Fehriye Erdal'ı Komünist Küba mı koruyor?
1974 yılıydı... Çetin Altan bir yazısından dolayı hapse girmiş; hapiste gözlerinden hastalanmış ve zamanın Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından cezası affedilmişti. Aynı yıl Atsız Beğ de bir yazısından olayı mahkûm olmuş; hapse girmişti... Biz Türk milliyetçileri, Atsız'ın içeride olmasını içimize sindiremiyorduk. Onun da 'affedilmesini' istiyorduk. Atsız Beğ de "Suçu olan affedilir, ben af istemem" diye, diretip duruyordu... Aslında Bilge Atsız haklıydı... Haklıydı; ama o yaşında hapiste olması da bizi yaralıyordu. Atsız'a rağmen, Atsız'ın affı için bir büyük kampanya başlatıldı. (Çokları bilmez ama; bu kampanyanın başlatılmasında -durağı uçmak olsun- Alparslan Türkeş'in sessiz-sedasız büyük bir emeği vardır.) Kampanya etkili oldu. Nitekim hasta Atsız'ı Korutürk özgürlüğüne kavuşturdu. (Korutürk'e o günlerde çektiğim teşekkür telgrafı arşivimdedir.)
Çetin Altan, Atsız Beğ'i hapiste tanımıştı. Atsız'ın Türkler için taşıdığı güzel duygulara tanık olmuş; Atsız'a ısınmıştı... Eskiden "Tabii Senatörlük" kurumu vardı ve Tabii Senatör atamada Cumhurbaşkanının da kontenjanı mevcuttu. Çetin Altan o günlerde köşesinde şöyle yazıyordu "Nihal Atsız da Tabii Senatör olsun!"
Bu ne güzel bir gelişmeydi!
O yıllarda, emeğin sömürüsüne, emperyalizme karşı çıkan Türk Solu'nun ilkeleri aslında bizim 'milliyetçilik' anlayışımızla da örtüşüyordu. (İliştiri: Türkiye, Marksizmi emperyalizmi için olta olarak kullanan Sovyetler'le 'sınırdaş' olmasaydı; sola karşı bizdeki tavır, çok daha farklı olabilirdi. Arada, kültür ve tarih algılamasındaki farklılık kalırdı ki, onu da tartışırdık... Ama olmadı! Okyanus ötesindeki birileri istemedi...)
Dertleri sadece 'Türkiye' olan Türk gençleri ve Türk aydınlarının bilişmesine, tanışmasına, birilerinin yarattıkları ortam izin vermedi. Biz hiç de istemediğimiz halde, onlar tarafından; 'sermayenin bekçisi, emperyalizmin uşağı' konumunda algılandık; onlar da bizde; 'bayrak, vatan, Türklük düşmanı' olarak algılandı...
Yanılmıyorsam 2000 yılıydı. Sonsuzluğa göçen Mina Urgan, Ceviz Kabuğu programındaki bir söyleşide, "Ben komünistim, ben solcuyum..." filan diye, kendince sıfatlar bularak, sayıp duruyordu... Bir ara programı yöneten sevgili Hulki Cevizoğlu, Mina Urgan'a "Düşündüğünüz komünist devletin bayrağının nasıl olmasını isterdiniz?" diye bir soru yöneltti. Mina Urgan'ın yanıtı çok, ama çok ilginçti! Mina Hanım "Yurdumun bayrağının nesi var? Benim bayrağım dünyanın en güzeli" deyiverdi... Buyurun bakalım! Mina Hanım gibi bir 'komünist'e can kurban!
Ruhi Su, bir zamanların 'damgalı' sanatçılarından birisiydi. Türk'ün türkülerini 'otantik' yapısıyla okuyan, çok az sayıdaki sanatçılarımızdandı. O, mafya babası değil; o Türkü babasıydı ve fikri yelpazede soldaydı... 12 Eylül Darbesi'nde hastalandı. Kanserdi. Yurt dışında tedavi görmesi gerekiyordu. Fakat, yurt dışına çıkmasına izin verilmedi... 70 yaşındaki hasta bir insan, ne yapacaktı yurt dışında? Örgüt kurup, Türk Devleti'ni mi parçalayacaktı? Mantık ve muhakemenin olmadığı anlamsız bir davranıştı bu... Bu olay hâlâ içimi yakar!
Ben, yıllarca TRT'de türkü dinledim... Kurumun sanatçıları dışında, türkülerimizi en doğru yorumlayan kişi olarak o yıllarda, Ruhi Su'yu severdim. Hâlâ da onun türkülerini dinliyorum. Benim için en acı olanı da; toplum olarak hırçınlığı soluduğumuz 60'lı, 70'li yıllarda Ruhi Su'nun, 'Solcuların' toplantılarında Kerkük Türküleri'ni, Genç Osman ve canım zeybekleri de okuduğunu daha sonra öğrendim.
Ve en ilginci de, Türk Halk Oyunları'nın -1940'larda Türk milletine adeta bir büyük armağan olarak- ilk kez notaya Ruhi Su tarafından alındığını Kültür Bakanlığı yayımıyla öğrenmek cehaletini de tattım...
O yıllar... O kahpe yıllar! Ne de kolay harcadık birbirimizi; faşist, komünist diye!
Zavallı piyon Fehriye Erdal'ı şimdi kim koruyor; DHKPC'yi kim besliyor; Komünist Küba mı? Bu gerçek bizi düşündürmeli!
Bayramınız kutlu olsun!
Esen kalın efendim.