Yalanın belgesi!..
Taraf Gazetesi’nin yayınladığı “AKP ve Fethullah Gülen’in işini bitirme planı” haberinin belgesi aranmaya devam ediliyor.
Ortalık toz duman, göz gözü görmüyor.
Tam “bulanık suda avlanmak” isteyenlerin aradığı ortam.
Ben şimdi size, Türk siyasi tarihindeki “bulanıklığın” nelere mal olduğunu anlatacağım. Ve, büyük bir yalanın, ama hâlâ gerçek diye yutturulan 49 yıllık yalanın belgesini sunacağım.
“SİZİ İÇERİ TIKAN KUVVET” YALANI”!..
“27 Mayıs’ı” üst üste 3 hafta Ceviz Kabuğu’nda tartıştık. Orada da aynı yalan dile getirildi.
Efendim, “Menderes’leri içeri tıkan bir kuvvet” varmış ve “O kuvvet istediği için mahkeme idam kararı vermiş!”
Bu, Demokrat Parti ve siyasi mirasçıları tarafından 50 yıldır söyleniyor ve son günlerdeki tartışmalarda da bir silah ve suçlama gerekçesi olarak kullanılıyor.
Bu sözü Yassıada Mahkemesi (Yüksek Adalet Divanı) Başkanı Salim Başol söylemiş!
Doğru!
Ama, tam tersi anlamda!
Salim Başol demek istiyor ki, “Siz buraya nasıl geldiyseniz, geldiniz. Çeşitli şeyler olabilir. Ama bizi ilgilendirmez. Bu aşamadan sonra devrede biz varız ve biz hukuku uygularız.”
Oysa, bu söz tam tersi, sanki Yassıada Mahkemesi Başkanı Başol, “Burada hukuk geçmez, sizi buraya tıkan kuvvet idamınızı istiyor. Elimden bir şey gelmez” demiş gibi yıllardır propaganda ediliyor.
İnsan utanır. Ama -bazı- politikacılar ve cahiller utanmaz! Bazı araştırmacı ve gazeteciler de.
İdamlara karşı çıkmak, Menderes’leri savunmak, yalan söylemeyi gerektirir mi?.. Bu yalanla, yıllardır Türk Ordusu zan altında bırakılmadı mı? Hâlâ da suçlamalarda açık ya da örtülü biçimde bu dayanak yapılmıyor mu?..
Benim kanaatimi merak ediyorsanız, söyleyeyim. Menderes’ler idam edilmemeliydi!
Bakınız bugün Türkiye, o tarihten bu tarihe, “Başbakanını idam eden, ama terörist başını idam edemeyen (ve koruyan) bir ülke” durumuna geldi!..
Şimdi, Yassıada Mahkemesi zaptını veriyorum. (Sanık, mahkeme başkanına, “Niçin, tüm DP’lilerin değil de, sadece ihtilal günü milletvekilli olanların yargılandığını” soruyor.)
SANIK SAMET AĞAOĞLU (MANİSA)- (...) O zaman bu kanunun sözcülüğünü yapmış olan kimsenin şimdi bizi zalimlikle itham eden Fethi Çelikbaş’ın yükünü ben neden çekeyim? Huzurunuzda bu kadarla geçiyorum.
BAŞKAN- (...) Bugün Yassıada’da kapatılmış olan Milletvekilleri kimler? İnkılâp anında Meclis’te bulunanlar. Niçin? Sizi Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz. Divan, huzuruna sevk edilen dâva ile mukayyettir. Bunu aydınlatmak için diyorum ki, bu kadroyu ikibine çıkartsak, sorumluluğunuzda bir değişiklik yapabilir mi? 1950’den beri bütün Meclisi koysak, değişik bir şey husule getirebilir mi? Getirmez.
(Belgeyi gönderen Avukat Şevket Çizmeli’ye teşekkür ederim.)
“Dolmabahçe mutabakatı”nın sırrı!..
Şimdi gelelim, güncel meseleye...
Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığına gelmek hep sancılı. Orda oturmak da.
Hatırlanacağı gibi, daha sonra Erdoğan’la araları düzeldi ama, Genelkurmay Başkanı olmadan önce hakkında “dönmeliğe” varana kadar söylenmedik iftira kalmamıştı Yaşar Büyükanıt’ın.
O bile, eline her türlü yasal ve teknik olanak geçtiği zaman bile “iftiracıları” bulamadı (!).
Büyükanıt’ın başkanlığı döneminde ipler gerilince, kamuoyunda şu inanç egemen olmuştu: “AKP, Çankaya’da Sezer olmasaydı, Büyükanıt’ı görevden alırdı!”
Ondan görevi devralan İlker Başbuğ’un gelişi de kolay olmadı. (Erdoğan’ın dava önderlerinden Özal dönemindeki “İki Necdet’ler” olayını da hatırlayınız.)
Şu, ünlü “Dolmabahçe Mutabakatı” hakkında çok farklı yorumlar yapılıyor ama; ben farklı düşünüyorum. Daha doğrusu “tahmin” ediyorum.
Kimsenin günahını almak istemem. Yalnızca tahmini dile getirmek istiyorum.
Dolmabahçe’de ne konuşulduysa, konuşuldu; Erdoğan’ın şimdi dediği gibi belki “mezara gidecek şeyler” konuşuldu ama, -bence- Büyükanıt, İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığını sağladı!.. “ ” Mutabakatın BİRİ “ budur!..
Belge sahteyse muhatabı bulunamaz!
Bugün tartışılan belge hakkında, savcılar “Aslı bizde yok “ diyor...
Suçlanan tutuklu kişi (eski asker, yeni avukat), “Bu belge benim ofisimde çıkmadı. Parmak izi araştırması yapsınlar. Savcılara ifade vermeye hazırım” diyor...
Belgede imzası olduğu iddiasıyla suçlanan görevdeki Albay hakkında araştırma yapan TSK, “Albayın tüm bilgisayarları temiz çıktı” diyor...
Gazeteler, ” Bu belge Nisan ayında polis ve savcının eline geçmiş. Polis, tutuklanan şüpheliye 41 soru sormuş ama bu belgeyle ilgili tek soru yok “ diye yazıyor...
Ama, AKP zaten yürüyen bir dava olduğu halde, “suç duyurusu”(!) yapıyor, Başbakan Genelkurmay Başkanını acilen çağırıyor, hükümeti destekleyen medya her türlü suçlamayı yapıyor.
Haydi hayırlısı..
“Belge denen şey DOĞRU çıkarsa”, kimden hesap sorulacağı belli. Altında imzası olan, ona emri veren ve hatta Genelkurmay Başkanı ya da yardımcısından.
Pekiii,
“Belge denen şey YANLIŞ çıkarsa”, kimden hesap sorulacak?..
O zaman adres neresi?
İşte o belli değil.
Siz, şu anda “Belge yanlış çıkarsa ne yapacağımızı bütün Türkiye görür” sözlerine bakmayın. Bunlar daha önce de oldu ve kimseye hesap sorulamadı!..
Çünkü, “Sahteciliğin merkezi” nedense bulunamadı!.. Karşıda hep bir “hayal” ya da “hayalet” ortaya çıktı.
Sonuçta olan, Türkiye’ye ve Türk Ordusu’na oldu.
Çok sıcak bir 30 Ağustos!..
Bu yılki 30 Ağustos çok sıcak geçecek belli ki!..
Hedef, Genelkurmay Başkanı Başbuğ ise, -ki muhalefet bile artık bunu söylemeye başladı- yerine kim gelecek?
Ben, iki önceki başkan Hilmi Özkök demiştim.
Birkaç okuyucum dedi ki, ” O yaş haddinden emekli oldu, olmaz!
Bence olur!..
Şipşak bir yasa çıkarılır ve gerekçe
açıklanır:
“Özkök, Başbuğ’un kalan süresini tamamlayacak ve onun emekli olacağı tarihte görevden ayrılacak. Böyle yapıyoruz ki, ordumuzun terfi dengesi bozulmasın, içerde huzursuzluk olmasın. Bizim amacımız, TSK’yı rahatsız etmek değil, demokrasiyi yerleştirmek!..”
Bu konuda çıkarılacak yasayı kim onaylayacak?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül.
Ben, Turgut Özal döneminde bu tür olaylara haberci olarak çok yakından tanık olmuştum.
... Biliyorum.