Hamas Sağlık Bakanlığı’na göre bugüne değin çoğunluğu sivil olmak üzere yaklaşık 30.000 Filistinli, İsrail saldırılarında can verdi. Yıkılmış binaların altında yüzlerce ve belki de binlerce daha Filistinlinin olduğu tahmin ediliyor. İsrail güney Gazze’de bulunan Refah’a planladığı kara operasyonunu gerçekleştirirse insanlık dramı daha da büyüyecektir. Gazze nüfusunun yarıdan fazlası günümüzde Refah’ta sığınıyor.
***
Hamas’ın saldırıda ilk önceliği, İsrail’in Filistinli tutukluları serbest bırakması idi; ancak daha geniş anlamda Hamas’ı saldırıya sürükleyen gelişmeler, İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesi, Gazze Şeridi’ni ablukaya alması ve genişleyen Yahudi yerleşim alanları.
Bugüne değin en aşağı 44 ülke Hamas saldırısını terörizm olarak ilan etti; Arap ve Müslüman ülkeler temel sorunun İsrail’in Filistin topraklarını işgaline bağladı.
İşlenen suçlar
Hamas saldırısının bir terör saldırısı olduğu yadsınamaz ve bu saldırı yeterince kınanmalıdır. İşlenen suçlardan bir tanesi bu. Saldırıda ölen ve rehine alınan sivil halkın suçu yoktu. Saldırıda ölümlerin ve rehin almaların dışında çok çirkin ırza geçme ve işkence olayları yaşandı.
İkinci suç, bu saldırıya karşı İsrail’in aşırı, ölçüsüz tepkisi ve bu suçun uluslararası hukukta tanımı. Bazı “soykırım uzmanları” CB Tayyip Erdoğan ve Brezilya Cumhurbaşkanı Lula da Silva gibi ülke liderleri, bu suçu soykırım olarak tanımlamışlardır. Silva ayrıca İsrail’in Gazze’de yaptıklarını Holokast’a, Erdoğan ise Başbakan Binyamin Netanyahu’yu Nazilere ve Hitler’e benzetti.
Buna paralel olarak AKP avukatları Netanyahu’nun soykırım işlediği gerekçesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) başvurdular ve iddialarına destek olarak belge sundular.
Güney Afrika hükûmeti de Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvurup İsrail’i soykırım işlemekle şikâyet etti. UAD geçici bir karar ile İsrail’in inandırıcı bir soykırım niyetiyle hareket ettiğine karar verdi ve soykırım suçunun önlenmesi için İsrail’i gereken önlemleri alması hususunda uyardı.
Ne UAD’dan ve ne de UCM’den soykırım noktasında henüz kesin bir karar yok. Ve böyle bir karar çıkması küçük bir olasılık.
Nedenini biraz açalım. Aralık 1948'de BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve Ocak 1951’de yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nde 3 husus özellikle dikkate değer. Bunlar:
Soykırım suçu ancak yetkili bir mahkeme tarafından saptanabilir. Soykırım Anlaşması’na göre herhangi üye bir ülke, soykırımın önlenmesi yolunda UAD’ye başvurabilir. UAD aynı zamanda üye ülkelerin başvurusu üzerine soykırıma yönelik anlaşmazlıklarda danışma kapsamında görüş bildirme yetkisine sahip, örneğin, 1993 Bosna Hersek-Yugoslavya anlaşmazlığı. İsrail BM’nin üyesi olarak bu yetkileri tanıyor.
Soykırım suçunu ülkeler veya devletler değil, kişiler işleyebilir; örneğin Netanyahu ve onun gibileri. Bu bakımdan bir devlet olarak İsrail’e bu suçu yüklemek anlamsız.
Soykırım suçunun saptanmasında kanıtlanmış niyet veya kastın (“mens rea”) olması şart. Böyle bir kasıt yok ve kanıtlanmamışsa soykırımdan söz edilemez. Bu nedenle İsrail yetkililerine yönelik soykırım suçlamaları bir anlam taşımıyor. Zira İsrail yetkililerinin amacı Filistin halkını bizzat yok etmek veya onlara acı çektirmek, vb.. değil, Hamas’ı yok etmek veya etkisiz hȃle getirmek. Bu işlemlerde Filistin halkı kasten değil, dolaylı olarak, niyet dışında mazlumiyet yaşıyor. Hamas’ın askerî faaliyetlerinde Gazze’de tüneller kurması, okullar, camiler ve yerleşim yerlerine nüfuz etmesi, soykırım suçlamalarında İsrail’in lehine işleyecektir.
Suç türü açısından akla gelen, ve çok daha anlamlı ve inandırıcı olan, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) yetkisi altında olan ve soykırıma ek olarak, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar ve saldırı suçları. Burada da suçun ülkeler tarafından değil, kişiler tarafından işlenmesi esas. Kuruluş belgesi “Roma Statüsü” olan bu mahkeme 11 Mart 2003 tarihinde çalışmaya başladı. Bu suçların saptanmasında kanıtlanmış niyet veya kasıt şart değil. İsrail’in Gazze’deki operasyonları kolayca bu suçlar kapsamında tanınabilir. Kaldı ki, İsrail’in Hamas’la çatışmasında sivil halka gelen mazlumiyet, dolaylı da olsa, göz ardı edilemez.
Ancak burada da aşılması gereken bir zorluk var: İsrail (Türkiye gibi) Roma Statüsü’ne taraf ülke değil ve dolayısıyla UCM’nin yargılama yetkisini tanımıyor. İfade edilen gerekçe ise, İsrail, bu suçların failleri kendi uyruğunda ise, onları kendi yargı sisteminde yargılayabilir ve bu nedenle UCM’nin araya girmesine gerek yok. Başka bir deyimle, Netanyahu ve onun gibileri doğrudan İsrail hükûmeti tarafından yargılanabilir.
Açıklamaya gerek yok ki, Netanyahu ve onun gibilerin İsrail’de bu yönde yargılanması ve cezaya çarpıtılması gerçekçilikten uzak.
Çözüm ne olabilir?
Günümüzdeki İsrail-Filistin çatışmalarında ilk yapılacak olan, geçici ateşkes anlaşması ve ardından rehin alınanların serbest bırakılması. Nihai çözüm, karşılıklı görüşmeler ile Ürdün Irmağı’nın (“Jordan River”) batısında, 2-devlet prensibini içeren, İsrail’in yanı başında yer alan, bağımsız bir Filistin devletidir. 1948 yılına kadar uzanan İsrail-Filistin uyuşmazlığı ve 2014’de İsrail’in Gazze’yi işgali ile doruğa çıkan gerginlik, böyle bir çözüme işaret ediyor. İsrail böyle bir çözüme yanaşmamakla beraber, yeni gelen haberler İsrail’in bu tür çözüme sıcak bakabileceği yönünde.
Ayrıca UAD, İsrail’in Filistin topraklarını işgalinin meşruluğunu sorgulayan duruşmalar düzenledi; bu bağlamda çeşitli ülkelerden görüş alındı. Bu duruşmaların ne sonuca varacağı henüz bilinmiyor.
Sonuç
Yukarıdaki analizden anlaşılacağı üzere, İsrail veya İsrail yetkilileri aleyhine suç açısından geçerli, uluslararası ortamda kabul edilebilecek bir yargı kararı küçük bir olasılık olarak görünüyor. Soykırım suçu tarifleme açısından, savaş suçları, insanlık suçları gibi suçlar, Roma Statüsü’ne taraftar olma açısından zorluk teşkil ediyor. İsrail de bu suçlamaları reddetmiştir.
Yine de, İsrail’i savaş suçları ve ona benzer suçlarla yargılamak, çok daha mantıklı. Nihai kararın alınması zaman alacaktır.
Öte yandan Erdoğan’ın ve Türkiye’nin yaptığı gibi Netanyahu’yu Hitler’e benzetmek, olası bir çözümü gereksiz olarak zorlaştırmaktadır. Tamamen duygusallığa dayanan bu suçlama, gerçekçilikten uzaktır. Erdoğan’ın ve AKP avukatlarının Nazi Almanyası’nın tarihini iyi incelemesi faydalı olur.
Türkiye’nin tutumuna ilişik olarak İsrail asılsız ‘Ermeni soykırımı’nı yakında tanırsa da şaşmamak gerek. Erdoğan ve AKP avukatları bu olasılığı düşündüler mi? Ayrıca birtakım Filistinli ‘sığınmacı’ların Türkiye’ye gelmesi de şaşırtıcı olmaz. Zaten Filistin yaralıları Türkiye’ye getirilerek Türkiye hastanelerinde ücretsiz tedavi görüyor.
Şunu da kaydetmekte fayda var: Önceleri silah ve mühimmat desteği vermekle İsrail’e ön koşulsuz arka çıkan ABD Başkanı Joe Biden’in bir süredir İsrail yetkililerini daha “insancıl” hareket etmeye çağrı yapmış olması, açıkça hipokrasi idi.
Ümit verici son iki gelişme: Biden yönetiminin İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşim alanlarını “hukuk dışı” ilan etmesi ve Beyaz Saray’a göre İsrail ile Hamas arasında ateşkes imzalanmasının çok yakın olduğu.