Atatürk yüzde kaç oy alırdı?
Seçim bitti. Seçim için düzenlenen, sahte, mutlu ve mükemmel Türkiye tablosu da derhal sona erdi. Dolar, döviz istikrarsız bir şekilde inip çıkmaya devam ediyor. Öte yandan gazetecilerle kameralar önünde Ankara’da su sıkıntısı olmayacağını ileri süren Ankara’nın zengin belediye başkanı ikişer günlük su kesintilerini başlattı. Yetmedi şimdilerde elektrik kısıntıları kapıda.
Sizleri bilmem ama beni bu durum hiç mi hiç şaşırtmıyor. Bence bunlar önümüzdeki yıllar içinde başımıza gelecek öteki kötü şeyler içindeki en hafif durum. Öte yandan kim için şehit oldukları tartışılması gereken evlatlarımızın tabutları gelmeye devam ediyor. Ortada hiçbir eylem ve hareket yok. O kadar fasarya bir ülke haline geldik ki kimseyi korkutamıyor, kimseyi Türkiye aleyhindeki hareketlerinde çekinceye sevk edemiyoruz.
Önümüzdeki dönemde ampul iktidarında yeni zenginler yaratılmasına geçit veren Türk halkı, yeni yoksulluklar ve sıkıntılar çekmeye hazırlanmak zorunda. Tüm sinyaller o yönde.
Şimdilerde konuştuğum herkeste garip bir eğilim ve söylem var. Kimse AKP’ye oy verdiğini kabul etmiyor. Oysa her iki kişiden biri bu partiye oy vermiş olmalı. Ne oldu bir kilo patates veya Temmuz’da kömür uğruna kendi ve çocuklarının geleceklerini satmaları mı utandırıyor bu seçmenleri? Sanmam, pişman olduklarını da hiç sanmam. Ama AKP’ye oy vermekten gurur duyduğunu açıkça söyleyebilenlerin sayısı nedense parmakla sayılacak kadar az.
Bu durum aklıma geçenlerde garip bir soruyu getirdi. Acaba Mustafa Kemal Atatürk 1925 ile 1930 yılları arasında seçime girmiş olsaydı yüzde kaç oy alırdı, ülkenin kurtarıcısı. Bu durumu geçen gün Gazeteciler Cemiyeti’nde ağabeylerimize sordum. Aldığım yanıt yüzde beş civarında gibiydi. Demek ki ülkesini kurtaran bir kişiye bile bu halk, zamanında oy vermek yanlısı değildi. Öyleyse yaklaşık bir asırdır değişen bir şey yok.
Yollarda hep sordum, Ermeni soykırımı tasarısı, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti, Kıbrıs, Ege konularında ne yapmalı diye. Sanki ilk kez duyuyor gibiydiler. Onlar taban fiyatlarında bile bir poşete menfaatlerini iktidara satmış seçmendi. Öyleyse burada durum vahim denilecek boyutlardaydı. Böylesine bir taban, bir kamyon yiyeceğe Yunanistan vatandaşlığına geçebilir, savaş alanında düşmanın rüşvetine boyun eğmede tereddüt etmezdi. O zaman biz niye bir bağımsız devlet olalım ki, yönetilmeye alışmış köle bir halk olarak başkalarının boyunduruğuna girebiliriz. Nitekim İstanbul’daki boyalı basında üstad diye geçinen bazı kalemler de bunu savunmuyor mu? Yani Türk halkı geleceğini ihaleye çıkarmadı mı?
Afrika ülkelerinde bile görülmesi zor olan bu karakter erozyonu, bence Özal döneminde zirveye ulaştı ve dizi filmler ile futbol fasaryasıyla afyonlamaya devam edildi. Artık bence hiçbir ana ve babanın çocuklarının geleceği umurunda değil. Belki çocukları da pek umurlarında değil. Siyasi parti liderleri ise eski hamam eski tas değişen yok. Onlar da düzenin bir parçası.
Kusura bakmayın ama bu böyle devam edemez. Türkiye’yi kurtuluş savaşıyla kuran ve koruyan bir avuç kahraman gibi yeni kahramanların, yeni Vahdettinlere karşı bir yeni kurtuluş savaşı başlatabileceğine inanıyorum. Artık silahlı olması şart olmayan böyle bir savaşla ancak Türkiye’nin düze çıkacağına tahmin ediyorum. Başkalarını bilmem ama ben ülkemi seviyorum. Herhalde ülkesini en az benim kadar sevenlerin oranı da yüzde 5’e ulaşır. O zaman her türlü eza ve cefa için haydi vatan yoluna.