ABD artık dünyanın jandarması olamaz!
21. yüzyılın başları bir çok değişimler, yeni oluşumlar ve beklenmedik süreçlerle geçiyor.
Her şeyden önce, ABD’nin gerçekten de “süper” bir ülke, “güçlü” bir devlet olduğunu “peşinen” kabullenmek artık gerekmiyor.
Çeşitli iç ve dış sorunlarla boğuşan ABD’nin, aynı zamanda dünyanın jandarmalığını yapma girişimlerinden ve stratejisinden vazgeçmesi gereği bile tartışılıyor.
Özellikle “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi” ABD’nin hem “başını belaya sokuyor” , hem de İslam âleminde “korku” ve “endişe” doğurmaya devam ediyor. Nitekim Irak’ın paramparça edilmesinden sonra Sudan’ın büyük bir seçim oyunuyla ikiye bölünmesine karşılık olarak Tunus ve Mısır’da halkın ayaklanması ABD’ye “beklenmedik” bir şamar ve direnme olarak değerlendiriliyor.
Çünkü bu iki ülkede de, ABD’nin isteği tam olarak gerçekleşmemiş görülüyor.
Libya’ya gelince, tam bir “handikap” olarak günleri dolduruyor.
Suriye, Bahreyn ve Yemen öyle sanıldığı gibi düşmüyor.
Kaldı ki, ABD’nin tarihine şöyle bir bakıldığında, Amerikan halkının temel uğraşısının “ticaret” olduğu görülüyor.
1914’te Avrupa’da çıkan savaşın, Amerikan halkında “şok” etkisi yarattığı biliniyor. Savaşın, ekonomik ve siyasal etkileri kısa zamanda ve derinden hissediliyor.
Hafif çöküntü geçiren ABD üreticisi, Batılı Müttefikler’in “mühimmat” siparişleri sayesinde, bir yıl geçmeden yeniden gelişmeye başlıyor.
İşte bu “mühimmat” siparişleri ABD ekonomisinin “temel fayı” oluyor.
Yani, “mühimmat” siparişlerinin süreklilik kazanması veya kazandırılması ABD’nin dış politikasının da “temel taşı” niteliğini kazanıyor.
“Mühimmat siparişi” nin için ne denli değerli olduğunu anlatabilmek için 1933’lere dönmek bütün tereddütleri ortadan kaldırıyor.
1933’te işsiz kalan milyonlarca Amerikalı’nın büyük zamanı ekmek kuyruklarında geçiyor.
Binlerce işçi, iş ve barınak bulmak için ülkede başıboş dolaşıyor.
Hatta sevilen bir şarkının nakaratı “Kardeşim on sent verebilir misin?” şeklindeydi.
Aslında, 1960’lar, ABD’nin tarihinde çok önemli adımların atıldığı zamana rastlıyor. 1960 yılına gelindiğinde, hükümet vatandaşların yaşamında giderek büyük bir güç oluyor.
1930’lar boyunca Beyaz Saray, büyük bunalımın yaşattığı yaraları sarmak için yasalar öneriyor ve Kongre ile yakın iş birliği yapıyordu.
Pek çok Amerikalı, hükümetin artan rolünü kabullenmekle birlikte, bunun ne dereceye kadar genişleyeceği konusunda anlaşmazlığa düşüyordu.
Demokratlar, hükümetin gücünün, büyüme ve istikrarı güvence altına almak için kullanılmasını istiyordu.
Cumhuriyetçiler ise, hükümetin temel ve gerekli sorumluluğunu kabul ediyor; buna karşılık, harcamaların sınırlanmasını ve bireysel girişimlerin yeniden canlandırılmasını istiyordu.
İşte bu görüşler altında günümüze kadar gelindiğinde, ABD bu sefer Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi ile gezegeni adeta tehdit ediyor.
Afganistan’dan sonra Irak’ta başı büyük belaya girmesine rağmen, İran harekâtından tam olarak hâlâ vazgeçmeyen ABD’nin “ne yapmak istediği” pek anlaşılmıyor. ABD’nin “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi” adı ve belki de “maskesi” altında “gizli” sözde barış girişimleri heyecan ve endişe uyandırıyor.
Her ne kadar “GBOP” ile ilgili çeşitli spekülasyonlar ortaya atılıyorsa da, galiba projenin aslını ABD bile tam olarak oluşturamamış hatta başkan Obama tarafından pek benimsenmediği sezinleniyor.
ABD, şimdilik bekleyerek sadece bir yandan dünyanın, özellikle Arap ülkelerinin nabzını yoklarken, bir yandan da “nerede’, ” ne zaman “, “ ne “ yapacağının fırsatlarını kolluyor.
Aslında ABD, zaman zaman böylesine
“ süper ” mi desek, “ frapan ” mı desek veya “ hassas ” mı desek, “ tehlikeli ” mi desek, projelerini gündeme getiriyor. Bir zamanlar, yine Orta Doğu’yu kapsayan bir
“ Güvenlik Kuşağı ” projesi vardı.
ABD’nin yanı sıra Fas, Mısır, Ürdün, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye ve Pakistan’ı kapsayan bir “ Güvenlik Kuşağı ”nı uygulama çabaları ve aksaklıkları zihinlerden silinmiyor.
Sonra, “ Güvenlik Kuşağı ”nı andıran paralel bir proje, “ Yeşil Kuşak ” hatırlanıyor.” Güvenlik Kuşağı “, ” Yeşil Kuşak “ ” Büyük Orta Doğu Projesi “ veya ’’Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi” derken ABD’nin her planı akılları allak bullak ediyor.
Ne var ki, ABD’nin Orta Doğu’daki konumu ile ilgili tartışmalar, yeni kuşkular doğuruyor.
Bir kere, Irak’ta ABD’nin başı hâlâ büyük bir belada, sanki ikinci bir Vietnam bataklığına saplanmış görüntüsü veriyor. 2013’e kadar askerlerini çekmesi yeni badireler doğurması bekleniyor..
Afganistan’ı bir kenara bırakarak, “El Kaide” tehlikesi de göz önüne alınırsa, ABD’nin projelerini rahatlıkla uygulama şansı azalıyor.
Gerçi ABD şimdilik bir “muamma” gibi görünen projesini biraz da Orta Doğu’da bulunan bazı liderlere güvenerek sürdürmeye çalışıyor.
Üstelik Fas gibi, sakinleştirdiği Libya gibi Arap ülkelerinden “olumsuz” sesler yükselmeyeceği umuluyor.
Madalyonun öbür ucunda Mısır halkının beklenmedik tavrı, her şeyden önce diğer Arap ülkelerine umutsuz olsa da “cesaret” veriyor.
Belki de Mısır, uzun yıllardan sonra, ilk defa ABD’ye karşı bir tavır içinde kalıyor.
Zaten Tunus başı çekmenin heyecanını yaşıyor.
Çok yaygın görüşlere göre; ABD’den her şeyden önce, İsrail’in güvenliğinin yanı sıra özellikle Orta Doğu’da petrol ve su yollarını denetim altına almak asıl gayesiyle ’devreye sokmadığı GOP yerine yeni planlar bekleniyor.
Bölgedeki Arap ülkelerine başta “demokrasi” olmak üzere ’’huzur “ ve ” sükûn “ vaat eden, bir yerde de Bin Ladinvari eylemler yüzünden potansiyel tehlike görünen ” gücü “ sakinleştirme operasyonlarını başlatması beklenen ABD projeleri, beraberinde bakalım ne sürprizler getiriyor?
Dileriz ki, yeni projeler kalıcı ve adil barıştan yana olsun ve de “ Yıldız Savaşları Projesi ” gibi sadece “ tehdit “ amaçlı bir mekanizma oluşturmasın.
Görünen şimdilik odur ki, ABD’nin aklı fikri, başta İran olmak üzere bütün İslam ülkelerine odaklanmış bulunuyor.
Oysa, gelişmeler sonunda ABD’nin dünya jandarmalığından artık usul usul vazgeçmesi gerekiyor.