19 Mayıs ve gençlere düşen görev
Bu gün 92. yıldönümünü “resmen” kutlayacağımız 19 Mayıs aslında her Türk’e gurur ve coşku verirken özellikle gençlerimizi daha derin düşündürmesi gerekiyor.
Zaten, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını korumak ve kollamak, özellikle gençlerimizin vazgeçilmez görevi oluyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, “vatanın bağımsızlığı” için Anadolu topraklarına ayak basışından şu ana kadar, yıllar geçmiş olmasına rağmen, hâlâ “sen-ben” kavgalarıyla uğraşmanın ve dış dayatmaların sıkıntısı ne yazık ki çekiliyor.
Gerçekten de, 92 yıl önce, ülkenin huzur ve selameti için ilk adımlar atılmış ve büyük mücadelelerden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları çizilmişken; şimdi hırslar, kişisel menfaatler ve dış mihrakların oyunları yenileniyor.
Oysa, aziz vatanımızın bölünmez bütünlüğü, milletimizin huzur ve güvenliği için, en büyük özveriyi göstermemiz gerekiyor.
92 yılın muhasebesi yapılırsa, eksikliklerimiz, ihmalkârlığımız hatta gafletlerimiz bir bir ortaya çıkıyor.
Birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz bu dönemde, “19 Mayıs” ruhunun, benliğimizi bütünüyle sarması icap ediyor.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nın anlamı, “buruk” da olsa kutlamaların, gösterilerin ötesinde değerler taşıyor.
Her şeyden önce, gençliğimize devredeceğimiz mirası, uzun uzun düşünüp tavır, hareket, hatta eylemlerimizi yeniden düzenlemeliyiz.
Açıkça ifade etmek gerekirse, 19 Mayıs’ların, vatanın istikbali ve selameti üzerinde “pazarlıklara girişilsin” diye yaşanmadığının bilincini çoğunluğumuz taşıyor.
Esaret zincirini, ta 92 yıl önce kırmak üzere bayrak açan ve bütün güçlüklere rağmen bunu başaran Türk milleti, elbette her türlü krizi aşabilecek ruha sahiptir.
Heyecan, gurur ve sevinç içinde kutlamamız gerekirken, içine düşülen ve yaşanan burukluktan kurtulmanın yollarını, “19 Mayıs” ruhunda aramak icap ediyor.
Unutulmamalıdır ki, gençlerimiz en büyük umudumuz oluyor.
Her ne kadar, gençlerimizin gücünden, kapasitesinden yararlanmayı şimdiye kadar ertelemiş olsak bile, tek ümidimiz sadece onlar kalıyor.
Zaten, Cumhuriyet de onlara emanet edilmemiş miydi?
Acı olan şudur ki, genç nüfus avantajımız ve gençlerimizin fonksiyonu bir türlü devreye girmiyor.
Genç nüfus potansiyeli, ne yazık ki yönetim kadrolarının elinde eriyip gidiyor.
Gençlerimize düşen en büyük görevlerin başında, “19 Mayıs 1919” ruhuna yakışan duruşlar ve hatta yönetimde söz sahibi olmak için girişimlerde bulunmak geliyor.
Üstat Bedii Faik ile Yeniçağ’da
Türk basın âleminin müstesna şahsiyetlerinden üstat Bedii Faik ile Yeniçağ Gazetesi’nde bir kez daha bir araya gelmenin kıvancı ve huzuru insana bambaşka bir haz veriyor.
Gerçekten de üstat Bedii Faik, Türk basınının halen “ayakta” olan en büyük kalemlerinin başında geliyor.
“Kalem” demişken üstadın bu konudaki, önemli ve keskin bir görüşünü nakletmek, özellikle bu günlerin atmosferine denk geliyor.
Üstat Bedii Faik’e göre “kalemşör, parayla yazan kişilere” deniliyor. Yani “silahşör” den yola çıkarak, bazı yazarlara “kalemşör” yakıştırmasında bulunanlar büyük bir yanılgıya giriyor.
Gerçi, son yıllarda kimin, “kalem erbabı”, kimin “kalemşör” olduğu pek fark edilmiyor.
Yanında İstanbul Gazeteciler Birliği Başkanı Engin Köklüçınar olduğu halde Yeniçağ’ı ziyaret etme nezaketinde bulunan üstat Bedii Faik’in, Genel Yayın Yönetmeni Hayri Köklü ve İcra Kurulu Başkanı Ahmet Yabuloğlu ile sohbetine katılmanın onuru unutulmuyor.
Aslında, üstadın oğlu meslekdaşımız Faik Akın’la Tercüman Gazetesi’nde geçirdiğimiz günler de pek hafızalardan çıkmıyor.
Yeri gelmişken, üstadın “Akın” soyadını kullanmamasının nedenini de açıklamak bize düşüyor.
Üstadın gazeteciliğe daha doğrusu yazarlığa başladığı dönemde, merhum Peyami Sefalar, Falih Rıfkı Ataylar, Mümtaz Fenikler, Ulunaylar, Necip Fazıl Kısakürekler gibi bir birinden “dev” imzalar Babıali’de kalem oynatıyordu.
Üstat Bedii Faik, “Akın” soyadını da kullanmayarak, bir bakıma onlara göre, gençliğini özenle saklıyordu.
Böylece, ilk aylardan itibaren yazarlar polemiğinde yer alıyordu. Ona ilk cevap veren de rahmetli Peyami Safa oluyordu.
Üstat Bedii Faik, şükürler olsun ki, hala yaşlanmayan, çoğu kişiye “ders verebilecek” bir portre çiziyor.
Öteden beri bilinen, dillere destan şıklığının yanı sıra, tespitleri, görüşleri, değerlendirmeleri, esprileri kısacası “bilge” duruşuyla üstat Bedii Faik, özellikle mesleğimizde çoğu kişiye örnek olacak bir performans sergiliyor.
Babıali’yi yakından tanımak ve gerçeklerini yaşamak isteyenlerin mutlaka üstat Bedii Faik’ın “rahle-i tedrisi” nden geçmek fırsatını yakalamaları gerekiyor.
Üstat Bedii Faik’i kısaca anlatabilmek için bile, sayfalar dolusu yazmak yetmiyor.
Yeniçağ’ı ziyaretinden dolayı, üstada şükranlarımızı sunmak gayreti bile satırlara sığmıyor.