Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

Aydınlık ufuk; Kâtip Çelebi (2)

Geçen hafta başladığımız toplum huzuru ve Kâtip Çelebi konusundan söz etmeyi sürdürelim...
17. yüzyılda türeyen, sözde din adamı Kadızâdeliler çok acayip ve İslam güzelliğine yakışmayan -burada yazamayacağım derecede- ahlâksız insanlardı. İstanbul’un camilerinde vaizlik yapan bu karanlık adamlar, kendilerine karşı gelenleri ya dövüyorlar, ya da ölüm tehdidiyle sözde ‘imana davet’ ediyorlardı. Öyle ki; selam vermenin şekline karışıyor; matematik, geometri öğrenmenin, yemeği kaşıkla yemenin, bıyığı uzatmanın günah olduğunu söylüyorlardı. Ve daha aklınıza gelebilecek her türlü saçmalıklara kendilerince sözde bir ‘din’ gerekçesi bularak itiraz ediyorlardı. Sözgelimi, erkeklerin şalvar yerine Arap entarisi giymesini, selâmlaşmanın kesinlikle Peygamber zamanındaki ifadesiyle yapılmasını istiyorlar; yapmayana dinden çıkmış gözüyle bakıyorlardı... Ama Kâtip Çelebi’den de gerekli dersi alıyorlardı.
Selam konusuyla ilgili benim de bir anım var... TRT’de Program Denetçisi olarak çalıştığım yıllardı. Sanırım 1990 yılıydı. Dinî Yayınlar’da görevli Yapımcı (Prodüktör) arkadaş ‘selam’ konusunu işleyen bir metin getirdi. Yapımcı din eğitimi almış, sakin, beyefendi bir arkadaştı. Metni verip odadan ayrılınca hemen okumaya başladım. Metin yazarı akademik unvanlı idi. Yazar, selam vermenin güzelliğinden, toplumdaki yararından söz ettikten sonra, ‘Selamın Hz. Muhammet zamanında olduğu gibi verilmesine’ özellikle vurgu yapıyordu. Yapımcı arkadaşımı odama çağırdım. Kendisine, toplumda sıkıntı yaratabileceğini, dolayısıyla selamın nasıl verileceğine dair kesin ifadeli o bölümün çıkarılmasını istedim. Bu sözü söylememle birlikte o kibar arkadaşım -hani ne derler- açtı ağzını, yumdu gözünü... “Bu konunun din konusu olduğunu, bunu bilemeyeceğimi, oysa yazarın dinî konuda uzman olduğunu” sesini yükselterek anlattı. Ben, ısrar edince, bu kez de “Konuyu TRT Genel Müdürü’ne ileteceğini” filan söyledi. Ben de “İstediğin yere başvur” dedikten sonra; “Siz ve o uzman kişi, Kâtip Çelebi’nin Mizanü’ül Hakk adlı eserini okumalısınız” deyip o bölümü çıkarttım. Nitekim son denetim de benim bu kararıma uydu ve metin bu haliyle yayımlandı.
Kâtip Çelebi “En Doğruyu Seçmek İçin Hak Terazisi” anlamındaki, o küçücük “Mizanü’ül- Hakk” adlı harika eserinde selam konusunda şöyle der:
“Her kavmin arasına bir türlü selamlaşma yayılıp yerleşti, kaldı. Bugün Osmanlı Devleti’nde mesela padişahların huzurunda selam yerine yer öperler. Din ve devlet büyüklerinin önünde, özellikle bilginlerin huzurlarında eğilirler. Diğer ayak takımı kimi “sabah’al hayr”, kimi “Aşk ola” deye esenleşir. Ve nicesi de sünnet üzere selam verirler. İmdi, bu adetler sünnete aykırıdır, vazgeçin diye bunlarla kavga ve cedelleşme ahmaklıktır. Zira defalarla söylendi ki kavmin örfünü değiştirmek çok güçtür.
Bu soydan türlü sünnetlerle, halkı kendi haline koyup, (din adamları) din ve dünya işine zararı umumi olan ve düzeni bozan işlere baksınlar.”
Çelebimiz, yaşadığı sürece, halkı din adına birbirine düşürmek isteyenlerle mücadele etti. Onun devrinden çok az bir zaman önce -1580 yılında- bir Şeyhülislâm “Gökleri incelemek uğursuzluk getirir” diye rasathane yıktırmıştı... Bunları bilen Çelebi, İslam’ın matematik, geometri gibi akla dayanan bilimlere karşı olmadığını anlatır ve bu bilimlerin önemi üzerinde özellikle durur.
Yabancıların “Hacı Kalfa” (doğrusu ‘Hacı Halife’) diye bildikleri, günümüze de ışık saçan bu seçkin atamız, aydınlık fikirleriyle yüzyıllar boyu unutulmayacak. Durağı uçmak olsun.
Esen kalın efendim.

Yazarın Diğer Yazıları