Güzel ve çirkin!

Çoğu zamanlar, kapalı kapıların ardında veya eşiğinde, haysiyetlere ulu orta “pervasızca” saldıranlar görülüyor, işitiliyor.
İnsanoğlu bir tuhaf!..
Biraz ilgi veya ilgisizlik duydu mu, hissetti mi hemen kabarıyor!
İlginin merhametten, sosyal barıştan kaynaklandığı hemen unutuluyor.
İlgisizliğin de bir “yıpranmanın” veya “yıpratmanın” eseri olduğu hatırlanmıyor.
İlmi bakımdan, kişiliklerin kaç gruba veya çeşide ayrıldığına bakılmaksızın, davranış biçimlerinden bir çok tasnif yapma mümkün oluyor.
Tabii ki, sevecen, merhametli, munis, vefakâr, saygın, cömert, gelenek ve göreneklerine bağlı, yasalara uyumlu, kısacası sağduyu sahibi ve inançlı insanlar, dünyanın mutluluğu ve huzuru için çok önem taşıyor.
Psikopat insanlar da var.
Ne yazık ki, bir de; saldırgan, zalim, muhteris, nankör, hasis, sinsi, menfaatperest, yasa-kural tanımayan kısacası “psikopat” insanlar da gezegenimizde mevcut bulunuyor.
Bu tip “marazi” oldukları halde kendilerini “şahsiyet” sayan kişiler de, dünyayı insanoğluna “zindan” etmeye çaba gösteriyor.
Birinci gruptaki insanların, her fırsatta, her ortamda “iyilik” yapmaya, ellerinden gelen yardımı göstermeye gayret ettikleri, kimseyi üzmemeye, tedirgin etmemeye dikkat ettikleri, kanaatkâr oldukları, kısacası huzura doğru koştukları, “uyum” içinde oldukları görülüyor. Ancak, ikinci kategorideki insanların; günlük hayatta istikbale matuf beklentilerde büyük “tahribat” içinde oldukları, kendilerinden başka kimseyi tanımak ve kabul etmek istemedikleri her fırsatta su üstüne çıkıyor. Bu gruptaki insanların çoğunun “aşağılık duygusu” içinde kıvrandıkları, kıskançlığın zirvesine tırmandıkları, kullandıkları bütün etkin maske ve zırhlarına rağmen fark ediliyor. Sonunda insanoğlu şu veya bu şekilde bu “marazi” tiplerden yara alıyor. En önemlisi, değer yargıları alt üst oluyor.
Çoğu kez sapla samanı karıştırdıkları, ulaşamadıkları başarıları mutlaka karaladıkları da gözden kaçmıyor.
Şu var ki, eninde sonunda, ya kendi kendilerini mahvediyor, ya da toplum onları mutlaka “saf dışı” bırakıyor.


Aytmatov’un muhteşem gizemi!

Hafta sonu elimizden düşmeyen “sımsıcak” bir eseri, Aymatov’u yeniden ve derinden bizlere hatırlatıyor.
Her ne kadar, bazı Türk yazarlar, Aytmatov’u “kültürel milliyetçi” olarak değerlendiriyorlarsa da, onun tam bir Kırgız olduğundan kuşkulanmamak gerekiyor.
Cengiz Aytmatov’un milliyetçilikten asla vazgeçmemesindeki, “onur” ve “ısrar” belki de onu gizemli kılıyor.
Yani Aytmatov, herhangi bir ünvan, herhangi bir ödül veya herhangi bir ikbal için milliyetçiliğinden asla vazgeçmeyip sonuna kadar savunarak, gönülleri feth etmiş bulunuyor.
Ne var ki, belki de “milliyetçilik” vasfı, onu bir Nobel payesinden, benzerleri gibi “mahrum” bırakmış bulunuyor. “Cengiz Han’a Küsen Bulut” Aytmatov’un acılarla geçen yaşantısının bazı öykülerini anlatıyor.
Öncelikle Stalin’in zulmüne uğrayan babası Türekul Aymatov’un çektiklerini dile getiriyor.
Sovyetler Birliği’nin altmışlı yıllarında Manas’ın vatanı Kırgızistan’da dünyaya gelen Cengiz Aytmatov’un, birliği yolunda yoğun çabaları görülüyor.
Başyapıtı “Gün Uzar Yüzyıl Olur” eseri, Kırgızistan platosunda, uzay ile yer arasında Türklerin tarihi alınyazısına “alegorik” tarzda yorum getiriyor.
Son romanı “Dağlar Devrildiği Zaman” Türkistan’a Türk halklarına “vasiyet” ağırlığını taşıyor.
“Dağlar Devrildiği Zaman” bir yerde Aytmatov’un milliyetçilikten bir “zerre” ayrılmadığını ispatlıyor.
Velhasıl, ara sıra eski eserlere göz atmanın insana büyük bir haz verdiğini de belirtmek icap ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları