’dan yapılan açıklamanın hedefinde de AB vardı. TSK; “PKK’nın siyasallaşma stratejisinin AB üyesi ülkelerin desteğiyle yürütüldüğünü, üyelik sürecinin örgütü cesaretlendirdiğini, ileride ’özerk yönetim’lerle güçlendirilecek bir ’ulus yaratılmaya’çalışıldığını” söylüyordu. Ve bu sözlerin muhatabı “dış güçler” değil onlara “içeriden destek verdiğini” düşündükleri MİT yöneticileriydi! Genelkurmay açıklaması, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve yardımcısının, gazetelerin Ankara temsilcileriyle yaptıkları görüşmede “Kürtçe televizyon yayınına karşı olmadıklarını” söylemesi üzerine yapılmıştı.
TSK ile MİT arasındaki kavga acaba gazete başlıklarıyla mı sınırlı kaldı?
11 Eylül bin yıl sürecek!
11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi gökdelenlerine yapılan saldırı “Yeni Dünya Düzeni” nin “pratiğe” dönüşmesini sağladı.
George W. Bush, olayın ertesi günü “ABD’nin bu teröristleri bulmak için bütün kaynaklarını seferber edeceğini” söylerken, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Camp David’de 16 Eylül 2001 günü yapılan Ulusal Güvenlik Zirvesi’nde yaptığı açıklamayla BOP’un kurdelesini kesilmişti:
“Bazı hedeflere askeri operasyon düzenleyip bu işi bitirme niyetinde değiliz, mücadele yıllarca sürecek” .
“Sonsuz Özgürlük Operasyonu” kapsamındaki ilk saldırının ertesinde (8 Ekim 2001) Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal’ı ziyaret eden Pearson, “NATO’nun 5. maddesine göre” hareket ettiklerini, Türkiye’den “henüz” bir talepte bulunmadıklarını ancak farklı bir durum olursa “Türkiye ve diğer müttefiklerden destek isteyebileceklerini” söyledi.
Dananın kuyruğunun kopacağı yere gelinmişti. 11 Eylül’den itibaren bütün mesajlarında “ABD’nin terörizmle mücadelesine desteğini” ifade eden Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türkiye’nin operasyona katılımına “gereksiz macera” deyip, itiraz etti. Ancak Türkiye, Kasım başında o maceraya girecekti.
Bush, “Atatürk” e sığınıyor
Zafer için her yol mübahtı; Beyaz Saray himayesindeki düşünce kuruluşları “Kemalizm” i yok etme planları yaparken, Bush “Teröristlere karşı başlatılan savaşta, uluslararası bir koalisyon oluşturma fikrini Atatürk’ten aldıklarını” açıklıyordu!
Bush’a göre NATO’nun tek Müslüman üyesi olan Türkiye, Afganistan’a asker göndererek “ABD’nin İslam’a karşı değil, kötüye karşı savaştığını” göstermişti. 11 Eylül’den sonra kendisini “Tanrı’nın görevlendirdiğini” savunan ve “İslam alemine yeni bir Haçlı Seferi” başlattığını ilan eden Bush için bundan iyi “meşruiyet aracı” bulunamazdı.
Condeleazza Rice’ın 2003’te itiraf edeceği “Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar 22 devletin rejimlerini değiştirmek...” planı çoktan yürürlüğe girmişti.
Dünya liderlerini Beyaz Saray’a çağıran Bush, 16 Ocak 2002’de Ecevit’le görüşmesinde “Irak’ta rejim değişikliği” ni gündeme getirdi.
Ecevit’in sürpriz olmayan cevabı “Savaşa hayır” dı.
57. Hükümet, “kızılcık şerbeti” diye sunulan -Wolfowitz’in kankası- Kemal Derviş’in dayatmalarıyla “kan kusarken”, devletin derinliklerinde bambaşka bir mücadelenin işaret fişeği ateşlendi ve “Ergenekon Şeması” denen liste servis edildi!
Düğmeye basılmıştı; Ecevit’in Bush’a istediğini vermediği ABD ziyaretinden sadece 9 gün sonra AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın Graham Fuller, Morton Abramowitz ve Henri Barkey organizasyonuyla ABD’ye götürülmesi bunun kanıtıydı!
Leş kargaları...
ABD, Irak operasyonuna yanaşmayan “müttefiki” ne, Lozan Anlaşması’nın yıldönümünde 24 Temmuz 2002’de, Sakarya Savaşı gibi 22 gün süren ve Türkiye’nin işgali senaryosuna dayanan Millenium Challenge /Bin yılın Meydan Okuması Tatbikatı’yla gözdağı verirken, “kaosta kendi düzenimizi kurabilir miyiz” in peşine düşen leş kargaları kanat çırpınışlarını hızlandırdı.
Öcalan’ın feshini duyurduğu PKK, yeniden Türkiye’ye giriş yapmaya başlarken, soluğu Pentagon’da alan Talabani de “Kürt peşmergeler, Amerikan askerleriyle Saddam’a karşı işbirliği yapmaya hazırdır” diyordu.
Balyoz “geliyorum” dedi
Bush’un Türkiye’nin Irak konusundaki işbirliğini yetersiz bulduğunu açıklaması, Büyükelçi Faruk Loğoğlu’nu “alçak sandalye” ye oturtulması, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün ABD’de “ikna turu” na çıkarılması derken 3 Kasım 2002 geldi çattı!
Robert Pearson’un 5 Kasım tarihli notu, AKP’nin tek başına iktidara gelişinin ABD’ye nasıl derin “oh” çektirdiğinin göstergesiydi. “ABD’nin desteklediği reformların önündeki en büyük engelin, kalbinde Türk Ordusunun bulunduğu derin devlet olduğunu” söyleyen Pearson, AKP iktidarıyla “bu devleti ret sürecine girildiğini” bildirdi.
YARIN: AT PAZARLIĞI