Aydın kim?
Popülizm için Türkçe "halk dalkavukluğu" deniliyor. Hani, yakışmamış da değil. Halk dalkavukluğunun muhatabı, elbette, siyasetçi-yöneticilerdir. Bu "halk dalkavukluğu" sözünü, -toplumun zararına olacağını bildikleri halde- halkın her isteğini yerine getiren yöneticilere verilen bir sıfat olarak tanımlayabiliriz.
Ülkesini, halkını seven aydın kişi, istese de halk dalkavuğu olamaz. O, gerçeği halkıyla paylaşmaktan korkmaz. Hele hele, koltuğumu yitiririm gibi aşağılık bir endişeyi yüreğinde hiç taşımaz! O sadece, halkının, genelde ise insanlığın geleceği endişesini taşır. O, halkın arasından çıkmıştır; ama o farklıdır; 'havas'dır, avam değildir; fakat o halktan biridir. Onun aydın olması halktan 'uzaklaşmış' gibi bir görüntü verse de, o beyniyle halkını yaşar; yaşatır!
"Halk da kim oluyormuş? Ben onun adına düşünürüm ve uygularım" gibi, sığ ve aşağılık bir düşünce, zaten aydın bir insanın aklında yer bulamaz. Ve aydın, eğer bir siyasi önder ise, kendisini 'kurtarıcı' olarak sunma zavallılığına hiç düşmez; kendisini Tanrı'dan bir parmak aşağıda görmez!
Diğer yandan, yüzyıllardır geri bırakılmış, sözde eğlencelerle, masallarla uyuşturulan; dolayısıyla okumayan, düşünmeyen, bilgiye dirsek çevirmiş cahil bir halk için, dünya gerçeği ortadayken "Ben halkım gibi düşünüyorum; halk ne isterse onu yaparım" demek ise, dolaylı olarak (zımnen) halka ve onun geleceğine ihanet değil midir?
Nasıl bir insandır aydın?
Aydın sloganlarla konuşmaz. Çünkü slogan, kolaycılığa çağrıdır; beyinleri tembelleştirir. Çünkü slogan, bilgisizlerin emanet aldıkları bilgi yüklü bir çığlıktır! Aydının çığlığa ihtiyacı yoktur. Çünkü çığlık anlaşılması zor bir sestir. Oysa aydın anlaşılmak ister; beyinlere, mantık terazilerine söz atar.
Aydın, hangi konumda olursa olsun; halkını aydınlatmak için zaman harcar, ter döker, nefes tüketir; bıkmadan aklın donanması için uğraşır. Verdiği bu emeklerinin ödülü ise, sadece ve sadece engin bir iç huzurudur.
Aydın, halkının haberi olmadan halkı adına sıkıntıya giren insandır. Bu anlamda aydın 'mahallenin delikanlısı'dır!
"Aydının milliyeti yoktur", sözüne inanmak; 'olta yemi' olmaktan başka, canlı türleri içinde insanı, bir amip, gelişmemiş bir organizma olarak görmek demektir. Bu ise insana hakarettir. Aydının 'millî' olması, onun evrensel düşünceler beslemesine, insancıl bir dünyayı gümrah gönlüyle kucaklamasına engel değildir. Yahudi kimlikli seçkin bilim insanı-aydın olan Albert Einstein'in son eseri Yahudi tasavvufu Kabala üzerine idi. Ve aynı Einstein, Hitler zulmünden kaçmak isteyen Yahudi bilim insanlarını Türkiye'nin kabul etmesi için Atatürk'e mektup yazarak ricada bulunan insandır. Aydın, içinden çıktığı milletini-ulusunu gerekiyorsa korumak zorundadır. Aydın, evinden, evrensele açılan bir ufuk sahibidir.
Aydınlar için daha pek çok tanımlama yapabiliriz. Ama tüm tanımlamalar arasında bir özellik vardır ki, o özellik 'ülke aydını'nın adeta 'kimlik' kartıdır! O özellik; fiyatsızlığıdır! Ülkesine, ulusuna-milletine bağlı bir aydını, milleti zararına çalıştırmak için satın almak, asla mümkün değildir. Bu anlamda aydının fiyatı yoktur! "Herkesin bir fiyatı vardır" sözü, çok çirkin bir liberal-kapitalist yalanıdır; ve erdemli insan soyuna yapılan en büyük iftiradır. Gerçek aydının değil satın alınması; ikna yöntemiyle 'devşirilmesi' bile söz konusu olamaz. Milletin zararına çalışma şerefsizliğini yaşayanların durumları çok özeldir. Onlar bilerek, isteyerek, kimi evrensel insancıl normların şemsiyesi altında söz üreterek, ihanetlerini postmodern bir gereklilik olarak sunarlar. Onlara aydın demek, aydınlara hakarettir.
Kısacası, aydın olmak gerçekten zor iştir!
Atatürk'e; yabancı bir gazeteci "Size dâhi diyorlar ama, siz Fransızcayı bile çok iyi bilmiyorsunuz?" deyince, Atatürk muhatabına şöyle der: "Beyrut'un hamalları yedi dil bilir!"
Ulu Tanrı bizi, ortalıkta dolaşan Beyrut hamallarını aydın sanma gafletinden korusun!
Esen kalın efendim.