Dış Politika Uzmanı ve Öğretim Görevlisi Kürşat Güç, haftalık olarak yayınlanan Milli Devlet Gazetesi’nin son sayısında Irak’taki seçim sürecini değerlendirdi.
Kerkük’te son durumu değerlendiren Güç, Türkmen ve Arapların yaşananlara isyan ettiğini, Talabani’nin Partisi olan Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin, seçimlere şaibe bulaştırdığı ifade etti.
İşte Güç’ün “Umutla Hüsran Arasında Irak Seçimleri” başlığıyla yayınlanan o analizi:
2003 yılında ABD önderliğindeki Batılı devletlerin özgürlük ve demokrasi getirecekleri iddiasıyla işgal ettikleri Irak, aradan geçen on beş yıla rağmen bir türlü istikrara kavuşabilmiş değil. Hatta birçok Iraklı için mevcut durum Saddam döneminden bile daha kötü halde.
Irak’ın 2003 sonrası içine sürüklendiği kaosun son yansıması 12 Mayıs’ta gerçekleşen genel seçimler oldu. Bu yazı kaleme alındığında resmi ve kesin sonuçlar açıklanmamıştı. Fakat genel tablo üç aşağı beş yukarı belirginlik kazanmıştı. Açıklanan ilk sonuçlar Irak açısından paradoksal bir şekilde hem umut hem de karamsarlık tablosu şeklinde görünüyor.
SEÇİMLERE KATILIM YÜZDE 44!
Seçim sonuçlarının Irak açısından olumsuz olarak yorumlanabilecek kısımlarıyla başlayalım. Öncelikle, seçimlere katılım yüzde kırk dört gibi rekor seviyede düşük bir noktada gerçekleşti. 2003 sonrası hiçbir seçimde bu kadar düşük katılım olmamıştı. Saddam rejiminin baskılarından kurtulan Irak halkı yönetimde söz sahibi olmak ve sesini duyurabilmek için yüzde doksanlara varan oranlarla daha önceki seçimlere katılmıştı.
Bu seçimlerde halkın yarısından bile daha az sayıda kişinin sandığa gitmesi, Iraklıların seçimlere, siyasetçilere ve geleceğe dönük umutlarının çokça azaldığına işaret ediyor. Son on beş yılda yapılan seçimlerle iktidara ve çeşitli pozisyonlara gelen parti ve liderlerin Irak’ın bütünlüğünü, geleceğini, refahını ve halkını değil, kendi politik, etnik ve mezhepsel yapılarını ön plana çıkarmaları bu umut kırılmasının en önemli nedeni oldu.
Dahası, onlarca partiye bölünmüş ve uzlaşma kültürünü geliştirememiş Irak siyasetinin neden olduğu politik boşluk, IŞİD gibi örgütlerin doğup gelişmesine neden oldu. Bu da Irak halkının siyaset kurumuna olan güvenini ciddi anlamda zedeledi.
DEMOKRASİ GELMEDİ
Seçimin karamsarlığa neden olan bir başka boyutu da meclisin yeniden çok parçalı bir yapıdan oluşacak olması. Seçimlerden birinci çıkan Mukteda Sadr liderliğindeki Sairun Koalisyonu bile 329 sandalyeli mecliste ancak 50 civarında bir temsile sahip olacak. Onlarca partinin temsil edileceği mecliste hükümet kurmak için çok sayıda partinin uzlaşması gerekecek.
Irak gibi etnik, mezhepsel ve politik olarak aşırı derece bölünmüş ve ötekileşmiş bir toplumda çok sayıda partiden müteşekkil bir hükümetin getireceği istikrarın niteliğinin ve ömrünün çok da umut vaat etmediği açıktır.
Seçimin Irak’ın var olan sayısız sorununa çözüm olmaktan ziyade yeni çatışma sahalarına neden olma ihtimali de bir başka olumsuz nokta. Kerkük’te yaşananlar bunun en büyük örneği. Kerkük’ün statüsü, 2003 sonrası Irak’ın belki de en önemli konusu olmuştur. Bir ara IŞİD’in kontrolüne sonra da Peşmerge’nin denetimine giren Kerkük, Ekim 2017’den bu yana Bağdat’ın kontrolünde. Seçimlerle birlikte Irak genelinde olduğu gibi Kerkük’te de sorunların çözümünü kolaylaştıracak bir süreç ortaya çıkar diye bekleyenler büyük hayal kırıklığına uğradılar.
TALABANİ’NİN PARTİSİ İŞ BAŞINDA
Görünen o ki Talabani’nin partisi Kürdistan Yurtseverler Birliği, Kerkük’teki seçimlere ciddi manada usulsüzlük karıştırmış. Gerek Türkmenler gerekse de Araplar seçimlerin hemen ardından meydanlara dökülüp bu durumu protesto ettiler. Protestoların artarak devam etmesi ve çatışmaya dönüşmesi hiç de ihtimal dışı değildir, özellikle Irak gibi bir coğrafyada. Seçimlerle birlikte Kerkük yeniden patlamaya hazır bir barut fıçısına dönüşmüş durumda. Üstelik Kerkük’ün patlaması sadece Kerkük’ü değil, tüm Irak’ı etkileyecektir. Bu nedenle seçim sonuçlarına ilişkin Kerkük’te bir çözüm bulunamazsa Bağdat’ta kurulacak hiçbir hükümetin ayakta kalma ya da istikrar yakalama imkânı olmayacaktır.
Bunca olumsuz yönüne rağmen seçimler, Irak için az sayıda ve küçük ölçekte de olsa umut vaat eden sonuçlar doğurmuştur. Bunlardan en önemlisi, Irak halkının ABD ve İran yanlısı parti ve koalisyonlara beklenilenden çok daha az oy vermesidir. ABD’nin desteklediği mevcut Başbakan Haydar İbadi’nin Zafer Koalisyonu seçimlerden üçüncü çıkarken, Haşdi Şabi’nin siyasi kanadı olan ve İran yanlısı Hadi Amiri’nin liderliğindeki Fetih Koalisyonu da ikinci olabildi.
Seçimlerden zaferle ayrılan Şii önder Mukteda Sadr’ın Sadr Hareketi ve Irak Komünist Partisi’nden oluşan Sairun Koalisyonu ise Irak’ın, ne İran ne de ABD kontrolünde olmasını savunuyor. Kendisi milletvekili adayı olmadığı için Başbakan olma imkânı olmayan Sadr, yine de Başbakanın belirlenmesinde ve eğer Başbakan Sadr Hareketi’nden olursa ona yön verme gücüne sahip. Bağımsız bir Irak ve yolsuzluklarla mücadele vaatleriyle seçimleri kazanan Sadr, bu manada hem İran hem de ABD için tehdit de oluşturuyor.
Zaten Sadr, işgal döneminde ABD’ye direnen en önemli hareketi örgütleyen biriydi. 2003 sonrası dönemde Sadr önderliğindeki Mehdi Ordusu yaklaşık kırk binlik kuvvetleriyle uzunca süre ABD askerlerine direndiler. 2006 sonrasında Irak’ta patlak veren mezhep savaşına da taraf olan Sadr Hareketi çok sayıda Sünniyi öldürmekle de suçlandı.
Özellikle 2006-2008 arasındaki mezhep temelli iç savaşta Sadr’a bağlı milislerin aktif olarak yer aldığı biliniyor. 2008’de Maliki Hükümeti’nin Mehdi Ordusu’na karşı Necef ve Basra’da gerçekleştirdiği operasyondan sonra Sadr, silahlı direnişten sivil ve siyasi mücadele sahasına geçti. Sadr uzun süredir mezhep temelli olmayan, seküler vurguları yüksek, ulusalcı bir söylemle siyaset yapıyor.
ÇÖKÜŞE DOĞRU GİDEN BİR ÜLKE
Iraklıların, İran’ın ya da ABD’nin gölgesinde iktidar arayışında olan siyasetçi ve partilerden ziyade, Irak’ın bağımsız bir şekilde bölge ülkelerinin tamamıyla yakın ilişkiyi savunan bir koalisyona destek vermesi önem arz etmektedir. Artık Iraklılar öncelikle kendi halkını düşünen, en azından bunu düşündüğünü iddia eden aktörlere yönelmektedir.
Irak, etnik ve mezhepsel çatışmalardan yorulmuş ve çökmeye doğru ilerleyen bir ülke görüntüsü vermektedir. Bu nedenle, küresel rekabet içinde başka aktörlerin Irak’taki temsilcisi konumunda olan veya mezhepsel aidiyetleri ve düşmanlıkları ön plana çıkaran siyaset anlayışına Iraklılar, küçük ama önemli bir itiraz geliştirmiş oldular. Fakat Sadr gibi daha önce mezhep savaşına taraf olmuş, paramiliter bir güç potansiyeli her zaman için söz konusu olan bir aktörün mezhep kalıplarından ne denli sıyrılarak ulusal bütünlüğü önceleyen bir anlayışa sahip olabileceği de soru işaretlerini içinde barındırmaya devam ediyor.
Bütün olumlu ve olumsuz sonuçları ve belirsizlikleriyle birlikte değerlendirildiğinde, seçimlerin Irak’ta her şeyi değiştirmesini beklemek mümkün değildir. Irak; siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak uçurumun kenarında bir ülke konumunda. Bu durumun tek bir seçimle değişmesi de kolay değil.