Toplumun kalbine bir kapı daha aralandı...

Toplumun kalbine bir kapı daha aralandı...

Ağır oldu diyemeyeceğim. Çünkü gerçek yaratıcı insanların dünyaya vedasının toplum nezdindeki imtihana aralanan kapı olduğuna inanıyorum. İki sene içinde kaybettiğimiz Komet’in, Orhan Taylan’ın ve şimdi de Mehmet Güleryüz’ün toplum nezdindeki değerinin daha da arttığından hiç kimse asla kuşku duymasın...

Komet’e 26 Eylül 2022’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nde düzenlenen veda töreninde Müjdat Gezen böyle konuşmuştu: Yıl 1960. Ben birinci sınıftayım. Caddenin karşı kısmında Taksim’e çıkan sokaktaki lokantada şarap da satıyorlardı. Allah’ın her günü Komet’le Mehmet Güleryüz oradaydı. Talebe şarap içmek için parayı nereden buluyordu arkadaş?

Çağdaş Türk resim sanatıyla tanışırken isimlerini en çok duyduğum ressamlar da Mehmet Güleryüz ve Komet idi. Daha yüz yüze gelme fırsatı bulamadan ikisini de adeta efsane olarak kabullenmiştim. İkisiyle de konuşmanın asla kolay olmadığı söylenirdi hep. 1990’ların ikinci yarısında yaptığı tabloları görmek için bugün de zaman zaman yolumu İstanbul’un bir otelinin lobisine uzatırım. Nitekim Galeri Artist’in Fulya’daki mekanında resimlerinin yanına Azerbaycanlı bir ressamın tablosunun da asıldığını görür görmez “Ya benimkileri indirin ya o tabloyu” diye çok sert tavır koyduğunu görünce ben de yaklaşıp selam vermekten çekinmiştim. Sıraselviler’de Sevinç Hanım’ın koordine ettiği atölyesine gittiğimde öğrencilerden birinin kara kağıda çizdiği kara kalem resmine dikkatle bakarken bulmuştum. Evet, Aralık 1999’du. AB’nin Helsinki’de gerçekleştirdiği Zirve Toplanısında Türkiye’nin üyelik başvurusu tartışılırken Başbakan Bülent Ecevit’i ikna etmek için bir heyet Ankara’ya gelmişti. Televizyon canlı yayınında açıklamaları dikkatle dinledikten sonra hediye gibi götürdüğüm Rusya üretimi samur kılı fırçaları, yağlı boyaları, en çok kullandığı alet olan spatulaları dikkatle inceledi ve “Bunlardan öğrencilere de getirebilir misin?” dedi. Atölyedekilerin de kullanmasını uygun görmesinden mutlu olmuştum hâliyle. Daha sonra kurucularından olduğu Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği’nin ofisinde birkaç kez buluşmuş, her kelimesinden sadece sanatçı ruhu değil aynı zamanda sanatçı duruşu fışkıran konuşmalarını yazmaktan hep keyif almıştım. Önerim üzerine Türkiye’deki bir kısım Azerbaycanlı ressamın UPSD’ye üyeliğine sıcak baktığını ifade etmiş ve başvuru dosyalarının alınması için Genel Sekreter Ahmet Sarıkamış’a talimat vermişti. Ahmet Sarıkamış’ın sayısız uyarısına rağmen o ressamların büyük çoğunluğu üyelik aidatını ödememişti.

Sanat konularındaki tavizsizliği sadece değer vermediği bir ressamın tablosunun kendi eserlerinin yanına asılmasına koyduğu tepkiyle sınırlı değildi. Örnek vereyim: Burhan Doğançay’ın Mavi Senfoni isimli soyut tablosu Kasım 1989’da Yıldız Holding’e 1.5 milyon dolara satıldığında resim piyasasının geleceğine ilişkin tartışmalar gündemi işgal etmiş. Nisan 2010’da Erol Akyavaş’ın En-el Hak isimli tablosu da aynı fiyata satılınca piyasa Arap harflerinin bulunduğu tablolarla dolup taştı. Arap alfabesi harflerinin bulunduğu tabloların siyasi İslamcı iktidarın hoşuna gittiğini fırsat bilen bazı uyanıklar, bunu trend hâline getirip başta Melih Gökçek olmak üzere hazır müşterilere sarıldılar. Sanatçıların çoğu bu durum karşısında sessizliğe bürünürken Mehmet Güleryüz sadece Erol Akyavaş’ın tablosunun sanatsal değerini kuşku altına almakla kalmayıp aynı zamanda bu “Arap alfabesi harfleri” vakasına karşı sertten daha sert tepki ortaya koydu. İşte Mehmet Güleryüz böyle bir karakterdi. Her şeyden önce kendi sanatına güvenir, sanatıyla yaşadığı o alanda nahoş şeyler yaşanınca şahsiyet olarak tepkisini açıklamaktan asla geri durmuyordu. İşte bu özellikleriyle Güleryüz hem resmin sınırları içinde kalmıyor hem de aydın pozisyonunu ortaya koyarak meslektaşlarının bir kısmının yanısıra yönetimlerle de kötü olma pahasına her zaman olumsuzlukların önüne geçemezse bile tarihe not düşmeyi becerirdi. Ocak 2015’te İstanbul Modern’de 50. yıl Retrospektif sergisinin açılış toplantısından önce düzenlediği basın toplantısında kendisine bu konularda sorduğum sorulardan değil rahatsız olmak, tam tersine mutluluk duyduğunu belirtmişti:

*Sanatçı duruşunun sizin için ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Peki, bir zamanlar sizinle aynı yolda yürüdüğüne inandığınız şahısların sonra pozisyon değiştirerek yönetimlerin dümenine girmesi sizi rahatsız ediyor mu?

-Asla rahatsız etmiyor. Dün aynı çizgide olduğumuz sanatçılardan birilerinin bu tarafa, öbürlerinin öbür tarafa gitmesinden neden rahatsızlık duyayım ki? Ben durduğum çizgiden ve savunduğum ilkelerden hep memnun oldum,bugün de memnunum. Onun için kimin pozisyon değiştirmesi,kimin farklı yönlere kayması umrumda değil.

*Bu duruşunuz edebiyatta Willam Faulkner’i, Albert Camus’ü hatırlatıyor. Katılıyor musunuz?

-Böyle görüyorsanız, bundan sadece mutluluk duyarım. Çünkü sözle iç içe olmayan resim sanatının benim için hiçbir değeri yoktur. Hepimizin aynı değerleri aynı sengerlerde durarak savunmamız gerekir.

Salona geçerken sorduğum 5-6 sorudan dolayı bana teşekkür ederken gazete ve ajansların kültür muhabirlerinin düzeyinin çok düşmesinden yakınmıştı...

Ölüm haberini okuyunca Komet’in ve Orhan Taylan’ın vefat haberlerini hatırladım.

Türk resim sanatında figüratif türün yaratmaktan, resim yapmaktan bıkıp usanmayan yılmaz ustaları.

Mehmet Güleryüz’ü sonsuzluğa uğurlarken her bir yaratıcı insanın bu dünyadan ayrılışının aslında toplumun kalbine,duygularına ve gelişimine açılan bir kapı olduğuna daha çok inanıyorum.

Son yıllardaki ressam cenazelerini sırtlama görevini sanatçı sorumluluğunun ve aynı zamanda vicdanlarının sesini dinleyerek üstlenen kıymetli ağabeyim Yusuf Taktak ve UPSD Başkanı Bedri Baykam’a teşekkürü kendime borç biliyorum.

Haber: Mayis Alizade

a1.png

b-001.png

c.png