Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik süreci değerlendiren İktisatçı Mahfi Eğilmez, küçük tasarrufları olan vatandaşlara Türk Lirası, döviz ve altından oluşan bir sepet yapma tavsiyesinde bulundu. Eğilmez, “Bir yandan yüksek TL faizinden yararlanırken, bir yandan da döviz ve altının anapara koruyuculuğu şemsiyesine sığınmış olurlar” dedi.
Yeni Yaşam gazetesinden Ahmet Tulgar’a konuşan Eğilmez’in açıklamaları şöyle:
Türkiye’nin şu andaki iktisadi durumunu art arda birkaç kelimeyle tarif edecek olsanız neler söylerdiniz? Ya da mümkün mü şu andaki durumu birkaç kelime ile nitelemek? Krizin hangi aşamasındayız?
Türkiye şu anda “slumpflasyon” dediğimiz bir kirizin içinde bulunuyor. ‘Slump’ çökme demek, ‘flasyon’ da enflasyondan geliyor. Yani enflasyon içinde küçülme anlamına geliyor. Ekonomi hem küçülüyor hem de bir yandan yüksek enflasyon yaşıyor. Bu, krizlerin en ciddilerinden birisidir. Bu durum 2018 yılının son çeyreğinde enflasyon yüzde 20 dolayındayken büyümenin eksi (yüzde) 3 gelmesiyle su yüzüne çıkmış oldu. Aynı durum halen devam ediyor. Ve henüz bunu tersine çevirecek bir önlem yok ortada.
İktidar krizi önlemek için harekete geçemiyor mu? Sizin de uzun süredir dile getirdiği uyarılar anlaşılmıyor mu? Anlamak mı istemiyorlar? Harekete geçmelerini engelleyen ne?
Krizi yaratmış olanların krizi gidermesi genellikle pek kolay değildir. Uyarılar ve öneriler, işin yalnızca ekonomiyle ilgili olmadığı, yönetim biçiminin değişmesinin de bu krizde etkili olduğu ve dolayısıyla işe oradan başlamak gerektiği yönünde olunca, uyarıların anlaşılması pek kolay olmuyor doğal olarak. Bugün Türkiye’deki sıkıntıların temelinde hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının ortadan kalkmış olması yatıyor. Kamu kesiminin hiçbir hesabı şeffaf değil. Kimse bu hesabı soramıyor. Sayıştay’ın yazdıklarını kimse ele almıyor. O nedenle iktidarın harekete geçmesi sanıldığı kadar kolay değil.
Küçük tasarrufları olan, belli bir yaşam standartına ulaşmış orta ve alt sınıflara ne tavsiye edersiniz bu süreçte?
Ben bu konularda yatırım tavsiyesi vermiyorum ama tasarruflarını korumak isteyenlerin yapması gereken şey böyle dönemlerde TL, döviz ve altından oluşan bir sepet yaparak riski dağıtmalarıdır. Bir yandan yüksek TL faizinden yararlanırken, bir yandan da döviz ve altının anapara koruyuculuğu şemsiyesine sığınmış olurlar.
TÜSİAD ve benzeri işveren örgütleri, sermaye sahipleri neden bu kadar sessiz? İktidarın kendilerine sağladığı ayrıcalıklardan memnun olduklarını söyleyebilir miyiz? Varsa, nedir bu ayrıcalıklar?
Ayrıcalıklar konusunda bilgim yok ama bence asıl sorun ‘Değişim Sürecinde Türkiye’ kitabımda da savunduğum gibi Türkiye’de Batılı anlamda bir burjuva sınıfının olmamasıdır. Feodalite Avrupa’da asiller sınıfının, sanayi devrimi de burjuvazi ve işçi sınıfının doğmasına ve zamanla güçlenmesine yol açtı. Bu süreçte esnaf burjuvazisi sanayi ve ticaret burjuvazisine dönüşürken işçi sınıfı da sendikalı işçi sınıfı olarak güç kazandı. Bu iki sınıf normalde birbirine karşı sınıflar ama konu temel haklar, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi konulara geldiğinde yan yana olabiliyorlar. Bizde bu gelişme hiç olmadı. Esnaf burjuvazisi sanayi ve ticaret burjuvazisine dönüşemediği gibi işçi sınıfı da kısa bir süre dışında hiçbir zaman güçlü olamadı. Bugün Türkiye’de gerçek anlamda, batılı anlamda burjuva diyebileceğimiz aile sayısı çok azdır. Sendikalı işçi sayısı ise toplam işçi sayısının yalnızca yüzde 11’i kadardır. Burjuva olmak, sadece fabrika, banka sahibi olmak, zengin olmak demek değildir. Aynı zamanda uygarlığa, aydınlığa, insan haklarına sahip çıkmak demektir. Batıda en azından elli altmış yıldır burjuvazinin geldiği aşama budur. Bizde ne yazık ki henüz buralardan çok uzaktayız. Onun için herkes kendi durumuna bakıyor.
Türkiye’deki vergi sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Berat Abayrak’ın söylediği gibi, ‘kurum vergilerini azaltıp vergiyi tabana yaymak’ ne anlama geliyor?
Türk vergi sistemi tam anlamıyla adaletsiz bir vergi sistemidir. Dolaylı vergilerin (KDV, ÖTV gibi) toplamdaki oranı yüzde 65, dolaysız vergilerin (Gelir vergisi gibi) oranı yüzde 35’dir. KDV, ÖTV gibi vergiler tek oranlıdır. Yani bir malı satın aldıklarında en zengin de aynı oranda vergi öder, en fakir de. Oysa gelir vergisi gelir arttıkça vergi oranı artan bir tarifeye sahip olduğu için az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınması ilkesine dayanır. Türk vergi sisteminde yapılacak reform dolaysız vergilerin toplamdaki payını artırıp dolaylı vergilerin payını düşürmek şeklinde olmalı diye düşünüyorum. Vergiyi sanırım tabana değil tavana yaymak daha doğru olabilir.
Türkiye’deki siyasi durumun ekonomik krize etkisi nedir ve hangi yollardan gerçekleşiyor bu etkime? Hukuk düzeni ile ekonomik refah arasındaki ilişki nedir?
Siyasal durum ekonomik durumu fazlasıyla etkiliyor. Buna Türkiye’de hep tanık oluyoruz. Siyasal durumun iki etkisi var ekonomi üzerinde: İlki sık yaşanan seçimlerin yarattığı kamu harcaması artışları. Ki bu durum kamu dengesini bozuyor. İkincisi siyasal sorunların yarattığı etkiler ister istemez ekonomiyi de etkiliyor, karar alınmıyor, bir sonraki seçimin oy getirileri hesaplanmaya başlanıyor ve popülizme sapılabiliyor. Hukuk düzeniyle ekonomi arasında ilişki bence çok yüksek. Hukukun üstünlüğü yoksa ve yargı bağımsız değilse yabancı yatırım gelişi azalıyor, hatta yerli yatırımcı bile tereddüde düşüyor. Hukukun üstünlüğünü test etmenin en kestirme yolu trafikte emniyet şeridinde kimlerin gittiğine bakmaktır. Batı’da burayı sadece polis, ambulans ve itfaiye kullanır. Bizde eline bir yanar döner lamba geçiren herkes orada. Vatandaş buraya baktığında hukukun değil kişilerin üstün olduğunu görüyor ve davranışını ona göre ayarlıyor.
Türkiye ekonomisinin en önemli yapısal zaafları nelerdir? Bunlar nasıl giderilir?
Türkiye ekonomisinin en önemli yapısal zaaflarının başında ithalata bağımlı üretim yapısı geliyor. İthalatımızın yaklaşık yüzde 75’i üretimde girdi olarak kullanılan hammadde, ara malı ve sermaye mallarından oluşuyor. Dolayısıyla kurda en ufak bir yükseliş ithalatı pahalandırıyor ve oradan giderek fiyat artışlarına yol açıyor. Türkiye’nin bunu giderebilmek için geçici ve kısmi ithal ikamesine dayalı yepyeni bir teşvik sistemi uygulayarak bu malların rekabet edebilir durumda olanlarının içeride üretilmesini sağlaması gerekiyor. Bu teşviklerin ürün bazında yani kısmi olması ve en fazla 5 yıl süreyle geçici olması lazım. Yani bu süre içinde dünya fiyatlarıyla rekabete erişilemiyorsa o ürünün üretimini desteklemekten vazgeçmek gerek. Çünkü Türkiye geçmişte sürekli ithal ikamesi uyguladı ve rekabete açılamadı.
Şu anda iktidar size soracak olsaydı, ekonomik krize karşı önereceğiniz ilk reformlar ne olurdu?
Ben kimsenin bana bir şey sormasını beklemeden bu görüşlerimi kendi bloğumda yazıyorum zaten. İlk reform hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı olmalı. Hemen ardından yasama, yargı ve yürütme erkinin tamamen ayrılması yani güçler ayrılığı ilkesine geçiş gerçekleştirilmeli. Bunlar olmadan ne yeterince yabancı sermaye gelir ne de yerli yatırımcı yatırım yapar. Hemen sonrasında Merkez Bankası’nın tam anlamıyla bağımsızlığı sağlanmalıdır.
Şu sıralar bir Milli Mutabakat Hükümeti’nden söz ediliyor. Sizce böyle bir hükümet formasyonu mümkün mü ve ekonomik ve siyasi krize bir çözüm olabilir mi?
Bunun nasıl olacağı ve neyi kapsayacağı hakkında bir bilgim yok. Ama eğer hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, yasama, yargı ve yürütme erkinin tamamen ayrılması yani güçler ayrılığı ilkesine geçiş bu yolla yapılabilecekse çözüm olabilir.
İktidarı ekonomik krizi daha da derinleştirecek hangi adımları atmama konusunda uyarırdınız?
Ben şimdiye kadar kendi bloğumda bu konularda sürekli uyarılarda bulundum. Risk doğuracak siyasal, sosyal açıklama ve eylemlerden kaçınmak, dış politikada çok daha sakin ve barışçıl yaklaşımlarda bulunmak gerekiyor. Bir de geçici çözümlerden ya da makyajla gerçeğin üstünü örtecek yaklaşımlardan kaçınmak şart. Önce hatayı kabul etmek gerek. Hatayı kabul etmezseniz çözümü bulamazsınız.
Türkiye için gelecek umudunu nerelerden çekip çıkarırsınız?
Türkiye ilginç bir ülkedir, en umutsuz zamanlarda umudun yeniden yeşerdiğini görürsünüz. Geçmişte birçok kez böyle durumlarla karşılaştık ve hepsinden yeni umutlarla çıkmayı başardık. 1980’lerin başlarında herkes buradan gitmeyi düşünüyordu, sonra 80’lerin ortalarında dışarıdakiler buraya dönmeye başladı. Türkiye, kendisine göre belirli potansiyeli olan bir ülke. Bütün mesele ahbap çavuş ilişkilerine dayalı sistemi liyakate, hak etmeye dayalı bir sisteme dönüştürebilmek. Ben Türkiye’nin bunu başarabileceğine inanıyorum ve o nedenle umudumu koruyorum.