Bundaki gaye pek aşikârdır ki hareketi milliyeyi akim bırakmak, amali milliyeyi felce uğratmak, Yunan, Ermeni amalini ve bazı aksamı mühimmei vatanı işgal gayelerini teshil etmektir.
Bununla beraber, her devirde her memlekette ve her zaman zuhur ettiği gibi, bizde de kalb ve asabı zayıf, gayri müdrik in sanlarla beraber, vatansız ve aynı zamanda refah ve menfaati şahsiyesini vatan ve milletinin zararında arayan esafil (alçaklar) de vardır.
Şark umurunu tedvirde ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek mahir olan düşmanlarımız, memleketimizde bunu âdeta bir teşkilât haline getirmişlerdir. Fakat mukaddesatının gayei necatiyle çırpınan bütün millet, işbu tariki azim ve mücahedesinde her türlü mevanii muhakkak ve mutlaka kırıp süpürecektir. Bütün bu gayeleri istihsal için vakfı amal eyleyen milleti necibemizin içinde bir ferdi millî gibi çalışmaktan mütehassil zevk ve mübahati burada şükran ve mefharetle arzeylerim.
En son olarak niyazım şudur ki, cenabı vacibül âmal haz retleri, Habibi Ekremi hürmetine bu mübarek vatanın sahip ve müdafii ve diyaneti celilei ahmediyenin ilâyevmilkıyame harisi astaki olan milleti necibemizi ve makamı saltanat ve hilâfeti kübrayı masun ve mukaddesatımızı düşünmekle mükellef olan heyetimizi muvaffak buyursun.”]
“Saygıdeğer Temsilci Efendiler! Kongremiz başkanlık heyetine, beni seçmekle gösterilen güvene ve ilgiye özellikle teşekkür ederim. Buna dayanarak bazı şeyleriarz etmek istiyorum. Efendiler! Tarih ve olayların yönlendirmesi ile, fiîlen içine düştüğümüz bugünkü kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan dehşet ve üzüntü duymayacak hiçbir vatansever düşünülemez.
I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru milliyetler temeline dayanarak verilmiş sözler üzerine Osmanlı hükûmetimiz de adaletli bir barışa kavuşmak arzusuyla ateşkes istedi. Bağımsızlık uğrunda namus ve cesaretle dövüşen milletimiz, 30 Ekim 1918’de imzalanan mütareke belgesi ile silâhını elinden bıraktı.
Devletlerin manevî kişiliği ve imzalayan temsilcilerin kendi namuslarının niyet ve güvencesinde olan bu mütareke belgesi hükümleri bir tarafa bırakılarak İtilâf Devletleri’nin askerî kuvvetleri saltanat merkezini ve yüce hilâfetin başşehri olan İstanbul’umuzu işgal etti. Gün geçtikçe artan bir şiddetle Saltanat ve Hilâfete ait hukukumuz ile hükûmetimizin kişiliği, millî onurumuz saldırılara ve adaletsizliklere uğradı. Osmanlı Vatandaşı olan Rum ve Ermeni unsurlar gördükleri destek ve yardımların sonucunda millî şeref ve namusumuzu yaralayacak taşkınlıklara başladılar. Nihayet üzücü ve kanlı devresine girinceye kadar küstahça saldırılara devam ettiler. Fakat derin bir üzüntü ile itiraf etmeliyiz ki, bu cesur ataklar, sekiz aydan beri birbirinin peşi sıra iktidar olan, ama millî denetimden uzak hükûmetlerden birinin diğerinden daha kötü olarak gösterdiği zayıf ve beceriksiz icraatlarından, başkentte ve bazı gazetelerde görülen çok ayıp ihtiraslardan ve millî vicdanın inkârı ve Kuva-yı Millîyenin hesaba katılmamasından dolayı gelişme fırsatı bulmuştur.
Belirtilen nedenlerle, Saltanat merkezinin de kuşatılmış olmasıyla, tam olarak kaderimize sahip çıkacak bir millî irâdenin de olmadığı şeklinde yanlış fikir hâkim olmuştu. Cansız bir vatan, kansız bir millet neleri hak etmişse çekinmeden onların uygulanmasına İtilâf Devletleri’nce başlanmıştır.