AKP Sözcüsü Ömer Çelik''in, 17 Ağustos 1999 depreminin hemen sonrasında, 23 Ağustos 1999 tarihinde, Yeni Şafak Gazetesi''nden yayımlanan yazısında iktidarın afet yönetim politikalarını eleştirdiği görüldü.
Çelik''in, daha o dönemlerdeki yazısında, “Türkiye yönetilemiyor. Ve, yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor." ifadelerini kullandığı ortaya çıktı.
İktidarın politikalarını eleştiren Çelik''in Eğer bugün birilerin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin ‘milli birlik ve beraberlik’ nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız.” ifadeleri de dikkat çeker nitelikteydi.
Ömer Çelik''in bu sözleri sosyal medyada yeniden paylaşılmaya başlandı.
"ATILAN NUTUKLAR KARŞISINDA SUSULMAMALI"
Günümüzdeki iki büyük Kahramanmaraş depreminden sonra vatandaşların yetersiz kurtarma çalışmalarına yönelik tepki göstermelerinin üzerinde AKP Sözcüsü Ömer Çelik “her türlü aracın fazlasıyla mevcut olduğu” yanıtını verdi ve “birlik ve dayanışma” çağrısı yaptı. 1999 depreminde devletin ve iktidarın düştüğü durum için, “Birilerinin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin ‘milli birlik ve beraberlik’ nutukları altında ezilmemesi gerektiğini” vurgulayan Çelik vatandaşlara böyle bir durumda susulmaması gerektiğini belirtti.
"RESMİ SÖZCÜLER DEPREMDEKİ İHMAL VE BECERİKSİZLİKLERİ ŞAİBELİ DURUMA DÜŞÜRDÜ"
Tüm Türkiye''yi derinden etkileyen ve binlerce insana mezar olan 1999 depreminden sonra Çelik, “Beceriksizlikleri tespit edenlere yetkililerin el altından gözdağı verdiğini” söylemiş ve, devletin toplumu büyük bir felaketle baş başa bıraktığının altını çizmişti. AKP Sözcüsü Çelik yine aynı yazıda, “Resmi sözcülerin, depremdeki ihmal ve beceriksizlikleri dile getirenleri ‘şaibeli’ duruma düşürmekten başka bir gayretinin görünmediğini” dile getirmişti.
"DEVLET TOPLUMU FELAKETLE BAŞ BAŞA BIRAKTI"
Ömer Çelik’in, Yeni Şafak’ta 23 Ağustos 1999’da yayımlanan “Bugün susmak…” başlıklı yazısı şu şekilde:
Depremin ilk saatlerinde ortada olmayan "devletlu" zevat, aradan saatler geçtikten sonra her köşe başından başlarını uzatıyor. İş yapmak adına bildikleri tek şey, açıklama yapmayı kesintisiz bir biçimde sürdürmek. Yapılan işlerin ne kadar beceriksizce yapıldığını tespit edenlere görünürde kırgınlık ifade eden "yetkililer," el altından da gözdağı veren bir tutumu, devletin âli menfaatlerini korumanın tek göstergesi gibi sunmanın gayreti içindeler. Oysa tek âli toplumun hayat hakkını korumak olan devlet, tam bir şaşkınlık içine düşerek toplumu büyük bir felaketle baş başa bıraktı. Kırılan gururunu tamir etmek kaygısından arta kalan kırıntıları enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetlerine dönüştürmeye çalıştığında ise iş işten çoktan geçmişti...
"BAŞBAKAN DEPREMİN İLK SAATLERİNDE KENDİ BAKANLARINA BİLE ULAŞAMADI"
Devletin bütün imkanlarıyla ve başarıyla olaya müdahale ettiğini söyleyen Başbakan, depremin ilk saatlerinde kendi bakanlarına bile telefonla ulaşamadığını söyleyerek yetkililere radyo ve televizyon aracılığıyla talimat vermeye çalışıyordu... Kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu anda "kamu otoritesi" kapsama alanı dışına çıkmış ve yetkililer, pili bitmiş bir uzaktan kumanda aletine dönüşmüştü. Apaçık ortada olan ve karşılıkları can kaybıyla, Türkiye''nin en az yirmi yılına mal olacak mal kaybıyla ödenen ihmalleri ve beceriksizlikleri dile getirenleri "şaibeli" duruma düşürmeye çalışmaktan başka bir gayreti hâlâ görünmüyor resmi sözcülerin. Kendi sorumluluğunu örtbas etmek isteyen devlet erki hâlâ meseleyi mümkün olduğunca sümen altı etmeye harcıyor enerjisini.
"KURTARILMA İHTİMALİ OLANLARA ULAŞILMASI İÇİN SESLERİNİ YÜKSELTENLER..."
Sanki ortadaki tek sorun, milletin baş başa kaldığı yıkımın bir ucundan devlet kurumlarına da bulaşmış olması. Sanki sadece halkın oturduğu binalar yıkılsa ve sarsılmaz bir kudret ve eleştirilmez bir erk kaynağı gibi görünmeyi seven devlet bu felaket karşısında yara almamış olsaydı, mesele kalmayacaktı. Milleti himaye edilmeye ve yol gösterilmeye muhtaç bir topluluk olarak gören devletçi bakışın rahatsız olduğu konu, aslında gerçekten neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda yol gösterilmeye muhtaç olanın devlet olduğunun ortaya çıkmış olması sanki. Yoksa insanların canları niye kurtarılmadı diye kamu otoritesini eleştirenlere ya da canları kurtarılma ihtimali olanlara bir an evvel ulaşılması için seslerini yükseltenlere bu derece şiddetle karşılık verilmesinin ne anlamı olabilir?
"TÜRKİYE YÖNETİLEMİYOR. BUGÜN SUSARSAK BU ÇARPIK MEKANİZMA YÜZÜNDEN YÜZLERCE İNSANIN SUSMASINA ORTAK OLACAĞIZ"
Bu depremle birlikte ortaya çıkan mekanizmalar ve ilişkiler meselenin sandığımızdan daha vahim olduğunu ortaya çıkardı. Uzun zamandır normal hayatı olağanüstüleştirerek yaşamayı kanıksadığımız için, belli ki, içine düştüğümüz kıskacın vahametini algılamakta zaafa düşmüşüz. Çok basit ama bir o kadar da acı olan şu: Türkiye yönetilemiyor. Ve, yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor. Eğer bugün birilerin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin "milli birlik ve beraberlik" nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız.