Sivil toplumun gücü
Televizyon programlarımda, konferanslarımda ve yazılarımda sürekli vurguladığım bir nokta var.
Demokrasi yalnızca oy vermek değildir!..
Kendimi bildim bileli, her seçimde büyük kitlelerin “ötekine kızdığı için, berikine oy verdiğine” ve seçim sonrasında da “elim kırılsaydı” noktasına geldiğine tanık oldum.
Yani, ülkemizde “gönül rızasıyla” oy verenlerin sayısı çok az.
Buna rağmen, sandığa mutlaka gidilmeli ve 4 yılda bir bize sunulan “demokratik gücü” kullanmalıyız.
Ama bu tek başına demokrasinin varlığı için yeterli değil.
“Katılımcı demokrasi” için mutlaka sandığa gidilmeli, fakat bununla yetinmemeli. Eğer öyle yaparsak, politikacılar (iktidarlar) bizi kolayca uyuturlar. Yaptıkları da zaten bu.
Diyorum ki, iki seçim arasındaki dönemde de halk etkin olmalı.
Bunu da “sivil toplum kuruluşları” (STK’lar) aracılığıyla yapabiliriz. (Dış destekli, bölücü STK kavramını ayrı tutalım!)
Siyasi partiler, seçim öncesi verdikleri sözü, gücü ellerine geçirirlerse hemen unutuveriyorlar!.. Ya da, halka açıklamadıkları “gizli ajandalarını” açıp, halktan yetki almadıkları konularda apar topar düzenlemelerle ülkeyi zora sokuyorlar.
Bu yüzden, STK’lar aracılığıyla, bireysel olarak, iletişim araçlarından yararlanarak vb. yollarla görüş ve itirazlarını; iktidarlara sesini duyurmalı.
Bakınız, en son “PKK açılımı” tepkiler üzerine nasıl söndü?
Ne olduğu belli olmadan milyar dolarlar harcanan “domuz gribi aşısı” nasıl fiyaskoyla sonuçlandı?
“GDO’lu yiyecekler” konusunda nasıl geri adım atıldı?
Tepkiler ve yayınlar üzerine, 6 GDO’lu ürünün Türkiye’ye girişi yasaklandı. Yönetmelik değiştirilerek, tüm ürünlerin üzerine içinde GDO’lu olup olmadığının yazılmasına karar verildi.
İşte sivil toplumun gücü bu!..
Trabzon’da konferans
Karadeniz Teknik Üniversitesi (K.T.Ü.) Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun daveti üzerine Trabzon’a gittim.
Üniversitenin en büyük anfisinde,
1.200’ü aşkın izleyiciye hitap ettim, sorularını
yanıtladım.
Yıllardır yaptığım gibi orada da, “AB oylaması” yaptım. Dedim ki, “Avrupa halkı AB denen siyasi birliğe girip girmeme konusunda söz sahibi. Hatta o kadar ki, Türkiye’nin üyeliği konusunda da onlar oylama yapacaklar. Peki, niçin biz kendi kaderimiz üzerinde söz sahibi değiliz ve kendi oylamamızı yapmıyoruz?.. İşine gelince, ’Halkım böyle istiyor’yalanına sığınan iktidarlar, bu konuda halka sormuyor?.. Şimdi halk burada. Biz soralım. AB’ye evet diyor musunuz?”
1.200 kişilik salonda 15 el kalktı ve “Evet istiyoruz” dedi. Diğerleri ise salonu inleten ve “Ankara’dan duyulacak” şiddette uzun alkışlarla “hayır” dediler.
İşte halkın gücüne bir örnek daha.
Aklımızın almadığı ise şu: Milletin büyük çoğunluğunun hayır dediği AB’yi savunan partiler nasıl oluyor da (hangi yalanlarla) iktidara geliyor?.. Sandıkta hile mi yapılıyor?
Karadeniz’de Rumca ve Yunanca radyolar
Trabzon’da gençlerle sohbet ederken önemli bir nokta dikkatimi çekti.
Trabzon Valiliği’nin yazısı ile, radyolarda Rumca ve Yunanca yayın başlamış!..
Herhalde Trabzon Valiliği, RTÜK’ten daha hızlı ve azimli bu konuda!..
Bakanın ve başkasının çocukları
Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, domuz gribi aşısı konusunda Başbakanı Erdoğan’dan fırça yemeyi de göze alarak, milyar dolarlık aşı getiriyor.
Medyaya da sürekli olarak, “meteoroloji raporu” gibi, “gripten ölenlerin sayısını” pompalıyor.
Demek istiyor ki, “Başbakan ve halk bana karşı ama, alın size ölüm raporları!..”
Ama, birkaç gün önce, bakanın 5 çocuğundan ikisinin domuz gribine yakalandığı açıklandı.
İşin ilginci, “bizim çocuklarımıza” ısrarla şırınga yapmak isteyen prof. bakan kendi çocuklarına aşı yaptırmamış!..
Yanıtı da şu: “Bizimkiler hafif atlattı!”
Halkın sorusu da şu: “Bizim çocuklarımız da hafif atlatamaz mı? Niçin zorluyorsun?”
Peugeout ve tüketici hakları
Ülke gündeminde öne çıkarılan “köpük konulardan” daha önemlileri sessiz sedasız halk tarafından yaşanıyor.
Köpürtülen ama halkı ilgilendirmeyen magazinin dışındaki gerçeklerden biri de “tüketici hakları.”
İnsan haklarının en temel noktalarından biri.
Birkaç yıl önce başımdan geçen bir olayı, bir otomobil olayını “örnek” olsun diye kısaca paylaşayım.
Anadolu’da çok seyahat ediyorum, yollarda kalmayalım, zamanla yarışıyoruz, sorunlarla karşılaşmayalım diye, alacağım otomobilin üst modelini tercih ettim. Dış görüntüsünü de çok sevdim ve bir Peugeot 607 aldım. Bu Fransızların milli arabası. Hem cumhurbaşkanlarının makam aracı, hem de sokak ticari taksi olarak yaygın biçimde kullanılıyor.
Aldıktan iki ay sonra, sırasıyla şu arızalar meydana geldi:
“Kliması bozuldu, sıcak üflemeye başladı; radyosu bozuldu; arka cam perdesi bozuldu; cam suyu deposu delindi; şoför koltuğu yerinden oynadı; fren balataları ve sonra diskleri defalarca değiştirildi, kamyon sesi gibi ses çıkardığı için; aracın içinden pastırma kokusu gibi bir koku eksik olmadı, bunun antifrizden kaynaklandığını söyledi kendi servisi; 6 silindirin sırasıyla önce 2. silindiri, sonra 4. silindiri çalışmadı.”
Yoruldunuz değil mi okurken?
Ben de Peugeot servislerinde ve mahkemelerde yoruldum.
Tüketici Yasasına göre, aracın değiştirilmesini isteyince, sıfır araçtan ek para istediler!.. Peugeot’nun Türkiye genel müdürüyle telefonda görüşmek istedim. Telefon görüşmesi için bir ay sonraya gün verdiler!.. Sanayi Bakanlığı’na başvurdum, onlar ilgililerle konuştular, sonuç vermedi..
En sonunda 2 yıl süren mahkeme sonunda yasal haklarımı elde ettim.
Orada da ne sıkıntılarla karşılaştım. Mahkemenin belirlediği “bilirkişi” üretim hatalarından kaynaklanan tüm bu sıkıntıların “normal” olduğunu söyledi!.. Ama ben yine de yılmadım. Ve kazandım. (Bu bilirkişilik konusunu bir başka Pazar başka örneklerle tekrar yazarım.)
Halkın gücünden söz ettim ya, tüketici hakları konusunda sizler de yılmayın.
İyi pazarlar.