Partisinin grup toplantısında konuşan İYİ Parti lideri Akşener, iktidarın Sisi ile yakınlaşmasına dair dikkat çeken ifadeler kullandı. Akşener, "Rabia işareti yapa yapa gezdiği elini, Sisi‘ye kaptırmış, Esma’nın onurunu da, Katar’da bırakıp, gelmiş oldu. Ne diyelim, hayırlı, uğurlu olsun. Seçimlere yaklaştığımız şu son düzlükte, bundan sonra yeni işaretiniz olarak, Rabia Meydanı’yla Esma’yı değil, artık, Napolyon’u hatırlarsınız…" dedi.
Akşener, "Cumhuriyetimizin, 100’üncü yılının şerefine, 100 bin öğretmenimizi atayacağız." derken, sözlerini "Ancak işimiz, burada bitmeyecek. Eğitim fakültesinden mezun, ve elinde öğretmenlik diploması olan, 600 bin öğretmenimizin, atama sorununu da, kademeli olarak çözeceğiz" sürdürdü.
"İlk etapta, 250 bin öğretmenimizin atamasını yapacağız. Neden 250 bin biliyor musunuz? Çünkü; Köy okullarını yeniden açacağız. Yani köylerimiz, öğretmenlerine yeniden kavuşacak." şeklinde konuşan Akşener, "Okul bahçelerinden; Çocuklarımızın, gençlerimizin, öğretmenlerimizin gür sesinden, yeniden andımız duyulacak!" dedi.
Meral Akşener''in açıklamaları şu şekilde;
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Maalesef, acı dolu bir haftayı daha geride bıraktık.
İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısının sızısı, hâlâ yüreğimizdeyken;
Bu sefer de;
Gaziantep Karkamış’da, pkk/pyd/ypg terörünün,
alçak saldırısıyla karşılaştık.
Ayşenur öğretmenimizi ve minik Hasan’ımızı kaybettik.
Ruhları şad, mekânları cennet olsun.
Biliyorsunuz, hamile bir kardeşimiz de, saldırıda ağır yaralandı,
onun da, bir an önce iyileşmesi için dua ediyoruz.
Ayrıca Kilis’te, Öncüpınar Sınır Kapısı''ndaki,
Polis Özel Harekât yerleşkemizde,
Yine, pkk/pyd/ypg terörünün alçak saldırısında;
kahraman bir askerimiz ve polislerimiz yaralandı.
Rabbim, onlara da, acil şifalar versin.
Değerli milletvekilleri;
Doğudan batıya, kuzeyden güneye, ülkemizin her köşesinde,
milletimiz, tek vücut olarak acı çekiyor.
Ama bir yandan da, her zaman olduğu gibi, yine dimdik duruyor.
Yanan yüreğinin acısını, kalbine gömüyor,
ve terörün, biran önce bitmesini istiyor.
Her şeyden önce, şunu hatırlatmak isterim ki;
Bizim için,
terörle mücadelenin sulandırılıp,
iç siyasetin mezesi yapılması da,
pkk/pyd/ypg terörü kadar tehlikelidir.
Çünkü terörle mücadele, bir devlet meselesidir,
ve günlük siyasi hesaplara, araç edilemez.
O yüzden, şayet, bu konu üzerinden,
siyaset devşirmeye çalışanlar olursa,
onlara asla fırsat vermeyeceğiz.
Ve her ne kadar, iktidardan aynı duruşu göremesek de,
biz, memleketimiz için hayati olan, bu meseleye de,
devlet ciddiyetiyle bakmaya, devam edeceğiz.
Bildiğiniz gibi, 20 Kasım gecesi,
Irak ve Suriye’nin kuzeyine yönelik,
Pençe Kılıç Hava Harekâtı başlatıldı.
Bu harekât kapsamında;
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, her zaman olduğu gibi,
çok başarılı bir operasyon gerçekleştirdi.
Ülkemizi, milletimizi ve hudut güvenliğimizi,
tehdit eden teröristlere ait,
barınak, sığınak, mağara, tünel, mühimmat depoları ile,
sözde karargâh ve eğitim kamplarından oluşan,
toplamda 89 hedef ve 184 terörist, etkisiz hâle getirildi.
Bu süreci, büyük bir başarıyla yürüten,
şanlı Türk Ordusu’ndan, Allah razı olsun.
Vatanın güvenliği için çıktıkları, bu kutlu yolda,
Rabbim, ayaklarını taşa değdirmesin.
Şüphesiz ki bu başarı;
Tarihimizin her döneminde olduğu gibi;
muzaffer Türk Ordusu‘nun başarısıdır.
Kahraman Mehmetçiğimiz, gereken her vakitte,
değil üç beş teröriste, yedi düvele meydan okumayı, her zaman bilmiştir.
Yani, Silahlı kuvvetlerimiz,
her zaman olduğu gibi, bu defa da, gücünü göstermiştir.
Ancak terörle mücadelede,
her şeyi, ordumuzdan ve polisimizden bekleyemeyiz.
Devleti yöneten iktidarın da,
güvenlik güçlerimize, alan açması gerekir.
Operasyonun, hukuki, siyasi ve uluslararası zeminini,
hazırlaması gerekir.
Terörle topyekûn mücadele için, bölgedeki hakim güçlerle oturup;
millî menfaatlerimiz doğrultusunda,
diplomasi kanallarını, etkin şekilde kullanması gerekir.
Ancak bunu yapamayan bir iktidar;
Suriye’den ve Irak’tan, ülkemize uzanan terör tehdidini ve sızmaları engelleyemez.
Nitekim;
2015‘de, 2016’da, 2018‘de, 2019’da ve 2020’de,
neredeyse her yıl, Silahlı Kuvvetlerimiz, başarılı operasyonlara imza attı.
Ama 2022’de ne oldu?
Kobani’de eğitim almış bir terörist,
Afrin’den çıkıp, mülteci kılığında ülkemize girdi.
4 koca ay, kaçak bir şekilde, ülkemizde yaşadı.
Ve İstanbul’un göbeğinde, İstiklal Caddesi’nde,
6 canımızı şehit etti.
Bunun üzerine iktidar da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına,
şehitlerimizin intikamını almak için;
Pençe Kılıç Harekâtı’nın, başlatıldığını duyurdu.
Yalnız, iktidarın, devlet yönetimiyle ilgili,
ciddi bir müktesebat ve liyakat sorunu olduğundan,
atladığı bir şey var:
Devlet intikam almaz.
Çünkü, kadim devlet geleneklerimizden, nasibini alanlar, çok iyi bilir ki;
devletin, intikam almasına gerek kalmaz.
Çünkü devlet, şefkatiyle koruyup kolladığı milletine,
zarar vermeye niyetlenenler için;
daha onlar harekete geçemeden, gerekeni yapar.
Ancak bunun için, devleti hakkıyla idare eden, bir iktidarın olması gerekir.
Hatırlayın, geçtiğimiz hafta, bu kürsüden bir şey söylemiştim:
“Terörle mücadelede, iktidarın görevi;
Teröristleri, tek bir vatandaşımızın, burnu dahi kanamadan,
etkisiz hâle getirmektir.” demiştim.
“Aynı zamanda terörün beslendiği,
korku ve şüphe iklimini dağıtmaktır.” demiştim.
“Eğer ki, sokaklarda yürüme özgürlüğümüz elimizden alınırsa;
terör amacına ulaşır.” demiştim.
İşte bu yüzden;
eğer ki terör, bugün;
5 yaşındaki bir yavrumuzun, hayatını karartıyorsa,
22 yaşındaki, gencecik bir öğretmenimizi, aramızdan alıyorsa,
okullarımızın kapanmasına sebep oluyorsa,
iktidar, çıkıp da, terörle mücadelede,
Türk Devleti’nin gücüne yakışır bir başarıdan, söz edemez.
Hele ki, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin gücünden,
kendine siyasi rant devşirmeye, kalkamaz.
Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri, iktidarın içindeki,
bir grup vasıfsız, makam israfının,
beceriksizliklerini gizlemekle, mükellef değildir.
Bu yüzden, buradan iktidara bir çağrıda bulunuyorum.
Eğer gerçekten, terörle mücadele etmek istiyorsanız;
Bu meselenin;
sınırlarımızın güvenliğiyle,
uygulanan açık kapı politikasıyla,
insan kaçakçılarıyla,
ve ülkemize yönelen, kontrolsüz göç dalgası ile,
doğrudan ilişkili olduğunu, artık kabul edin.
Millî güvenliğimizi tehlikeye atan, bu göç politikası, devam ettikçe;
oluşacak tehditleri, sadece sınır ötesi operasyon yaparak önleyemeyiz.
Egemenlik sahamızı, etkin şekilde kontrol etmemiz,
ve iç güvenlik kurumlarımızın, kapasitesini artırmamız gerekiyor.
Bunun için de;
Alameti farikası, her fırsatta, cıvık cıvık çıkışlar yapması olan değil;
işini ciddiyetle, devlet aklıyla ve liyakatle yapması olan,
ve tercihen, güvenlik konusunda, en azından birkaç makale okumuş,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yakışır,
gerçek bir iç işleri bakanı gerekiyor.
Tüm bunların yanında ise;
Güvenlik politikalarının,
iç siyaset şovlarından arındırılması,
ve konunun uzmanı, yetkin kişiler tarafından,
ele alınması gerekiyor.
Bu yüzden de, iktidar mensuplarının,
daha az, ama daha net konuşmaları,
popülist hareketlerden kaçınmaları,
ve mevzu bahis, terörle mücadele olduğunda,
kendilerini, iç siyaset hesaplarının,
dışında konumlandırmaları gerekiyor.
Şüphesiz ki;
Şanlı Türk Ordusu, her şart ve koşulda,
gücünü ortaya koymaya, devam edecektir.
Ancak, eğer ki iktidar, bu söylediklerimi uygulamazsa;
Mehmetçiğimizin, sahada ortaya koyduğu başarıya,
zayıf bir iktidarın, iş bilmezliği yüzünden,
iş masaya geldiğinde, gölge düşer.
Buradan, açıkça ilan etmek istiyorum:
Bizim artık, tek bir acıya bile, tahammülümüz yok.
Bizim artık, tek bir insanımızı kaybetmeye bile, tahammülümüz yok.
Bizim artık, sınırlarımıza, değil bir roket, değil bir havan,
bir merminin bile düşmesine, tahammülümüz yok.
Bu yüzden, terör yuvalarını temizlemek için;
öncelikle Mehmetçiğimize alan açın.
Şanlı ordumuzun gücüne yaraşır,
ve Türk Devleti’nin geleneklerine yakışır,
diplomasi hamlelerini de, bir an önce uygulamaya koyun.
Bu güvenlik sorununu,
başka hiçbir vatandaşımızın daha, burnu kanamadan çözün.
Ammaaa;
Hiç kimsenin mutabık kalamadığı,
Soçi Mutabakatı gibi, bir sözüm ona,
“diplomasi hamlesinden” bahsetmiyorum.
37 evladımızı, şehit düşürenlerin kapısında,
onurumuzu çiğnetmekten, hiç mi hiç bahsetmiyorum.
Biz, bugüne kadar kaybettiğimiz, evlatlarımızı unutmadık.
Biz, bugüne kadar, evlere, ocaklara, gönüllere düşen ateşleri unutmadık.
Biz bunların, hiçbirini unutmadık.
Niye biliyor musunuz?
Çünkü biz bugün, hâlâ Sayın Erdoğan’ın,
muazzam beceriksizliğinin, sonuçlarını yaşıyoruz.
Sınırlarımızı, kevgire çeviren liyakatsizliğin, faturasıyla yüzleşiyoruz.
Dostluk ilişkileri ve kişisel kaprisleri üzerinden,
sözüm ona, “yönettiği” dış politikanın neticesinde,
yaşadığımız onca sıkıntıya, çektiğimiz nice acıya rağmen,
hâlâ ibretlik bir politikasızlığa, şahit oluyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
Biliyorsunuz, geçtiğimiz Pazar günü, Sayın Erdoğan,
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile, Katar’da hasret giderdi.
Sayın Erdoğan’ın gösterdiği, derin muhabbetten anlıyoruz ki;
yeni bir dostluğun, kıvılcımı çakıldı.
Mavi Vatan’daki çıkarlarımızın bile, yumuşatamadığı Sayın Erdoğan’ı,
demek ki, futbol aşkı, pamuk gibi yapmış…
Yakında Beşar Esad’la birlikte maça giderlerse şaşırmayın.
Şimdi, bu duygu dolu kavuşmaya, değinmeden önce,
geçmişe doğru, kısa bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor.
Bunun için bir videomuz var.
Gelin şimdi birlikte izleyelim.
Eveeet.
Görünen o ki;
Sayın Erdoğan seçimini, Binali Bey’den yana değil,
Sisi’den yana kullanmaya karar vermiş...
Eee tabii bilirsiniz;
Sayın Erdoğan, kazananın yanında olmayı sever.
Baktı ki, İstanbul’da Ekrem Başkan kazandı.
Biraz vakit aldı ama, kendisi de döndü dolaştı,
gitti Sisi’yi seçti.
Bu seçimle birlikte;
Rabia işareti yapa yapa gezdiği elini, Sisi‘ye kaptırmış,
Esma’nın onurunu da, Katar’da bırakıp, gelmiş oldu.
Ne diyelim, hayırlı, uğurlu olsun.
Seçimlere yaklaştığımız şu son düzlükte,
bundan sonra yeni işaretiniz olarak,
Rabia Meydanı’yla Esma’yı değil,
artık, Napolyon’u hatırlarsınız…
Eee Allah büyük…
Görüyor musun Sayın Erdoğan?
Söylediğin yalanlar, yine ayağına dolandı.
İş bilmezliğin, yine, eline, yüzüne bulaştı.
Arkasından, ağıtlar yaktığın Mursi‘yi, mezarında ters döndürürken;
Senin sözünün peşinden giden, arkadaşlarının da,
başlarını yere düşürdün.
Peki ya değdi mi?
Büyükelçi çekecek kadar ileri gitmene, gerçekten değdi mi?
İş dünyamızın, milyar dolarlık ticaretinin, yatırımlarının,
heba olmasına, değdi mi?
Doğu Akdeniz’de, ülkemizin elini zayıflatmana,
Mavi Vatanımızı, tehlikeye atmana değdi mi?
Sayın Erdoğan;
böyle devlet yönetilmez.
Kişisel ilişkilerinin ve kaprislerinin bedelini, bu millete ödetemezsin.
Zikzaklarının bedelini, Türkiye’ye ödetemezsin.
Sana, 10 Mart 2021’de, bir çağrıda bulunmuştum.
Bugün de, bu çağrıyı yinelemek istiyorum.
Madem bu noktaya gelecektiniz;
Türkiye’ye bunca kaybı niye yaşattınız?
Hem diplomatik alanda, hem askeri alanda,
hem de ticari anlamda, bunun hesabını kim verecek?
Bu defa, öyle,
“kandırıldım” diye,
“Sisi kardeşimle, aramıza girdiler.” diye,
“Yeni sayfa açıyorum.” diye, işin içinden sıyrılamazsın.
Önce çıkıp, bu başarısızlığın sorumluluğunu alacaksın.
Önce çıkıp, milletimizden özür dileyeceksin.
Çıkacaksın;
“Kişisel kaprislerime kapıldım, hata yaptım,
milletimden özür dilerim.” diyeceksin.
Çıkacaksın;
“İstanbul seçimlerinde, Millet İttifakı‘nı,
darbecilikle suçladım, özür dilerim.” diyeceksin.
Çıkacaksın;
“Ben bu hatayı yapmasaydım;
Doğu Akdeniz’de, Mısır’la Yunanistan değil,
biz anlaşabilirdik, özür dilerim.” diyeceksin.
Sen önce çıkıp, özrünü dileyeceksin,
sonra da milletimizin sandıkta açacağı, yepyeni sayfayı,
oturup izleyeceksin.
Ama elini çabuk tut.
Çünkü millet vereceğin hesaba, çok az kaldı!
Değerli dava arkadaşlarım;
Biliyorsunuz Sayın Erdoğan,
ne zaman Cumhur İttifakı’ndan bunalsa,
sağ olsun, dönüp bize selam çakar.
Cevabını biliyor olsa da, aynı soruları, ısrarla sorar.
Aynı davetleri, bir umut, ısrarla tekrar eder…
Rahmetli Cem Karaca’nın dediği gibi,
“umar ha, umar umar…”
Bizim için hava hoş.
Bizim kararımız belli, irademiz net.
Çünkü bizim ittifakımız, milletin sinesinde,
milletimizin vakur ve güçlü varlığıyladır.
İstibdata mahkûm olmayacağını haykıran,
o büyük hürriyet ruhuyladır.
Milletimizi tarih boyunca var eden,
haklı ve gerçek itirazıyladır.
Biz;
Geleceği elinden alınan, çocuklarımızla ittifak kurarız.
Biz;
Kayyum rektöre karşı duran hocalarımızla,
Gezi Park’ında toplanan gençlerimizle,
doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen,
cefakâr insanımızla ittifak kurarız.
Biz;
Baskıya boyun eğmeyen, şahsiyetini satmayan,
Zalimin eteğini öpmeyip,
yolsuzluk ağlarını deşifre etmekten geri durmayan,
özgür gazetecilerimizle, ittifak kurarız.
Biz;
Kirli çıkar şebekelerine girmektense,
daha az ama helal kazanmaya, razı olan esnafımızla,
alın terine haram karıştırmamış, işçilerimizle ittifak kurarız.
Belli ki Sayın Erdoğan, muhalefet kavramını da yanlış anlamış.
Buradan kendisini aydınlatmak istiyorum:
Bizimkisini, koltukların bekası uğruna,
her şeyin mübah, herkesin de satılık olduğu,
yazıhane siyasetiyle karıştırma Sayın Erdoğan.
Bizimkisi;
20 yıllık yağma, yalan ve baskı düzenine karşı,
asil mi asil, dimdik bir duruştur.
Fetö ile kurulan ittifaka,
Pkk ile kurulan masaya,
mafya ve çetelerle yapılan işbirliğine karşı,
tavizsiz bir itirazdır.
Bizim tabanımız da, tavanımız da,
bu büyük milletin kutlu iradesinin, ayrılmaz bir parçasıdır.
Ve o boyun eğmez irade,
İlk günden beri, hiç pes etmemiş, hiç zayıflamamış;
ve seni bu milletin sırtından, sandıkla söküp atma hevesi,
hiç azalmamıştır.
İYİ Parti;
Türkiye’nin demokratikleşmesi davasının neferidir.
Ve evet, kumar masasına oturmaya da, en küçük niyeti yoktur.
Çünkü İYİ Parti;
Dış politikada zar atmaz, ekonomide rulet oynamaz.
Devlet yönetiminde kupon yapmaz, hukukta tombala çekmez.
Ve;
milletinin geleceğiyle, asla bahse girmez.
Sayın Erdoğan ve küçük ortağının oturduğu masa,
öyle bir kumar masasıdır ki;
Saray her zaman kazanır.
Ortaya sürülen, kimi zaman, Türk ordusu olmuştur,
kimi zaman, sınırlarımız…
Kimi zaman, Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz masadadır,
Kimi zaman da, İhvan-ı Müslimin.
Kimi zaman, Filistinliler masaya sürülür,
Kimi zaman da, Ukraynalılar.
Bu masada, bazen Kürtler üzerine kumar oynanır,
Bazen de, Türkler.
Yani, bu hileli oyun;
Her daim kasanın kazandığı,
kazanamadığı yerde ise, oyunun bozulduğu,
ve şartlar ne olursa olsun, sürekli milletimizin ütüldüğü,
kirli bir oyundur.
Onların kumar masası işte budur.
Bizden, dahil olmamızı istedikleri masa işte budur.
Bu masa, bizim gözümüzde, 20 yıldır aynı masadır.
Bu masa, dün de bir kumar masasıydı,
bugün de bir kumar masasıdır.
Heveslenenler için üzgünüm.
Ama bizim, o masaya oturmaya hiç niyetimiz yok.
Çünkü biz;
o kumar masasını dağıtmaya,
Saray görünümlü kumarhanenizi de,
başınıza yıkmaya geliyoruz!
Bu da böyle biline.
Aziz milletim;
Aklın ve bilimin yolunu tamamen kaybedişimizin,
1’inci yıl dönümündeyiz.
İktidarın, fantastik deneyler zincirine, mahkûm oluşumuzun,
1’inci yıl dönümündeyiz.
Türk ekonomisinin, tamamen raydan çıkışının,
1’inci yıl dönümündeyiz.
Artık, çöken ve çöp olan bir sözde ekonomi modelinin,
1’inci yıl dönümündeyiz.
Hatırlayın, bundan tam 1 sene önce, Sayın Erdoğan;
partisinin Genel Başkanı olarak katıldığı,
Merkez Yürütme Kurulu Toplantısında,
bir müjde vermişti.
Üretim, istihdam, ihracat odaklı,
bir ekonomi modeline, geçtiklerini söylemişti.
Bu yeni yol haritasında;
düşük faiz ve yüksek ihracatı temel alarak,
cari açığı ve enflasyonu da, düşüreceklerinin sözünü vermişti.
Bugün, Bay Kriz’in, yıllardır saçmalamakta inat ettiği;
“Faiz sebep, enflasyon sonuçtur.” teorisini,
“Ya tutarsa?” anlayışıyla kanıtlamaya çalışan,
bu sözde yeni ekonomi modeline geçişimizin üzerinden,
tam 1 yıl geçti.
Peki sizce, bu ucube teori tuttu mu?
Gelin, ilk önce faize bakalım.
Biliyorsunuz Bzy Kriz, politika faizini ,talimatla indirdiğinde,
diğer faizlerin de, sihirli bir şekilde, düşeceğine inanıyordu.
Ama sonuç ne oldu?
Eurobond faizi, tarihi rekor kırarak yüzde 10’a çıktı.
Yani;
Merkez Bankası faiziyle, Eurobond faizi eşitlendi.
Yani;
Faizle mücadelede, tarih yazdığını iddia eden Sayın Erdoğan,
en yüksek faiz oranını vererek, tarihe geçti.
Yani;
Faize karşı olduğunu iddia eden Sayın Erdoğan,
en yüksek faiz harcamasını yaparak, tarihe geçti.
Bakın, sadece Ekim ayında, faize ödenen para,
2017 yılının, tamamında ödenen faizden bile yüksek.
2017 yılında, faiz için, 57 milyar lira ödenmişti.
2022 yılında ise, bu rakamın, 330 milyar lira olması, tahmin ediliyor.
Üstelik 2023 yılında da, faize, 566 milyar lira ödenmesi öngörülüyor.
Üstelik daha bu rakamın içinde,
Kur Korumalı Mevduat için ödenecek faizler yok.
Yani şimdiden, 2017 yılının, yaklaşık 10 katı kadar, faiz ödeyeceğiz.
Yaa, faizle edilen şu şanlı mücadeleyi görüyor musunuz?
Tabii bir de biliyorsunuz,
Bay Kriz’in bir de, enflasyonla olan mücadelesi var.
Maalesef, orada da durum aynı.
TÜİK’in rakamlarına göre bile, enflasyon, yüzde 85 buçuğa dayandı.
Yıllık gıda enflasyonu, yüzde 99’a yükseldi.
Et, süt, yumurta, sebze, meyve fiyatlarının hepsi, aldı başını, gitti.
Ekmeğin fiyatının bile, 7 lirayı aştığı hesaplanıyor.
Evet, yanlış duymadınız.
Sadece 1 ekmeğin fiyatı, 7 liranın üzerinde…
Çünkü esnafımız;
Geçen yıl, 240 liraya aldığı yaş mayaya, bu yıl 350 lira ödüyor.
Geçen yıl, 10 bin lira kira verdiği iş yerine,
bu yıl, 40-50 bin lira arası kira veriyor.
Bir de bütün bunların üzerine,
elektrik ve doğal gaz fiyatlarındaki artışı da ekleyince,
yüksek maliyetlerin, altında kalan esnafımız,
artık düpedüz can çekişiyor.
Sadece son 1 yılda, sanayide kullanılan elektik fiyatları, 5 kat arttı.
Bu artış;
ticarethanelerde 3,7 kat,
meskenlerde ise, 2,1 kata ulaştı.
Doğal gaz fiyatları da farklı değil…
Sadece son 1 yılda,
sanayide kullanılan doğal gazda fiyatlar, 3,8 kat,
Meskenlerde 2,8 kat,
elektrik üreticilerindeyse, 4,3 kat arttı.
Tüm bunlar olurken;
Bay Kriz ve ekibinin, ülkemizi içine ittiği, krizler sarmalına,
maalesef bir de, “süt krizi“ eklendi.
Süt üreticilerini, talimatla baskı altına almaya çalışan iktidar,
milyonlarca insanımızı, sütsüz, aşsız bıraktı.
Et üretimimiz düştü, süt üretimimiz düştü…
Her gün üreticilerimiz, maliyetleri karşılayamadıkları için,
en verimli ineklerimizi, besi hayvanlarımızı,
kesimhaneye göndermek zorunda kalıyor.
Bugün, kesilen her bir hayvanın telafisi için,
en az üç yıl gerekli…
Hayvanlarımız kesime gidince, süt bulunamadığı için,
sütlü mamullerin, fiyatları da arttı.
Sütte üreticiye düşük fiyat verilmesi,
hayvanları kesime zorlarken,
süt üretimi, TÜİK’e göre yüzde 4,4,
sektör temsilcilerine göre, yüzde 15 düştü.
Raflardaki fiyat artışı, yüzde 175’i buldu.
Bugün, kaşar peynirin fiyatı, kırmızı et fiyatını geçti.
Şaka gibi ama gerçek…
Bir sanal alışveriş sitesindeki fiyatlara göre,
bugün itibariyle, 700 gram kaşar peynirin ortalama fiyatı,
115 ile 165 lira arasındayken,
dana kıyma ve dana kuşbaşı,
110 ila 150 liradan satılıyor.
Marketlerde her gün fiyat etiketleri değişiyor.
Vatandaşımız bir gün önce aldığı süt ürününü,
ertesi gün aynı fiyattan tekrar alamıyor.
Yakında, üç beş AK Partilinin,
Türkiye’nin beşte biri bile etmeyen ülkelerden,
Süt tozu ithal etmeye başladığını duyarsanız şaşırmayın.
Benden söylemesi…
Çünkü;
Ak Parti iktidarı için, ülkemizde yaşanan her kriz;
ranta açılan yeni bir kapıdır.
Çünkü;
Ak Parti iktidarı için, milletimizin yaşadığı her kayıp;
yandaşlar için, yeni bir avanta fırsatıdır.
Çünkü;
Ak Parti iktidarı için, aklı ve bilimi reddeden, her başarısızlık;
vatandaşı suçlamak için, yeni bir mazeret kaynağıdır.
Aziz milletim;
Ülkemizin, içinde bulunduğu tablo,
bu kadar açık, net ve acı bir şekilde, karşımızda dururken;
Bay Kriz hâlâ, havaya bakıp ıslık öttürmeye devam ediyor.
Hâlâ, dünya bizi kıskanıyor diye övünüyor.
Hâlâ, sözde yeni ekonomi modelini, aklamaya uğraşıyor.
Hâlâ, beceriksizliklerinin üzerini, örtmeye çalışıyor.
Mesela;
Enflasyonun sebebini, üreticide arıyor.
Mesela;
Pahalılığın sebebini, çiftçide arıyor.
Mesela;
Marketteki, pazardaki yangının sebebini, esnafta arıyor.
Gerçekler gün gibi ortada Sayın Erdoğan!
Sen ne kadar kendini kandırsan da;
Hazine ve Maliye Bakanlığı‘nı, üreticilerimiz yönetmiyor.
Merkez Bankası‘nı, çiftçilerimiz yönetmiyor.
Devletin hazinesini, esnafımız yönetmiyor.
Bunların hepsini sen yönetiyorsun, sen!
Ama sen de haklısın…
Başımıza bela ettiğin, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin, çalışmadığını,
artık sen de biliyorsun.
Memlekette hiçbir şeyin, istediğin gibi gitmediğini,
artık sen de görüyorsun.
Bu devleti yönetemediğini,
artık sen de yavaş yavaş anlıyorsun.
Onun için de;
bu devasa başarısızlığın sorumluluğundan kaçmak için,
kendini parçalıyorsun…
Ama sen hiç merak etme;
Önümüzdeki ilk seçimde,
milletimizle, el ele, kola kola verecek,
seni bu yükten, hep birlikte kurtaracağız.
Devletimize yakışan bir yönetim anlayışını;
milletimizle birlikte sandıktan çıkaracağız.
Vasatlığa mahkûm ettiğin, bu büyük devleti,
İYİ Parti iktidarında;
ciddiyetle, liyakatle ve adaletle yöneteceğiz.
Çünkü;
Dert sensin, derman İYİ Parti’de.
Kriz sensin, çıkış İYİ Parti‘de
Sorun sensin, çözüm İYİ Parti’de.
Hiç merak etme, çok az kaldı!
Aziz milletim;
Yarın, 24 Kasım Öğretmenler Günü…
Yarın, bir günlüğüne;
Öğretmenliğin, kıymeti hatırlanacak.
Öğretmenlik mesleğinin, onuru hatırlanacak.
Öğretmenlerimizin, kalbimizdeki yeri hatırlanacak.
Ama ertesi gün, bu aziz mesleğin,
kıymetini umursamayanlar,
onurunu ayaklar altına alanlar,
ve kalbimizdeki yerini unutturmaya çalışanlar,
ucube yönetim anlayışlarına, kaldıkları yerden devam edecekler.
Öğretmenlerimizin, özlük haklarını çiğnemeye, devam edecekler.
Onları, “Sözleşmeli, geçici, kadrolu” gibi sınıflara bölmeye,
devam edecekler.
Atanamayan öğretmenlerimizi,
öğrencilerine hasret bırakmaya, devam edecekler.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü;
Cumhuriyetimize düşman olanlar,
öğretmenlerimize de, düşmanlık ediyorlar.
Çünkü;
Cumhuriyetimizin, başarısız olmasını isteyenler,
öğretmenlerimizin de, başarısız olmasını istiyorlar.
Çünkü;
Cumhuriyetimizin sunduğu imkânları, görmezden gelenler,
öğretmenlerimizin yaşadıkları acıları da, görmezden geliyorlar.
Çünkü biliyorlar ki;
Bir öğretmen başarılı olursa;
başarılı nesiller yetiştirir.
Bir öğretmen huzurla çalışırsa;
fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirir.
Bir öğretmen, itibar görürse;
kendine güvenen, Cumhuriyet nesillerini yetiştirir.
İşte bugün, öğretmenlerimize yaşatılan, birçok acının altında,
ne yazık ki, bu gerçek yatıyor.
Bu yüzden, öğretmenlerimizin,
itibarını zedelemeyi,
hayat koşullarını zorlaştırmayı,
ve umutlarını çalmayı,
kendilerine hak görüyorlar.
Dertlerini dinlemiyor, duymuyor, görmüyorlar…
Ama biliyorsunuz ki;
Bizim İYİ Parti olarak, çok kıymetli bir görevimiz var.
Milletimizin gerçeklerini, cümle aleme duyurmak gibi,
kutlu bir sorumluluğumuz var.
İktidarın kurduğu eğri düzene, çomak sokmak gibi,
çok güzel bir huyumuz var.
İşte bu yüzden;
Milletin Kürsüsü’nde bu hafta,
öğretmenlerimizin sesini duyurmak için,
bir öğretmen kardeşimizi ağırlıyoruz.
O konuşacak, iktidar dinleyecek.
O isteyecek, Saray dinleyecek.
O anlatacak, Türkiye dinleyecek.
Canan Yılmaz öğretmenimiz, aramızda.
Buyur sevgili meslektaşım.
Söz de, kürsü de senindir.
Teşekkür ediyorum Canan kardeşim.
Bir öğretmen olarak,
Canan öğretmenimizin,
ve bugün burada, aramızda bulunan öğretmen kardeşlerimizin nezdinde,
tüm öğretmenlerimizin gününü, bir kez daha kutluyor,
her birine saygılarımı sunuyorum.
Ayrıca;
başöğretmenimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere,
istiklal kahramanı öğretmenlerimizi,
Yüreğimizdeki acısı dinmeyen, Aybüke öğretmenimizi,
Gaziantep’te kaybettiğimiz, Ayşenur öğretmenimizi,
ve tüm şehit öğretmenlerimizi,
bir kez daha, saygıyla, sevgiyle ve rahmetle anıyorum.
Mekanları cennet olsun.
Aziz milletim;
Eğer çocuklarımızın, gençlerimizin,
nitelikli bir eğitim almasını istiyorsak;
Eğer ülkemizin, kalkınmasını,
ve dünyanın, en müreffeh ülkelerinden biri olmasını istiyorsak;
Eğer gençlerimiz, dünya gençleriyle, rekabet edebilsin istiyorsak;
Eğer ülkemizden, başka ülkelere, beyin göçü olmasını istemiyorsak;
öğretmenlerimize, iade-i itibar yapmak zorundayız.
Çünkü, öğretmen demek;
çocuklara ve gençlere;
onların öğrenmesine, yetişmesine, gelişmesine adanmış,
bir hayat demektir.
Çünkü, öğretmen demek;
memleketin varlığına, milletin esenliğine adanmış,
bir ömür demektir.
Çünkü, öğretmen demek;
geleceğin mimarı olmak demektedir.
Atatürk’ümüzün de söylediği gibi;
“Geleceğin güvencesi, sağlam temellere dayalı bir eğitime,
Eğitim ise öğretmene dayalıdır.”
Ne yazık ki, bugün,
Bu hikmet dolu sözlerden, çok uzaktayız.
Ülkemizde;
Ne sağlam temellere dayalı, nitelikli bir eğitim politikamız var;
Ne de;
Öğretmenlerimize dayalı, bir sistemimiz var.
Çünkü Ak Parti iktidarı;
20 yılda, 8 bakan ve her bakanla birlikte de,
eğitim politikamızı değiştirmeyi seçti.
Eğitim niteliğini artıracağına, sınavların adını değiştirerek,
sınav temelli bir eğitim politikasını, tercih etti.
Çünkü Ak Parti iktidarı;
Nitelikli eğitim için, olmazsa olmaz olan öğretmenlerimizi,
maddi kaygılarla yaşamaya,
neredeyse, yoksulluk sınırındaki maaşlarla geçinmeye, mahkûm etti.
Çünkü Ak Parti iktidarı;
Daha aldığı ücretle, kendisinin ve ailesinin,
temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan öğretmenlerimizi,
‘Öğretmenlik Meslek Kanunu’ gibi bir ucubenin, içine attı.
Çıkarttıkları bu ucube kanunla,
unvan uygulaması adı altında,
öğretmenler odasındaki, iş barışını bile bozdular.
Öğretmenlerimizi;
başöğretmen, uzman, sözleşmeli, ücretli öğretmen diye ayrıştırdılar.
Bu vesileyle;
Bir kez daha üstüne basa basa söylüyorum ki:
Öğretmenlik, kanunla tanımlanmış bir ihtisas mesleğidir.
Bu ülkenin, tek bir başöğretmeni vardır;
o da, tüm cumhuriyet öğretmenlerinin izinde olduğu,
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Bunu kaldıramayanlar olabilir.
Bunu hazmedemeyenler olabilir.
Bunu kıskananlar olabilir.
Ama hiiç kusura bakmasınlar.
Bu gerçeği değiştiremeyecekler!
Suya yazı yazamayacaklar!
Değerli meslektaşlarım;
Sizlere söz veriyorum.
Önümüzdeki sene, Öğretmenler Günü’nde;
Sorunları değil, umutları konuşacağız.
Dertleri değil, mutluluğu paylaşacağız.
Saygınlığını ve itibarını yeniden kazanan mesleğimizin,
büyük kutlamasını yapacağız.
İYİ Parti iktidarında, ilk iş olarak;
Cumhuriyetimizin, 100’üncü yılının şerefine,
100 bin öğretmenimizi atayacağız.
Ancak işimiz, burada bitmeyecek.
Eğitim fakültesinden mezun,
ve elinde öğretmenlik diploması olan,
600 bin öğretmenimizin, atama sorununu da,
kademeli olarak çözeceğiz.
Bu doğrultuda;
İlk etapta, 250 bin öğretmenimizin atamasını yapacağız.
Neden 250 bin biliyor musunuz?
Çünkü;
Köy okullarını yeniden açacağız.
Yani köylerimiz, öğretmenlerine yeniden kavuşacak.
Çünkü;
Sayıştay raporunda belirtilen,
128 bin norm kadro açığını, tamamen kapatacağız.
Çünkü;
Emekliye ayrılacak öğretmenlerimizin yerine,
yeni mezun öğretmenlerimizin atanmasını sağlayacağız.
Çünkü;
4+4+4 sistemine son verip, ilkokulu yeniden 5 yıl yapacağız,
ve yeni sınıf öğretmenlerine ihtiyacımız olacak.
Böylece iktidarımızın ilk yılında,
Toplamda, 250 bin öğretmenimizin atamasını, gerçekleştireceğiz.
Ayrıca;
Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu yeniden ele alarak;
unvan uygulamasına, bir an önce son vereceğiz.
Meslekte 5 yılını doldurmuş öğretmenlerimiz, 1 derece kazanacak.
Ve bu öğretmenlerimize;
en yüksek brüt devlet memuru maaşının,
yüzde 60’ı kadar, eğitim-öğretim tazminatı ödeyeceğiz.
Meslekte 15 yılını doldurmuş öğretmenlerimiz, 1 derece kazanacak
Ve bu öğretmenlerimize de;
en yüksek brüt devlet memuru maaşının,
yüzde 120’si kadar, eğitim-öğretim tazminatı ödeyeceğiz.
Ayrıca öğretmenlerimizin emeklilik dönemlerinde de,
hak ettikleri gibi yaşamaları için, emekli maaşlarını yeniden düzenleyeceğiz.
Elbette, özel okullardaki öğretmenlerimizi de, unutmayacağız.
Onların da, özlük haklarını ve çalışma koşullarını,
hak ettikleri seviyelere çıkartacağız.
İYİ Parti iktidarında;
Sınıflar yeniden;
Memleketimizin yükseliş ocakları olacak!
Okullar yeniden;
Mutlu öğretmenlerle, mutlu öğrencilerle dolup taşacak!
Okul bahçelerinden;
Çocuklarımızın, gençlerimizin, öğretmenlerimizin gür sesinden,
yeniden andımız duyulacak!
Değerli dava arkadaşlarım, sevgili öğretmen kardeşlerim!
Ne diyor Akif?
“Sâhipsiz olan memleketin, batması haktır;
Sen sâhip olursan, bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: telâfi edecek, bunca zarar var.”
Hiç merak etmeyin;
Memleketimiz sahipsiz değil.
Türkiye’miz çaresiz değil.
Bizler, zalimin karşısında dimdik durduğumuz sürece,
bu vatan asla batmayacak.
Zamanımız dar, telafi edilecek bunca zarar olsa da;
memleketin İYİ ve cesur evlatları,
uğraşmaktan asla vaz geçmeyecek!
Sandık artık ufukta göründü.
İYİ’lerin şafağı, hiç olmadığı kadar yakın.
Allah’ın izni, milletimizin teveccühüyle, yetkiyi alıp;
Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında,
bize bu cennet vatanı armağan eden, kahramanlarımızın şanına yakışır,
coşkulu bir kutlama yapacağız.
Atatürk’ümüzün, büyük vizyonu ışığında,
Alnımızda irfandan bir çelenkle, nura doğru can atacağız!
Şanlı yurdumuzun, her bucağını şanla dolduracağız!
Söz olsun, yemin olsun ki;
yurdumuzu yüceltmeye içtiğimiz andımızı,
ebet müddet yaşatacağız!
Emin olun, çok az kaldı!
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.