Yılmaz Özdil’den AKP’yi çok kızdıracak yazı. Darbe marbe palavraları sinsi sinsi Montrö'yü delmeye çalışırken suçüstü yakalanmış olmanın öfkesidir gerisi hikayedir

Yılmaz Özdil’den AKP’yi çok kızdıracak yazı. Darbe marbe palavraları sinsi sinsi Montrö'yü delmeye çalışırken suçüstü yakalanmış olmanın öfkesidir gerisi hikayedir

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, bugünkü yazısında Amirallerin Montrö bildirisinin iktidar tarafından ‘darbe bildirisi’ olarak görülmesini eleştirerek; “Darbe marbe palavraları, sinsi sinsi Montrö'yü delmeye çalışırken suçüstü yakalanmış olmanın öfkesidir gerisi hikayedir.” ifadelerinde bulundu…

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Amirallerin Montrö bildirisini konu eden yazısında gözaltına alınan eski Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Atilla Kezek’e dikkat çekerek "Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları bilsin diye tekrar yazıyorum… Günümüzün Çaka Bey''i, varlığıyla onur duyduğumuz Atilla Kezek''tir." dedi.

Özdil yazısının son bölümünde Amirallerin bildirisinin iktidar tarafından ‘darbe bildirisi’ olarak görülmesini de eleştirerek; “Darbe marbe palavraları, sinsi sinsi Montrö''yü delmeye çalışırken suçüstü yakalanmış olmanın öfkesidir gerisi hikayedir.” ifadelerinde bulundu…

Yılmaz Özdil''in yazısı şöyle:

"Kasvetli bi İstanbul günüydü, aylardan ekim, tükürür gibi yağıyordu, Maltepe askeri cezaevinin insanın ruhunu daraltan kapısından girdim.

Yargıtay, asrın iftirasını, Balyoz kumpasını onamıştı, arkadaşlarıma 16''şar sene giydirmişlerdi. İlk defa moralsiz görmüştüm onları, duyguları darmadağındı, konuşurken adeta cam kırıkları çiğner gibiydiler, yüreklerinde hissettikleri adaletsizliğin acısı yüzlerine yansıyordu.

Ve, biraz sohbet edince anladım ki, aslında morallerini bozan 16''şar sene hapis değildi. 16''şar sene yedikleri gün, Tuzla Deniz Harp Okulu''ndaki subay eşleri çay partisi düzenlemişti iyi mi…

Görenler anlatmıştı, şen kahkahalar atılmıştı. Arkadaşlarım işte bunu öğrenince, yıkılmışlardı.

Maalesef, var olduğuna inandığımız tüm değerlerimiz gibi, silah arkadaşlığı kavramı da tuzla buz olmuştu.Bu durum onlara hapisten ağır gelmişti.

Çıktım cezaevinden, otomobilime bindim, radyoyu açtım, haberleri dinliyorum… “Koramiral Atilla Kezek istifa etti” diyordu spiker.

Normalde deniz bisikleti bile kullanamayacak tiplerin, amiral diye koltuklara kurulduğu dönemde… Koca koca generallerin, aman benim başıma da bir sakatlık gelmesin diye, odalarında masanın altına saklandığı dönemde… Kumpasla tutuklanan subayların, silah arkadaşları tarafından satıldığı dönemde… “Bizim yerimiz onların yanıydı” demişti.

Hukuksuzluğu protesto etmek için, bu vahim adaletsizliğe halkın dikkatini çekmek için, basmıştı istifayı.

İstanbul çocuğuydu.1956''da Kasımpaşa''da doğmuştu. Haliç tersanesinde işçi olarak çalışan bir babanın oğluydu. Henüz 14 yaşındayken, henüz çocukken, annesi babası elinden tuttu, vapura bindiler, Heybeliada Deniz Lisesi''ne emanet ettiler. Evinden ilk defa ayrılıyordu. Anne hüngür hüngür ağlıyordu. Baba erkekliğe toz kondurmuyordu ama, yüreğini dağlamaya başlayan hasreti daha şimdiden gözlerinden okunuyordu.

Yakında hırçın okyanus dalgalarıyla bile cesaretle boğuşacak olan o küçücük çocuğun duygu dünyasında, fırtınalar kopuyordu.

Macera böyle başladı. Asla ihanet etmediği askerlik yeminini etti.

Atatürkçü, yurtsever, idealist bir deniz teğmeni olarak, 1976''da Cumhuriyet Donanması''na katıldı.

Kılıçalipaşa muhribinde, Yavuz ve Gemlik fırkateynlerinde komutanlık yaptı.

Adriyatik''teki SFOR dahil, pek çok uluslararası harekata katıldı. Paris ataşeliği yaptı.

Donanmanın gözbebeği harp filosu komutanlığında, en uzun süre komutanlık yapan subay oldu. Sahil güvenlik, mayın filosu, deniz eğitim komutanlığı yaptı. Güney deniz saha komutanlığı yaptı. Özetle, deniz kuvvetlerinde her görevden, her filodan, her bölgeden geçti.

Deniz kuvvetleri kurmay başkanıyken, asrın iftirasının Yargıtay tarafından onanmasına tahammül edemedi, istifa etti.

Türk silahlı kuvvetleri tek kurşun bile atılmadan esir alınmıştı.

Akp hükümeti pek memnundu. Ahali tırsmış, basın susmuştu.

Koramiral Atilla Kezek, bu korku atmosferinde elinden geleni yapıyordu. İstifa etmeden önce, mahkeme mahkeme dolaşıyor, Balyoz duruşmalarını takip ediyor, hapishane hapishane ziyaret ediyor, destek olmaya çalışıyordu.

Uyardılar… “Bu işe fazla burnunu sokma, duruşmalara gitme” dediler.

“Bizi sadece onursuzluk korkutur” dedi, gitmeye devam etti.

İki defa randevu aldı, Tayyip Erdoğan''a bile gitti, kumpası anlattı, nafile olduğunu gördü, “emrimizdeki subaylar hapisteyken, bu şekilde oturmaya devam edemeyiz” dedi, istifa etti, bıraktı.

Üniformasını çıkarmıştı ama, mücadelesini bırakmadı. Meydan meydan dolaştı, Sessiz Çığlık protestolarına katıldı. Tüm vaktini hapishane ziyaretlerine ayırdı, içerdeki subayların çocuklarına, ailelerine sahip çıktı, her dertlerine koştu.

“Anıt kadın” avukat Şule Nazlıoğlu Erol''un yanında yeraldı, Anayasa Mahkemesi önündeki Adalet Nöbeti''nin kahramanlarından biri oldu. Gece-gündüz, yağmur-ayaz demedi, tehditlere pabuç bırakmadı, netice alınıncaya kadar nöbet tuttu.

Kumpas şehidi Murat Özenalp''in cenaze töreninde, Kocatepe Camisi''nin avlusunda tanışmıştım kendisiyle…

Sözleri aklıma mıh gibi çakılmıştı. “Devlet, kendisine bağlılık yemini eden pırıl pırıl subaylarının etini, canlı canlı, yamyam gibi yiyor” demişti.

 “Komutan” tabir edilen sıfatın, apoletlerdeki yıldızlarla alakası olmadığını, ilk defa o gün anlamıştım.

Makam koltuklarında lök gibi oturanlar değil, emrindekileri evladı gibi görenlerdi, komutan.

Tutuklu subayların yardımına koşan, Murat''ın cenazesinde saf tutan, Ali Tatar''ın kabrini çiçeksiz bırakmayan, son nefesine kadar Cem Aziz Çakmak''ın başucundan ayrılmayandı, komutan.

Ve…

Emrindeki subayları umursamasaydı, bana ne deseydi, kendini feda etmeseydi, birinci sıradan adaydı, ilk Yüksek Askeri Şura''da “or” rütbesine yükselecek, banko Donanma Komutanı olacaktı.

Bir sonraki yıl da, donanmadaki tek oramiral olarak, Deniz Kuvvetleri Komutanı''ydı. Elinin tersiyle itti.

Deniz kuvvetleri komutanı olmak yerine, iftiraya uğrayarak hapse tıkılan subaylarının yanında olmayı tercih etti. Bastı istifayı. Kariyeri, makamı, cazip imkanları terketti, çıktı gitti.

Gölcük''teki Sessiz Çığlık eyleminde şöyle haykırıyordu… “Amirallere suikast adı altında ilk kancayı teğmenlerimize attılar.

Baktılar ki fazla ses çıkmıyor, Poyrazköy davasıyla binbaşılara yarbaylara bulaştılar. Baktılar ki hiç tepki yok, Balyoz''u indirip general amiral kuvvet komutanı demeden herkesi un ufak ettiler.

Jübile ise, sürece yakışır şekilde genelkurmay başkanının tutuklanmasıyla oldu. Peki bu süreçte biz ne yaptık? Maalesef kurum olarak arkadaşlarımızı bu kumpaslardan koruyamadık.

Bugün silah arkadaşları için mücadele etmeyenler, yarın Cumhuriyet''in değerleri ve ilkeleri için nasıl mücadele edecek, bilemiyorum!”

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları bilsin diye tekrar yazıyorum…

Günümüzün Çaka Bey''i, varlığıyla onur duyduğumuz Atilla Kezek''tir.

Montrö meselesiyle gözaltına alınan emekli amirallerin ortak özelliği, sadece feto kumpaslarının mağduru olmaları değildir… Atilla Kezek''in şahsında anlatmaya çalıştığım gibi, biat etmeyen ruhtur.

Teslim olmayan karakterdir.

Emekli olduktan sonra süklüm püklüm kenara çekilmek yerine, vatan için elini taşın altına koymaya devam eden, maruz kaldığımız tehlikelere karşı bilgisini, tecrübesini ortaya koyarak, hayatını ortaya koyarak, bizler için kendi ailelerini bile riske ederek, milleti uyarmaya devam eden kahraman yürektir.

Darbe marbe palavraları, sinsi sinsi Montrö''yü delmeye çalışırken suçüstü yakalanmış olmanın öfkesidir, gerisi hikayedir.”

 

İlgili Haberler