Sanatçı Zülfü Livaneli, çok konuşulacak bir röportaja imza attı. Livaneli, Abdülhamid’in zevkleri, eğitimi ve gönlünün Batılı olduğunu söyleyerek, onu savunanları ise padişahın değil ulemanın devamı olmakla eleştirdi.
Odatv''den Mehymet Bozkurt''un haberine göre, Zülfü Livaneli bugün Abdülhamid’i savunanları ters köşeye yatırdı.
Livaneli''nin ilgili röportajı ise şöyle:
Zülfü abi, Türkiye’de Abdülhamit tartışmalarının zirveye çıktığı dönemde herkesi şaşırtıp Abdülhamid’i anlattığınız İnkılap Kitabevi’nden çıkan “Kaplanın Sırtında” isimli romanınızla gündeme geldiniz. Romanla başlamak yerine çok tartışılan o sözlerinizi sormak istiyorum. “Abdülhamid’in zevkleri, eğitimi ve gönlü Batılı; Tayyip Bey ise Arap kültürüne yakın” dediniz. Ne demek istediniz?
Batılılaşma meselesi bu topraklarda en az 200 yıldır devam eden bir tartışma, süreç… Bu ülke uzun bir süredir çırpına çırpına Batılılaşmaya çalışıyor. Doğulu muyuz? Batılı mı? Hem Doğuluyuz hem Batılı. Ah bunu bir anlayabilsek… Aristoteles’i okurken İbn Rüşd’ü de ihmal etmesek her şey kolaylaşacak. Ama şu anda ülkeyi yönetenler bilinçli bir şekilde Doğu’ya kaymayı hatta Araplaşmayı savunuyorlar. İdolleri Abdülhamid ise doğru dürüst Arapça bile bilmiyordu. Onu tahttan düşüren hal fetvasında Hamid, İslam’a zarar vermekle, Kuran’ı yasaklamakla suçlanıyor. Abdülhamid''in zevkleri, eğitimi, gönlü Avrupalı. Enteresan bir şekilde Avrupalılaşmaya çalışan kendi kişisel hayatında Avrupalı olan bir insan. Halife olarak hilafeti bir silah olarak kullanmaya çalışıyor. Yani siyaseti İslami ama şahsiyeti Avrupai. Tayyip Bey’in öyle değil. Tayyip Bey Arap kültürü içinde yaşanılmasını istiyor. Abdülhamid''in öyle bir derdi yok.
OSMANLI AİLESİ AVRUPALI
Abdülhamid’in Batılı görüntüsü en çok ulemayı rahatsız etmiyor mu?
3. Selim’den beri tüm Osmanlı padişahları Batı medeniyetiyle yakınlaşma çabası içinde. Bu süreç iki gücün etkisiyle akim kalıyor. Bunlardan birisi içerdeki ‘’ulema’’ takımı, ikincisi de bizzat ‘’Batı’’.
En önemli yanlış ne biliyor musun? Bizde Osmanlı’yı bir bütün olarak, tek bir tipe indirgeme yanlışı var. Oysa o altı yüz yıllık medeniyetin de kendi içinde devirleri var. Kılık kıyafet kavgası var, eski-yeni kavgası var. 600 yıl içinde çeşitli reformları var. Demek istediğim bu donmuş bir zaman dilimi değil.
Şunu neden kimse düşünmüyor merak ediyorum? Osmanlı yıkıldıktan sonra hanedandan olanlar niye Arap ülkelerine gitmediler de Avrupa''ya gittiler? Osmanlı ailesi Avrupalı bir aile. Çünkü aile Avrupa kültürüne daha yakın. Osmanlıyı yanlış anlatıyorlar. Osmanlı aileleri aslında zaten Batılı, Batı kültürüyle yetişmiş insanlar. Paris modası izleniyor, oradaki modaevlerinden giyiniliyor, piyano bilmeyen yok nerdeyse. Son Osmanlı padişahlarına bakın, vals bestelemişlerdir.
"MUSTAFA KEMAL OSMANLI’NIN DEVAMI"
Siz bu cümlelerinizle aşina olunan Osmanlı algısını da yıkıyorsunuz.
Mevcut iktidar bir teoriye dayanarak bugünkü konumuna geldi. Neydi efendim o teori? “Osmanlı şeriat devletiydi, büyük atalarımız vardı, bunlar geldiler, dinimizi, dilimizi değiştirdiler. Biz tekrar o geçmişe döneceğiz, 100 yıllık parantezi bitireceğiz.” İstiyorum ki, bu kitabı okuyan insanlar AKP’nin anlattığı gibi bir Osmanlı’nın olmadığını görsün. Entelektüel bir tez ortaya koyuyoruz. Bu kitapla birlikte bu tez tartışılsın isterim. Son 150 yılda hanedan Batılılaşmıştı. Hanedana mensup kişiler, padişahlar Batıyı seviyordu, batı eserleri besteliyordu, Fransızca konuşuyordu. AKP ise yolunu Araplara çevirmiş durumda. Çok çarpıcı bir şey söyleyeceğim; Cumhuriyet modernleşmesi Osmanlı’nın arzu ettiği modernleşmenin devamıydı. Cumhuriyet için 100 yıllık parantez diyenler bilsinler ki; tarihimizle günümüz arasına ilk parantezi 20 yıl önce açtılar. Bunlar padişahın değil ulemanın devamıdır. Sanıyorlar ki, bir gün Rumeli’den sarışın bir subay atına atladı geldi; dilini, dinini, her şeyi değiştirdi. Öyle şey olur mu? Osmanlı’nın en önemli paşalarından, generallerinden birisi Mustafa Kemal. Ve imparatorluğu korumak için kanını dökmüş, canını vermiş, bütün cephelerde savaşmış. Ondan sonra da elde bir şey kalmadığı zaman yeni onun yerine bir ulus devlet oluşturmuş. Mustafa Kemal ve arkadaşları artık o eski hayallerin, imparatorluk devrinin de bittiğini gördü, ulus devletler çağının geldiğinin farkında oldukları için Batı’nın yıktığı Osmanlı’nın yerine yeni ve düzgün bir devlet kurdular.
“BANA BİR TÜFEK VERİN”
Artık kitaba dönebiliriz sanırım. Türkiye’de yıllarca müziğiyle, siyaseti, kitapları, yazıları, duruşuyla sayısız insanın hayat görüşünde izi olan Zülfü Livaneli neden Abdülhamit’in romanını yazdı?
Bir insan düşünün, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” denilerek önünde yerlere kapanıyorlar. Mutlak kudret sahibi. Üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun tek egemeni, padişahı ve halifesi. Bu kişi bir gece çoluk çocuğu ile birlikte trene bindirilip Selanik’e gönderiliyor. Oradaki boş bir köşkte adeta parkelerin üzerine atılıp yeri geldiğinde aç kalıp her an idam kararı bekleyerek, dünyayla irtibatı kesilmiş durumda yaşıyor. Bu romancı açısından çok ilginç bir durum. Roman bir empati kurabilme, yazdığınız karakterleri anlayabilme sanatıdır. Onları tanıyacak hatta özdeşleşeceksiniz ki anlattığınız zaman yerine otursun. Abdülhamid çok ilginç bir kişilik. Hasta bir adam, korkan bir adam. Fakat aynı adam Selanik düşerken diyor ki: “Bana bir tüfek verin, ben de çarpışacağım, terk etmem!” Bu çelişkilerden oluşan bir Abdülhamid portresi çizmeye çalıştım.
İlk kez tarihe mâl olmuş bir şahsiyetin hayatını roman olarak ele aldınız… Serenad, Balıkçı ve Oğlu, Huzursuzluk gibi yüzbinlerce satılan romanlarınızın arasında Kaplanın Sırtında romanınızı nasıl görüyorsunuz?
James Webb Uzay Teleskobu, 13,5 milyar yıl öncesini görmemizi sağlıyor. Dünyada başka türlü tartışmalar oluyor, biz ise buralardan kopmuşuz. Bu romanı Abdülhamid’le ve geçmişle olan tartışmanın bitmesine bir parça katkım olur umuduyla yazdım.
“ABDÜLHAMİD’İN PSİKOLOJİSİ İLGİMİ ÇEKTİ”
Siz beş yılda bu romanı yazdınız. Bir mahalle Abdülhamid’i hala mutlak iktidar sahibi görürken diğer mahalle de devrik bir padişah olarak görüyor. Bu siyah beyaz fotoğrafın dışında nasıl bir Abdülhamid portresi gördünüz?
Benim gördüğüm en az iki Abdülhamid var. Birisi hala siyasi tartışma konusu olan padişah, öteki de hayatta başarıyı da yenilgiyi de tatmış ve ailesinin de belirttiği gibi evhamlı, ölüm korkusu içinde yaşayan, her gölgeden, her sesten, herkesten kuşkulanan bir insan. Ben bu romanda ikisini birden anlatmak istedim. Altı yüzyıllık Osmanlı, birçok hükümdarını, şehzadesini cellada teslim etmiş. Abdülhamit, suyunu mühürlenmiş şişelerden içerdi. Vesveseleri ile bilinirdi. Gölgesinden korkuyor, düşünün balıkların karnına bomba yerleştirecekler diye bir ihtimal aklına geliyor. Rüzgârlara zehir bulaştıracaklar diye pencereleri kapatıyor. Bu saydıklarımın yanı sıra Abdülhamid’i de Doğulu olma amacına uygun bir sembol yapmak istiyorlar. Abdülhamid onların dizilerde anlattığı gibi biri değil. Abdülhamid telgraf sistemini kuruyor, eğitim reformu yapıyor, Almanlarla işbirliği yapıp demiryolları yapıyor. Ayrıca alaturka sevmeyen biri, sarayında opera izliyor. Bugün alkol içilmesin diye uğraşılırken Abdülhamid içki fabrikalarının açılmasına müsaade ediyor. Çocuklarına Paris’ten piyano getirtiyor, Fransızca konuşuyor. Bir romancı olarak tüm yönlerini görmem gerekiyor.
İlk baskısı 300 bin yapılan bir romanın yazarı olarak sol veya muhafazakâr mahallelerden nasıl tepkiler bekliyorsunuz? Ya da nasıl tepkiler gelmeye başladı?
Sanırım bazı çevreler Abdülhamid’i kötü bir karikatüre indirmemi bekle bekleniyordu. Kimisi de diyor ki; Solun, Cumhuriyetçilerin yazarı Zülfü Livaneli Abdülhamit’i haklı mı çıkarıyor? Niye haklı ya da haksız çıkarayım. Bize geçmiş dönemleri belgeleriyle tarih kitapları anlatır. O dönemlerin ruhunu hissetmeniz için edebi eserleri okumanız gerekir. Ben yazdığım romanla o dönemi hissettirmek istiyorum. Elbette ki kimseyle dövüşmüyorum, öyle bir niyetim yok, 120 seneki önceki şahsiyetlerle bir davam yok. Beni daha çok kişi hikâyesi ilgilendiriyor. Politik, ideolojik tartışmalardan çok romancı olarak bir kişinin psikolojisi ilgimi çekti. Onun için bu dönemi yazmaya başladım.
ÜNLÜ TARİHÇİLER NE DEDİ
İlber Ortaylı:
“Kaplanın Sırtında, Livaneli’nin edebiyat hayatında ilginç bir çıkış. Sultan II. Abdülhamid devrine bir de aynanın öbür tarafından bakıyor. Bu belki çok fazla abartılan Abdülhamid devri karşıtı düşünceye karşı bir reaksiyon. Temelde Sultan Abdülhamid’in doktorunun günlüklerinden yararlanılmış. Tahttan hal’ edilmiş sürgündeki Sultan’ın perspektifinden sürükleyici bir anlatımla Abdülhamid bilançosu yapılıyor. Tabii tarihi gerçeklerin müsaadesi ölçüsünde kurgunun getirdiği üslup da dikkat çekici.”
Taner Timur:
“Zülfü Livaneli, bu kez karşımıza Abdülhamid rejimini alışılmış klişelerden kurtaran ve her yönüyle, özgürce gözlerimizin önüne seren Kaplanın Sırtında adlı sürükleyici romanıyla çıkıyor.”
Ali Yaycıoğlu:
“Zülfü Livaneli geçmişin ve geleceğin, devrimin ve çöküşün, büyük hayallerin ve hayal kırıklıklarının beraber yaşandığı yüklü ve zor bir dönemi anlatıyor; okuyucularını Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının zihin dünyasında samimi ve önyargısız bir yolculuğa davet ediyor.”