2011 "Kara bir kış" gibi!
2011 yılının bir muhasebesini yapmaya yeltenenler, kanla barutla yoğrulmuş acı günleri görüyor. İnsanları mevkilerinden, makamlarından, özgürlüklerinden, topraklarından, ailelerinden nasıl koparıldıklarını hatırlıyor.
... Ve ne yazık ki, gezegenimizdeki bu trajik süreç, gözlerin önünden acı acı geçerken, belleklerde burukluk ve ürkeklik yaratıyor.
2011 yılında neler olmamıştı ki; “Medeniyet dediğin canavar”, özellikle Müslüman ülkelerin üzerinde tahribatını yapmış ve yüzlerce masum insanın canı, malı yok olmuştu.
Aslında, birkaç yıl önce Afganistan’da “çekilen pim”in tahribatı, ülke ülke, günümüze kadar yayılıyor.
Irak’ın Kuveyt’i işgali, Körfez Savaşı, ABD’nin müdahalesi, Saddam’ın ortadan kaldırılışı, hep 2011 için hazırlıkları işaret ediyor.
Bu arada, İsrail’i kollamak için Filistin’i tanımama hatta onu paramparça etme gayretleri gözler önünden geçiyor.
Adına “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi” denilen “derin” planın şifrelerinin kendiliğinden çözülme dönemleri ister istemez yaşanıyor.
Nihayet, projenin bir ayağının uygulanarak bazı ülkelerde “Arap Baharı” başlatılıyor.
Oysa, olanları değil “bahar” kapkara günlerle tanımlamak gerekiyor.
Sözde “demokrasi” teraneleri, kan ve gözyaşından başka bir şey getirmiyor.
Böylece, güç gösterisiyle 2011 adeta kanlanıyor.
Madalyonun bir tarafına, “bahar” paftası ışınlanırken arka tarafına ekonomik krizler yapışıyor.
Gerçekten de, birkaç yıl önce başlayan ekonomik kriz, sessiz sedasız bir şekilde “Ben hâlâ buradayım” işaretleri veriyor.
İlk krizin nedenini, Afganistan ve Irak’taki askeri harcamalara bağlayanlar ortaya çıkıyor.
Belki de, fatura bu yüzden Müslüman ülkelere kesiliyor.
Yani, zaten temelinde Orta Doğu’daki zengin enerji kaynaklarını ve yollarını güven altına almak görüşü yatan Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi (GBOP) bir başka işlevde kendini gösteriyor.
2011’de dış dünyamızın, hali perişanından, ülkemizin etkilendiğini de, kabullenmek gerekiyor.
Her ne kadar, ekonomiden politikaya kadar hayatın “normal” geçtiği söyleniyor, hatta zaman zaman görünüyorsa da, süreç bazen ağır eleştirilere uğruyor.
Kısacası, madalyonun yüzündeki parıltılar arkasına pek yansımıyor.
Özellikle, dış politikadaki tutarsızlıklar ülkeyi âdeta sarsıyor.
“Arap Baharı”nın kayıtsız şartsız taraftarı olan Türkiye’nin aslında, beklenmedik ve hatta tehlikeli sayılabilecek girişimlerinin başını çok ağrıtacağının sinyalleri alınıyor.
Bu arada, Ermeni yalanının Fransa tarafından istismar edilişinin süreci Türkiye’yi rahatsız ediyor.
Buna, Kıbrıs sorunu ve Irak’ın kuzeyindeki oluşum eklenince, Füze Kalkanı ve İsrail ile olan anlaşmazlık da hatırlanınca, dış politikamızın badireleri kendiliğinden ortaya çıkıyor.
İç politikaya gelince, her şeyi bir kenara bırakıp, son olarak, art arda yaşanan “bedelli”, “şike” ve “emekli milletvekili maaşına zam” olayları bile karmaşalığı ve rahatsızlığı âdeta kamuoyuna mal ediyor.
Yeri gelmişken, parlamenterlerimizin “zam” eylemlerinin kolay kolay unutulmayacağını burada da kaydetmek icap ediyor.
Yeşil reçeteleri ortadan kaldırarak, sağlık sistemini fakir fukaranın sırtına yıkanların, aynı gece binlerce lira zam için çaba göstermelerini Türk milletinin unutacağını sananlar, büyük yanılgı yaşıyor.
Ne var ki, “sessiz çoğunluk” burada da, “tarihi görevini” yerine getiriyor.
En önemlisi, ekonomik ve sosyal profil, zikzaklar çizerek değişiyor.
Bu arada, bir bölüm medya, susmak mecburiyetinde kaldığını deklare ediyor. Haklarında takibata geçilen “muhalif” medya mensuplarının çokluğundan sık sık bahsediliyor.
Hükümet ise, basın özgürlüğünün tam işlediğine inanıyor ve her fırsatta bunu beyan ediyor.
Batıya gelince, basın özgürlüğünün ihlal edildiğini, her raporunda açıklıyor.
Medya mensuplarının bir baskı altında olduğu havası esiyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, 2011 gerçekten de, “kara bir kış” gibi hükmünü icra etmiş bulunuyor.