Bu ortamda gazeteci olunur mu?
Kim ne derse desin, ne yazık ki, “kargaşalı” ve gittikçe “sertleşen” bir medya dönemi yaşanıyor. Gazeteciler ve gazeteler, televizyonlar sık sık hem de “tartışılarak” her fırsatta gündeme getirilirken, günahın kimde olduğu pek araştırılmıyor ve çoğu kez anlaşılmıyor.
Ne var ki, daima “günah keçileri”de bulunuyor.
Her şeyden önce, mesleğimize intisabın veya herhangi bir sahadan geçişin hatta “gayri resmi” tayinin çok kolay olduğunu söylemek gerekiyor.
Gerçekten de basına sızma tehlikesi var mı?
Varsa nasıl önlenebilir?
Gazeteci kimdir?
Sarı Basın Kartı olmayanları gazeteci saymamak ne kadar doğru bir görüştür?
Ömrümüzü törpüleyen sürecin bir anda kazanılması, mesleğimizin belki de görünmeyen bir handikabı sayılıyor.
Yıllarca süren çıraklıktan ve imtihana girildikten sonra alınan bir diplomayla ancak berber kalfalığının kazanıldığı ülkemizde, mesleği ve kimliği ne olursa olsun, isteyen herkesin “gazeteci” olabilmesi, gerçekten de düşündürücü ve endişe verici oluyor.
Böyle bir sorunu ortaya atarken, hiçbir kimseyi hedef alma niyetimiz bulunmuyor.
Sadece bir “çağırışım” ın sesine kulak verirken, belli yollardan ve süzgeçlerden geçmeden aramıza katılanlardan bazılarının tahribatı, bu arada bazılarının da Türk basınına katkıları da inkâr edilmiyor.
Bizim üzerinde ısrarla durmak istediğimiz, bu tür sızmaların mesleğimizi kemirdiğini, erozyona uğrattığını öne sürmekten öteye gitmiyor.
Madalyonun bir yüzünde, gazetecilik mesleği bütün onuruyla ışıldarken, öbür yüzünde de maalesef böylesine gölgeler beliriyor.
Aslında, gazetecilik mesleğine intisapta da yanlışlıklar bulunuyor.
Gazeteciliğin “serbest bir meslek” sayılıp sayılmamasının tartışılmasına geçilmesinin zamanının geldiği kanısındayız.
Eğer, medyadan bazı şikâyetler mevcutsa ve zaman zaman feryatlar yükseliyorsa, bunun temeline inmenin önemini kavramamız gerekiyor.
Bir yandan ülkemizde öğretim yapan yüksek gazetecilik okullarından, iletişim fakültelerinden mezun olanların medyaya geçmeleri özendirilirken, bir yandan da mesleki kuruluşlara etkili görevler verilmeli, yetkiler tanınmalı...
Yaşadığımız haberleşme ve bilgilendirme çağında bunun başka çıkar yolu bulunmuyor.
Üstelik, medya dünyamız özellikle Batı tarafından hem eleştiriliyor, hem de suçlanıyor.
Özellikle, basın özgürlüğünün zedelendiği, hatta geniş ve ağır şekilde ihlal edildiğini belirten yabancılar, bu kabul edilemez, daha doğrusu olmaması gereken durumu raporlarına geçiriyor.
Yani, Türkiye’de her vesile ile basın özgürlünün ihlal edildiği görüşleri adeta belgeleniyor.
Ne var ki ve ne yazık ki, hükümet bu önemli özgürlük ihlalinin ithamlarından pek alınmıyor.
Sadece, bir iki bakanın “kem küm” lü demeçleriyle bu “yüz kızartıcı” durum her seferinde geçiştirilmek isteniyor.
Oysa, insan haklarının başlarında, “basın özgürlüğü”nün geldiğini herkes biliyor.
Hassas sürecin bir başka tarafı ise, Batı’nın bu ithamlarının, ne yazık ki, çoğu meslektaşlarımız tarafından görülmemesi ve buna karşı en ufak tepki gösterilmemesi olarak karşımıza çıkıyor.
İktidarın faaliyetlerini, özellikle başarılarını bir bir saymak, hatta ballandıra ballandıra anlatmak başka şey, böylesine “hassas” gerçeklere göz yummak ise bambaşka bir şey arz
ediyor.
İşte bu yüzden, mesleğimize intisap edenlerin, en azından kendi kendilerine, “basın özgürlüğü”nün tanınması ve korunması konusunda söz vermeleri gerekiyor.
Yani, kısacası medya mensubunun “basın özgürlüğü” konusunda asla “taviz” vermeyecek, veremeyecek bir “şahsiyet”e de sahip olması icap ediyor.
Acaba, bu ortamda, gazeteci olunur mu?