Zafer Arapkirli / Yeniçağ
Aslında, Körfez ülkelerinin muazzam spor yatırımlarını, küresel anlamda 2022 Katar Dünya Kupası ile birlikte tartışmaya başlamıştık. Dünyanın pek çok "Futbol Ülkesi" dururken, üstelik saçma sapan bir mevsimde, bütün dünya liglerinden takımların fikstürlerini alt üst edecek bir şekilde, deyim yerindeyse örf ve adetleri, yaşam biçimleri o toprakların dini ve kültürü ile uyuşmayan, "72 milletin insanını" Katar'a taşıma kararı, herkesin kafasını karıştırmıştı.
Zaten, Katar 2022'nin kararlaştırılmasıyla ilgili muazzam miktarlarda rüşvet ve kayırma iddiaları, FİFA ve UEFA nezdinde soruşturulmuş, pis kokular ve pis ilişkiler ortaya çıkmış, ancak her ne hikmetse üzeri kısa sürede kapatılmıştı. Fransa'nın medar-ı iftiharı eski milli takım kaptanı ve eski UEFA Başkanı ünlü futbol insanı Michel Platini'nin bile bu pislikler içinde adı geçmişti.
Katar 2022 Dünya Kupası, uzunca bir süredir baskıcı Körfez rejimlerinin, evrensel çapta spor organizasyonlarına talip olma ve kendi bünyelerindeki yerel futbol liglerinin kalitesini (tabii ki marka değerini) de gözle görülür biçimde arttırma çabasının sadece bir parçasıydı.
Dünya, bu olguya bir isim bile takmış bulunuyor:
"Sportswashing"
"Spor" ve "Yıkama-Temizleme-Aklama" sözcüklerinin bileşiminden oluşan bu tabir, "Demokrasi ve insan hakları sicilleri ikinci, üçüncü sınıf rejimlerin, ellerindeki devasa finansal gücü, kullanarak, spor gibi dünyanın büyük ilgisini çeken alanlarda büyük yatırımlarla imajlarını bir anlamda cilalama" çabası anlamına geliyor.
Bizler burada, aralarında Türkiye'de de bir dönem boy göstermiş ünlü futbolcuların, (örnek: eski Beşiktaşlı Anderson Talisca ve Romain Saiss) bizim ligimizde oynamaktansa neden Suudi Arabistan'ı tercih ettiğini konuşur, tartışırken, özellikle son yıllarda aralarında dünyanın tartışmasız en ünlü futbolcularından Ronaldo, Neymar, Mbappe gibi yıldızların Körfez'e göcünü izledik. Hem de (bütün spor branşlarını toplayınca) toplamda milyarlarca Dolar tutarında yatırımlarla ve transfer ücetleriyle...
Suudi Arabistan, öteden beri Avrupa'nın zengin ülkeleri ve ABD'nin elinden önemli spor organizasyonlarını almaya başladığında bu "Sportswashing" olayı dikkat çekmeye başlamıştı.
Önce 2018 yılında Dünya Güreş (bizim buralarda yıllardır pankreas güreşi diye bilinen, serbest ve bir nevi dövüşlü) Şampiyonalarından birini (WWE - World Wrestling Entertainment) yıllığı 100,000,000 US Dollar karşılığında 10 yıllığına satın alırken, spor aleminin gözleri , adeta "fal taşı" gibi açılmıştı.
Bu hamleyi, boks, tenis, at yarışları, Formula 1, golf gibi alanlarda muazzam atılımlar izledi.
Bunlara paralel olarak Suudi Arabistan'ın önemli isimlerinin (tabii ki devlet bünyesindeki) kontrolündeki şirketlerin özellikle İngiltere liglerinden büyük takımlardan büyük hisseler satın alması da dikkatleri bu ülkeye çevirdi.
2018'de ödülü 60 milyon Dolar olan büyük bir ağır sıklet boks şampiyonluğu finalinin Suudi Arabistan'da yapılması, "Neler oluyor?" dedirten bir başka adımdı.
2020 Şubat ayında Dünya at yarışları tarihinin o güne kadarki en büyük ödüllü koşusu "Saudi Cup", (20 milyon Dolar ödüllü) Riyad'da gerçekleşti.
Bir yıl sonra, 2021'de, dünya yıldızı Lionel Messi, Suudi Arabistan turizmini tanıtmak üzere bu ülkeyle 25 Milyon dolarlık bir anlaşma imzaladı.
Aynı yıl Suudi Arabistan'ın "Varlık Fonu" (Public Investment Fund - PIF) İngiltere Premier League'in en ünlü ekiplerinden Newcastle United'ı tam 400 Milyon dolara satın almaya karar verdi.
Aralık 2021'e gelindiğinde ünlü Formula 1 yarışlarının Cidde ayağının yapılmasına karar verildi. Sponsor, ülkenin ulusal petrol şirketi Saudi Aramco'ydu.
Geçen yılın, yani 2022 yılının Ekim ayında, ünlü LIV Golf Tour, bu ülkedeki ilk organizasyonunu gerçekleştirdi..
Sıkı durun!.. Tam 2 milyar dolar tutarında bir kontratla...
Yine aynı sene, Suudi "Varlık Fonu" PIF, Formula 1 iştiraki Aston Martin şirketinin yüzde 17 hissesini satın alıyordu.
Ve takvimler Aralık 2022'yi gösterdiğinde dünyanın en önemli futbolcusu ünvanını bence hak eden Cristiano Ronaldo, uzun süredir "huzurunun" kaçık olduğu Manchester United kulübü ile vedalaşarak, Al Nasr kulübüne tam 600 Milyon dolara transfer oluyordu.
Artık, Suudi liglerine "oradan buradan, biraz kaliteli" oyuncuları toplamasıyla ünlü Suudi Ligi, vitesi de çıtayı da iyice yükseltmeye karar vermişti.
Bu yılın Haziran ayında Suudi Arabistan Varlık Fonu (PIF) ligdeki 4 futbol takımını doğrudan satın alıyor ve bunun ardından iki Fransız yıldız Karim Benzema ile N'golo, toplam 500 milyon dolarlık kontratlarla Al İttihad kulübüne gidiyordu.
Onları, geçtiğimiz günlerde Mbappe ve diğerleri izleyecekti.
Peki bütün bunların sadece "spora yatırım" olduğuna inanmamız mı isteniyor?
Elbette ki öyle değil.
İnsan hakları ve demokrasi sicili on yıllardır "yerlerde sürünen" Suudi Arabistan, daha kısa bir süre öncesine kadar "kadınların otomobil kullanmasına" bile izin verilmeyen, bazı suçların cezasının "kelle kesme" olduğu, demokrasinin "D"sinin bile yanına yaklaşılmadığı bir ülke iken, böyle hamlelerle evrensel çapta "İmaj yıkama/temizleme" operasyonu yapıyor ve kendisini uluslararası arenada "daha kabul edilebilir bir rejim" olarak lanse etmeye çalışıyor.
Sadece Cemal Kaşıkçı cinayeti bile bu ülkenin imajını yerlere sermişken, bir anda bu kadar kolay toparlanabilmiş olması çok ilginç değil mi?
Ey Petro Dolar!.. Sen nelere kadirsin?..
Bir yandan da Batı'nın ekonomik sistemine entegre devasa spor organizasyonları ile "Batılı ülkeler ve onların ekonomileri" nezdinde "ortak" statüsüne geçiriyor kendisini.
NBA gibi bir turnuvanın "yabancı yatırımlara kendisini açma" kararı, Premier League Kulüplerinin bir bir "Suudi patronların eline" geçmesi, Formula 1 gibi organizasyonların pek çok Avrupa ülkesinde itibar görmezken Körfez'e açılması, hiç de tesadüfi adımlar değil tabii.
Önümüzdeki yıllarda bu "Sportswashing" işini çok daha göz kamaştırıcı hamlelerle daha da fazla konuşmamız hiç de sürpriz sayılmamalı.