Aklım almıyor!
İslam coğrafyası kan-revan içinde! Bir mezhep savaşıdır gidiyor... Aynı dinin insanları, beyinlerinde kurguladıkları -sözde din adına- birbirini kırıyor. İnanın bu çılgınlığı bir yere konduramıyorum; aklım almıyor... Hayret ki, ne hayret!
Bir düşünün; Müslüman ’kimlikli’insanlar terör estiriyor... Hem de Allah adını anarak; “Allah-ü Ekber” diye bağırıp, kendini patlatarak intihar ediyor!
Bu nasıl bir iştir? Çok rahatça, Allah’ın iradesine ortak oluyorlar; bir Müslüman’ın Allah’la olan ’muhabbetini’sorgulama yetkisini kendilerinde bulabiliyorlar...
Bir acayip çılgınlık!
Elinde silahla geliyor; “Sizler gerçek Müslüman değilsiniz, biz sizi Müslüman edeceğiz” diyebiliyor... Diğer yandan; kendi mezhebi dışındakileri düşman olarak görüyorlar.
Oysa Avrupa-Batı, “Otuz Yıl Savaşları” olarak bilinen mezhep savaşlarını 17. yüzyılın ilk yarısında bitirdi ve tarihe gömdü. Hem de o uzun savaşı -kendilerini gerçek Hıristiyan gören Katolikler değil- Luterci Protestanlar kazandı. Ve Avrupa bu olayları tarihin ‘ambarına’ kapatıp; hiç zaman geçirmeden teknik-teknolojik konulu ’akıl oyunlarına’başladı. Çok geçmeden de dünyada günümüzdeki üstünlüğünü kurdu!
Bizler ise yüzyıllardır bir acayip zamanı yaşıyoruz...
Ve bugün, 1,5 milyarlık İslam dünyası, o ‘kâfir’ Batı’nın, teknolojik pazarının azat kabul etmez tutsağı durumunda! ‘Gâvur’un icatlarıyla yaşam kalitemizi sürdürüyor; onların silahıyla kendi din kardeşlerimizi öldürüyoruz!
Lütfen, İslam coğrafyasını hayalinizde şöyle bir şekillendiriniz. O coğrafyaya baktığınız zaman, acı gerçek ortaya çıkıyor: Kuzey Afrika’dan, Orta Doğu bitimine ve Afganistan’a kadar olan bölgeler kan ağlıyor... Bu felâketi sadece ’yabancı parmağıyla’açıklayamayız. Bu kendimizi avutma ve gerçeklikten kaçış olur. Elbette yabancı parmağı olmuştur ve hep de olacaktır. Ama sen, işlek bir akıl donanımıyla yabancının ‘oyununu’ bozabileceksin-bozabilmelisin...
İşte İslam coğrafyasının açmazı buradadır!
Bu netameli coğrafyada sakinliği ‘biraz’ Türkiye yaşıyor. Yaşıyor; çünkü ‘Laiklik’ devlet binamızın en güçlü temeli. Laiklik ilkesi Cumhuriyetimizin perçini... Nitekim 1980’lerde İslam Konferansı Genel Sekreteri Habib Şaddi “İslam ülkeleri içinde Türkiye, hepimizden ileri olmasını Atatürkçü Düşünce Sistemi’ne borçludur.” diyordu. Gerçi günümüzde laiklik ilkesi özellikle örselense de, işlevini yine de sürdürüyor.
Bir başka sıkıntı da şudur: İslam coğrafyasındaki devlet yöneticisi, yurttaşlarını ‘mezhep’ kimliği ile tanımlıyorsa, işte orada felâketin kıvılcımı var demektir. Bir başka deyişle devlet adamının bir mezhebi kucaklaması, diğerlerini yok sayması, bir büyük felâkettir. İslam ülkelerindeki en büyük tehlike de budur. Nitekim bu büyük tehlike günümüzde, en alevli haliyle Suriye, Irak ve Afganistan’da yaşıyor.
Biliyorsunuz; IŞİD belâsı Suriye’de baş gösterdi. Suriye Türkmenlerine çok büyük acılar yaşattı. 23 Kasım 2013’te yazdığım yazıda bu konuda şöyle demiştim:
“Türkler Suriye’de” Dininiz zayıf, katliniz vacip, malınız helâl, hanımlarınız da hediye, diye katlediliyor. Öyle olmasa, Amberin Zaman’ın röportajına konuşan Bayır-Bucak Türkmen’i şu sözleri söyler miydi? “Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), son birkaç aydır köylerimize sızmaya başladı. Evvela camilerde imamlığı ellerine geçirdiler. ’Sufisiniz size gerçek dini öğreteceğiz, şeriat getireceğiz,’dediler. (...) Kaç kişiyi öldürdüler, alınlarına kurşun sıkıp. Sonra da burunlarını, kulaklarını kesiyorlar. Köylerimizde insan kalmadı.”
Aynı IŞİD şimdi Irak’ta Müslüman kanı döküyor...
Böyle bir dünyaya benim aklım ermiyor; aklı erene aşk olsun!
Esen kalın efendim.