Feryat edeceksin
Her güçlü iktidar döneminde mutlaka basın kavgaları yaşandı. Medya patronları, kendilerini “hükümet kuran ve yıkan güç” olarak gördü, öyle davrandı. Başbakanlar da, “medyanın burnunu sürtmek ve onları ezmek” için her yolu denedi.
Bu kavga yalnızca iktidarla mı oldu? Hayır. Muhalefet partileri de bu kavgalarda yer aldılar. En son yaşananları hatırlayalım.
Bir süre önce MHP Genel Başkanı Bahçeli, isim vererek bazı medya patronlarını eleştirdi. Kendisi de her fırsatta medyaya çatan Başbakan Erdoğan bunu fırsat bildi ve Bahçeli’yi faşistlikle suçladı:
- “Bir de kalkmış medyayı tehdit ediyor! İşte sivil faşizm bu!”
- “Gördünüz, Sayın Bahçeli isim vererek medya sahiplerini nasıl suçluyor, nasıl tehdit ediyor. İşte sivil faşizm diye bir şey varsa bugün temsilcisi bu zihniyettir.”
Belli konularda AKP’ye destek veren yazar Nuray Mert ise, bir röportajında Tayyip Erdoğan iktidarının “sivil faşist” olduğunu söyledi. Erdoğan buna da, “Kimse ülkeye korku salmaya kalkışmasın. Kimse milletimizi korkutarak, yapay korkular üreterek, tedirginlik yayarak buradan kendisine siyasi rant elde etmeye kalkışmasın” karşılığını verdi.
Şimdi bu sözleri söyleyen Başbakan, geçen gün kalktı ve medya patronlarına “yeni bir korku” saldı. Üstelik Türk Ordusu’nun görevdeki ve emekli kuvvet komutanları, orgeneralleri, subayları sorgulanır ve tutuklanırken. Yani, iktidar “mazlum” değil, “mağrur” iken.
Şu sözler aynen Başbakanın:
“Ben de şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ’Ne yapayım köşe yazarı, hakim olamıyorum’diyemezsin. ’Sen bunun sorumlususun arkadaş’diyeceksin. Niye, çünkü bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi germeye kimsenin hakkı yok. Buna biz de müsaade etmeyiz. Çünkü bir anda dengelerin ekonomik olarak ne hale geldiği ortaya çıkıyor. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiğin zaman da feryat etmeye hakkın yok!..
Herkes fikrini söylemekte serbesttir. Gayet güzel de böyle belirlenmiş şeyler var. Tabii serbest, söyle doğru. Ama o insanlara da o kalemleri teslim edenler der ki, ’Kusura bakma kardeşim bizim dükkanda sana yer yok! Çünkü herkes vitrinine layık olanını koyar.”
(Biz bu aralar bunun için mi işsiz gazeteciyiz acaba? Yıllardır çalıştığımız televizyonlarda yayın kesintileri, patron ve genel müdür tehditlerinin arkasında bu gerçek mi vardı acaba?) (İkinci not: Diyebilirsiniz ki, “E işte yazdığın bir gazete var. Bu nasıl işsizlik?” Gerçek şu: Kimse yanlış anlamasın ama, Yeniçağ’da da ücretsiz yazdığımı bilmenizi isterim.)
* * *
Başbakanın yukarıdaki sözleri üzerine “yandaş medyaya” bakalım. Onlar bu kavramdan hoşlanmıyor. Öyleyse soralım:
“Başbakan muhaliflere gözdağı verirken, yanında olanlar onun istemediği şeyleri yazabilir mi?”
Yazarız, diyen varsa buyursun, hadi bu sözü “özgürlüğe, medya bağımsızlığına, demokrasiye sıkılmış kurşun” olarak kabul edip eleştirsin bakalım.
Malta ile Tunceli sürgünlerini karıştırmak!
CHP Genel Başkanı Baykal, “Balyoz Operasyonu” ndaki tutuklamaları “Malta Sürgünlerine” benzetince Başbakan öfkelendi ve karşılık verdi: “1938’deki İnönü’nün Tunceli sürgünlerine baksınlar. Elimde vesikaları var!”
Pes doğrusu!
Hiçbir insan bu iki tarihi olayı birbirine bu kadar karıştırabilir mi? Başbakanın önündeki yazıları hazırlayan hangi danışmandır ki, bu kadar cahil olsun.
Anlatayım.
Malta Sürgünleri, İstanbul’un İngilizler tarafından işgali sırasında, Türk aydın ve komutanlarının, İngilizlerin Malta Adasına sürülmesi olayıdır. Tunceli Sürgünleri denen şey ise, İngilizlerin kışkırtmasıyla Dersim isyanını çıkaran Seyit Rıza’nın adamlarının 1938 yılında (Atatürk hasta yatağında iken) İnönü tarafından Dersim denen isyan bölgesi Tunceli’den uzaklaştırılmasıdır.
Hangi cahil danışman Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanına bu kadar yanlış bilgi vererek, ülkeyi işgal edenle, vatanı savunanlar arasında bu vahim hatayı yapar?
Atatürkçüleri alma, PKK’lıları al Baykal!..
Bu arada bir çift laf da CHP Genel Başkanı Baykal’a...
PKK’lılar ve onlara yakın olanlar ve onların “kardeşimiz” dediği politikacılar önemli açıklamalar yapıyorlar. Kimi zaman AKP’yi zor duruma düşürüyorlar, kimi zaman da CHP’yi.
Hükümetin Habur’da PKK’lıların ayağına “hâkim ayarlayıp” gönderdiği iddialarından sonra, şimdi de Baykal’ın 1999 seçimleri öncesinde “20 PKK’lı teröristi milletvekili listesine almak istediği” iddiası ortaya atıldı.
BDP Muş milletvekili Sırrı Sakık’ın bu iddiasını tanıklar destekledi, hatta CHP’li Eşref Erdem bile onayladı. (“Baykal evimde Ahmet Türk’le görüştü, ama 20 militan sözü abesle iştigal.”)
Ben ne diyordum? Bu Baykal, milletvekili listesine eş dost aldı da gerçek Atatürkçüleri niçin almadı? Alsaydı, bugün Silivri’de haksız yere ve suçunu bile bilmeden yatan aydınlar ve gazetecilerin başına bu gelir miydi? PKK’nın kardeşleri bağımsız seçime girerek 20 milletvekili çıkarıp, onları koruma altına alırken; Erdoğan hakkında onlarca ağır soruşturma olanları milletvekili yaparken, Baykal bu insanlara niçin sahip çıkmadı?
Şimdi de diyorum ki, Atatürkçüleri alma PKK’lı 20 teröristi al Baykal!
Hem de, senin söylediğin gibi, “adı sanı bilinmeyenleri” al ki, kimse fark etmesin!
Ondan sonra da, hâlâ bazı iyi niyetli ama saf insanlarımız, “Aman oylar bölünmesin, oylarımızı beşyüz milyon kere son kez Baykal’a verelim” desin!
Uyan
Ülkedeki bu kafa karıştırma operasyonları arasında herkes söylediğiyle kalıyor. Yani, politikacılar yalan yanlış açıklamalar yapıyor, taraftarları da onlara inanıyor. Çünkü, bu büyük kutuplaşma içinde “intikam, öç alma duygularının” esiri olarak, yalan olduğunu bilse de o söze sarılıp politika-laf üretiyor!
Böyle ortamlar ülkemizde her zaman yaşandı. Bakınız Mehmet Akif Ersoy, “Uyan” adlı şiirinde vaktiyle ne demiş:
“Baksana kim boynu bükük ağlayan.
Hakkı hayatındır senin ey Müslüman,
Kurtar artık o biçareyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan.
* * *
Bunca zamandır uyudun kanmadın,
Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa.
Sen yine bir kerre kımıldanmadın.
* * *
Ninni değil dinlediğin velvele,
Kükreyerek akmada müstakbele.
Bir ebedi sel ki zamandır adı,
Haydi katıl sen de o coşkun sele.”
* * *
Uyanmaya niyetimiz var mı?