Bugün Muharrem’in 10’u!
İslamiyet’in bir başka kutsal ayının ‘Muharrem’ olduğu biliniyor ve kabul ediliyor. ...Ve Kerbela’da sevgili Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’in, bir yudum suya bile hasret bırakılarak canına kıyıldığı ve bugün idrak ettiğimiz “10 Muharrem” asırlardır unutulmuyor.
Gerçekten de, Muharrem ayının en derin manasını Kerbela faciası veriyor. Kerbela faciası, yüzyıllardan beri, her Müslüman’ın gönlünde acı bir yara gibi duruyor.
...Ve o günden beri İslam dünyası, Muharrem’in onunda acı gerçeğin yasını tutuyor...
Ne var ki, Kerbela’da yas daha anlamlı, daha gönülden yaşanıyor... Kerbela’da yükselen “Ya Hüseyin... Ya Abbas... Ya Ali” feryatları gökyüzünde yankılanıyor... Aslında Kerbela’da yas, her gün, her gece 14 asırdır sürüp gidiyor. Burada, Yusufçuk kuşlarının cıvıltıları bile bambaşka... Burada, hurma ağaçlarının dalları bükük mü bükük... Burada, güneş sanki o kanlı faciayı hatırlatıyor gibi doğuyor... Ve batıyor... Kerbela’daki büyük facia, Muharrem ayının dokuzunu onuna bağlayan gece, sabaha karşı meydana gelmişti... Hz. Hüseyin’e o saatlerde kıymışlar, mübarek başını gövdesinden ayırmışlardı. Ölürken çok ızdırap çekmişti Hz. Hüseyin. İşte bu yüzden Hz. Hüseyin için yas tutuluyor. İşte bu yüzden “Yezid” nefretle anılıyor... Müslümanlar, Muharrem ayında “aşure” yapıp birbirlerine dağıtırlarken, ayın kutsallığını adeta ilan ediyorlar. Muharrem’in 10. gününde yapılan “ihtifal” yani gösteriler Hz. Hüseyin’in şehit edilmesini canlandırıyor. Tam kırk gün kırk gece süren matem ve gösteriler özellikle ilk 10 gün katı bir şekilde uygulanıyor... Matem her şeye galip geliyor... Bir Şii şeyhin dediği gibi, “İnsanlık namına ödenecek, ödenmez bir kefaret var ortada.” Ayrıca Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) torunu, Hüseyin’i çok sever ve üzerine titrermiş... Hazreti Muhammed (S.A.V) buyuruyor ki, “Hüseyin benden ve ben Hüseyin’denim. Hüseyin’i seveni Allah Teâlâ sevsin...” Hele seneler öncesi takip ettiğimiz ihtifal gözümüzün önüne geliyor, ürperiyoruz... Kerbela’da yükselen siyah bayrakları, bir daire şeklinde dönen müritleri hatırlıyoruz. Hz. Hüseyin’in mescidin önünde yani mezarının yanı başında kendilerini paramparça etmek isteyen, kanlar içinde kalan gencecik insanları anımsıyoruz... Ve trajik bir sis bulvarından dökülen işte birkaç perişan satır:
Boğazlarından topuklarına dek beyaza bürünmüş müritler, güneş doğmadan kılıçlarını vücutlarına, başlarına vurmuşlar, “Ya Hüseyin, ya Hüseyin, ya Abbas, ya Abbas, ya Ali, ya Ali” diye haykırıyordu... Sızan kanlar önce yüzlerini, sonra usulcasına entarilerini ala buluyordu... Bazılarının ellerinde geniş ağızlı kılıçlar bile vardı... Zincir demetleriyle bir sağa bir sola, sırtlarına vuranlar çoğunluktaydı... Zaten bazıları çocuk denecek yaştaydı... Onlar da gösterilere katılıyordu... Hz. Hüseyin, Hz. Abbas, Hz. Ali için kanlarını ilahiler arasında akıtanlar, ellerindeki yaslı bayraklarla Kerbela sokaklarında dağılıyordu... Güneş batana kadar çeşitli gösterilerle, 14 asır önce cereyan eden bir faciayı gözler önüne sermek çabası güdülüyordu. Gerçekten de Kerbela’da, Yusufçuk kuşlarının cıvıltıları bile bambaşka... Burada, hurma ağaçlarının dalları bükük mü bükük... Ve Fırat, hiçbir şeyden bihabermiş gibi akıp gidiyor... Ve kim bilir yine bu “umursamazlık”la kaç asır akıp gidecek...