CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. AKP iktidarının Suriye politikasına sert eleştiriler yönelten Kılıçdaroğlu, Libya'da şehit olan MİT mensubu ile ilgili haber ve paylaşım nedeniyle tutuklanan aralarında gazetemiz yazarı Murat Ağırel'in de bulunduğu gazetecilere, "Sizler bu ülkenin onurusunuz. Ödenen bedel Türkiye'nin aydınlığa çıkma bedelidir" dedi.
Kılıçdaroğlu, "Gizli hiçbir şey yok. Evleri sabaha karşı basılıyor. Ben size sivil darbe dönemini yaşıyoruz derken bunu kastediyordum. Gözaltına alınıyorlar, ortada yazılı hiçbir şey yok ama şifai talimat var. Sayın Ağırel’i serbest bırakıyorlar, bir süre sonra nasıl serbest bırakırsınız diye telefonlar geliyor. Yeniden gözaltına alınıyor." şeklinde konuştu.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından satır başları şöyle:
Demokrasiyi yüceltmek hepimizin ortak görevidir. Yeri zamanı gelir seçimler olur vatandaşın iradesine başvurursunuz. YSK’nın belirlediği kurallar çerçevesinde gider halkın iradesine başvurursunuz. Yalova Belediye Başkanımız iki kez girdi, engellediler, oylar tekrar sayıldı. Yalovalıların oylarıyla belediye başkanlığı yapıyor. Kendisini halkın oylarıyla yenemedikleri için bu kez idari kararlarla nasıl uzaklaştırabilirizin arayışına girdiler.
Doğrudur bir yolsuzluk var. Yolsuzluğu saptayan oradaki namuslu bir memur. Olayı tespit ediyor, belediye başkanına haber veriyor, belediye başkanı sorgulayın diyor, bu yolsuzluğun araştırılması için cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunuyor. Ama sonunda belediye başkanı açığa alınıyor. Belediye meclisinde oylama yapılıyor ve bir AK Partili seçiliyor. Buradan Yalovalı kardeşlerime seslenmek istiyorum; Yalova halkının iradesine darbe vuruluyor, içişleri Bakanı’nın belirlediği bir kişi geliyor. Bu doğru değil. Vefa Salman bir yolsuzluk yapmış ve ortaya çıkmışsa hiç kimse merak etmesin o işleri yapacak ilk kişi biziz. Yolsuzluğu şikâyet edip görevden alınan belediye başkanı olarak Vefa Salman tarihe geçecektir.
MECLİS'TEKİ YUMRUKLU KAVGA
Siz halkın oyuyla bir makama geldiyseniz o makamın ön gördüğü koşullar içerisinde konuşmalısınız makamın itibarını korumak zorundasınız. Sayın Erdoğan’ın bana yönelik olarak burada söylenmesi asla mümkün olmayan, ahlakımın asla izin vermediği belli kelimeleri kullanarak hakaret etmesini asla kabul etmiyorum. Kendisine de hiçbir cevap vermedim. Grup başkanvekilimiz onun kullandığı kelimelerin aynısını kullanıyor. Kızıyorlar neden bu kelimeleri kullandın diye. Aynısını sen söyledin. Biz parlamentoda kavga istemiyoruz. Düşünce kadar değerli bir şey yoktur.
"TÜRKİYE'NİN BAŞINI BELAYA SOKMAYIN DEDİK"
Söylediğimiz ‘Bizim Orta Doğu bataklığında ne işimiz var’ idi. Sorunu çözmek için evet ama bize danışılırsa. Türkiye’nin böyle bir pozisyonu vardı. Orta Doğu’da bir sorun çıktığında baş vurulan ülke Türkiye’ydi. Neden Suriye sınırına mayınlar temizlendikten sonra 49 yıllığına yabancı bir ülkeye vereceğiz, neden? Kim telkin etti sizi? Önce kararname, CHP iptal ettirdi, sonra kanun çıkardılar. Anayasa Mahkemesi’ne gittik. Türkiye sınırına yabancı bir devlet gelip yerleşseydi bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin durumu ne olurdu?
Neden Orta Büyük Doğu Projesi’nin eş başkanlığına soyundunuz? Maşa rolünü size kim verdi? Hiç düşünmediniz mi sana bu eş başkanlığı veren sana nasıl bir görev verecek diye? Tarih bilgisinden yoksun olanlar buna balıklama atladılar. Yine biz söyledik; ÖSO ile senin ne işin var? Suriye'yi bölme konusunda neden bu işe soyunuyorsun? ÖSO’yu biz Amerika ile beraber kurduk diyor. Sana maşa görevi verdiler farkında bile olmadın. Biz ÖSO’nun hamiliğine soyunduk aynı zamanda. Para, silah verdik, eğittik aynı zamanda. Biz yıllar yılı yanlış yapıyorsunuz, Türkiye'nin başını belaya sokmayın dedik.
"DAHA TOPRAĞA VERMEDEN KAHKAHA NEDİR?"
Biz, Orta Doğu’da barış istiyorduk. Komşumuzda yangın istemiyorduk. Biz hiçbir Mehmetçiğimizin burnu kanamasın istiyorduk, biz bütün Suriye’nin Mehmetçiğimizin tırnağına dahi değmeyeceğini söylüyorduk ama saray iktidarı buna önem vermedi. 4 Şubat 2020’de 5 öneride bulundum. Çözmek konusunda öneri getirdik size ama arkadaşlar bunu da dinlemediler. Ama büyük laf etmeye devam ettiler. 12 Şubat’ta. "Şubat ayı sonuna kadar geri çekilmelerin tamamlanmasını umuyoruz. Rejim bu sürede geri çekilmezse Türkiye bu işi bizzat yapmak mecburiyetinde kalacaktır."
34 askerimiz şehit oldu. Sanki bir ölü toprağı serpilmiş gibi bütün Türkiye edin bir sessizliğe gömüldü. 36 saat televizyonların önüne çıkmadılar. Büyük lokma ye büyük laf etme diyoruz, altında kaldılar. Üç gün sonra çıktılar televizyonlara, fıkralar anlatı. Sanki bu ülkede 34 şehidimiz yokmuş gibi. Eleştirdim, hakkım vardı. "O şehitlerin ve onların ailelerinin bizde hakkı vardı. Daha toprağa vermeden bu kahkaha nedir?" dedim. En azından gülümseme kardeşim. En azından şehide, o şehidin annesine saygı duy kardeşim!
“Omuzlarının üzerinde o başları kalmayacak” diyor. Bir taraftan da acaba biz nasıl toplanırız çözebiliriz diye. O doğru toplansınlar. Ama bu lafı ediyorsan senin toplanmaya gereğin yok. Arkasından dörtlü toplantı olacaktı bu gerçekleşmedi. "Putin ben gelmeyeceğim" dedi, bu gitti. Giderken de Bay Kemal’in 4 sorusu var demiştim. O sormazsa uçakta gazeteciler sorsunlar, "niçin Bay Kemal’in sorularını sormadın" diye.
-Birliklerimizin yerini bildirmemize rağmen neden askerlerimizi şehit ettiniz?
-İlk saldırının ardından uyarı yapmamıza rağmen ikinci saldırıyı neden gerçekleştirdiniz?
-Yaralı ve şehitlerin Türkiye’ye getirilmesi için helikopterlere neden izin vermediniz?
-Savaş hukukunda yaralıları taşıyan ambulanslar vurulmaz. Siz bu yaralı askerlerlerimizi almayan gelen askerlerimizin ambulanslarımızı neden vurdunuz?"
"PUTİN'E NE SÖYLEDİ, BEN MERAK EDİYORUM?"
Gitti oraya Sayın Erdoğan, sonra Putin ile Erdoğan televizyonların önüne çıktılar. İlk konuşmayı Sayın Putin yaptı; görüşmemize başlarken "Suriye’de hayatını yitiren askerler için taziyelerimi iletmek istiyorum. Telefon görüşmemizde ifade ettiğim gibi hiç kimse Suriye askeri de dahil olmak üzere orada Türk askerlerinin olduğunu bilmiyordu." Dakika bir gol bir. 'Bir dakika demeliydi, biz size koordinatları bildirdik, siz vurdunuz sizden gereğini yapmanızı istiyoruz’ demeliydi. Hiç ses yok. "Telefon görüşmemizde ifade ettiğim gibi" diyor. Ben sana dedim ki, "O alanda askerlerin vurulduğu yerde biz sizin askerlerinizin olduğunu bilmiyorduk" diyor. Erdoğan bu telefon görüşülmesinde Putin’e ne söyledi, ben merak ediyorum.
"DEVLETTEN BESLENEN BİR MEDYA GRUBU VAR"
Basın konusu önemlidir. Halkın gözü kulağı ve sesidir medya. Anayasamız da der ki basın hürdür sansür edilemez. Niçin siyasi iktidar baskı kurup kendi olumsuzluklarını yansıtan gazete üzerinde baskı kurmasın diye. Siyasi idareye böyle sınırlama koyar. Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak ve tedbirleri alacak diyor Anayasa. Medya üzerinde baskıları biliyorduk. Önce şunu bir sefer kabul edelim, bir sivil darbe süreci içerisindeyiz. 20 Temmuz’dan sonra bir sivil darbe süreci içindeyiz. Medya üzerinde olağanüstü bir baskı var. kedileri için çalışan özel bir medya kurumu da var. Bunlar sadece devletten aldıkları para ile beslenirler. Kamu kurumları bunlara büyük para aktarır. Bunların tek bir görevi vardır, siyasi iktidar ne yaparsa yapsın övmektir. Odatv, havuz medyasının büyüklüğünün karşısında namuslu aydınlar kendi sitelerini oluşturdular. Odatv de bunlardan biri. "Bunu nasıl susturacağız, milleti nasıl Odatv’nin haberlerini izlemeyecek hale getireceğiz."
"AĞIREL'İ NASIL SERBEST BIRAKIRSINIZ DİYE TELEFONLAR GELDİ, YENİDEN GÖZALTINA ALINDI"
26 Şubat’ta Erdoğan düğmeye basıyor Odatv ile ilgili. Beyaz TV’den biri sözde gazeteci bir soru soruyor. "Osman Kavala şöyledir" diye başlıyor. "Odatv gezi sürecinde önemli ayaklardan biriydi. Darbe girişimine destek veren Odatv !katil devlet' diye manşet attı" ama iddianamede bunların hiçbiri yok diyor.
Kullandığı şu cümle çok önemli. "Ben bunun suç duyurusunu şu anda yapıyorum." 26 Şubat 2020’de. Arkasından da düğmeye basılıyor. "Libya’da üç tane şehidimiz var" cümlesini kuran Erdoğan’dır. Bunu eleştiren de bendim, şehide tane diyemezsiniz. Defnedildiği zaman sosyal medyada yer aldı, fotoğraflar yer aldı vs. Bir gazeteci arkadaşımız Hülya Kılınç bunu haber yaptı. Odatv’de de yayımlandı bu. Arkasından haber Müdürü Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Aydın Keser, Murat Ağırel. Şimdi hepsi ceza evindeler. Gizli hiçbir şey yok. Evleri sabaha karşı basılıyor. Ben size sivil darbe dönemini yaşıyoruz derken bunu kastediyordum. Gözaltına alınıyorlar, ortada yazılı hiçbir şey yok ama şifai talimat var.
Sayın Ağırel’i serbest bırakıyorlar, bir süre sonra "nasıl serbest bırakırsınız" diye telefonlar geliyor. Yeniden gözaltına alınıyor. Buradan o gazeteci arkadaşlarıma, Terkoğlu’na Pehlivan’a Ağırel’e Çelik ve Keser’e CHP’den sesleniyorum, sizler bu ülkenin onurusunuz. Gazeteciliğin hakkını veriyorsunuz. Bunun için bir sivil darbe döneminde size bedel ödetiyorlar ama ödenen bedel Türkiye'nin aydınlığa çıkma bedelidir.
Savcı arkadaşlarıma sesleniyorum; talimat aldığınızı biliyorum ama yüreğinizin bir yerinde en ufak bir vicdan kırıntısı kalmışsa süratle iddianameleri hazırlayın ve gönderin. Neyi tutukluyorsunuz siz? Tutuklanma nedeni yok. Ülkede ne Anayasa ne de yasalar geçerli değil. Üstünlerin hukukunun yaşandığı bir süreçteyiz. Yargıyı bu hale getiren bazı hâkimler ve savcılardır. Talimatla karar veren, talimatla iddianame hazırlayanlardır. Onlar sarayın kalemşörleridir.