Eşek herifler!
Tarih denilen ‘öğretmen’ bize göstermektedir ki; devlet yönetiminde en doruktaki bir kişinin duyarlı, dikkatli ve bilgili olması, başarı için yetmiyor. Aslında devlet yönetimine bir ’takım oyunu’da diyebiliriz. Bakan’ından Elçisi’ne ve en küçük bürokratına kadar bir bütün halinde hareket gerekli ve bu gerekliliğin ’kurumlaşması’çok önemli. Bu durumun aksini sergileyen dönemlerin tarihteki sayfaları zehir-zakkum tadında önümüzdedir. İşte Atatürk’ten bir anı: Hastalığının başlangıç günleridir. Şam sürgününde tanıştığı can dostu Dr. Mustafa Bey’i muayene çağırır. Sohbet sırasında arkadaşına: “Mustafa Bey, Çeklerin altı ayda projelendirip başardığı işin bizde de yapılması için talimat verdim. Bir yıl oldu hâlâ ses soluk yok. Ben ne yapayım?” der.
Tarihimizde, liderin altındaki kadronun duyarsızlığına en etkili örnek 3. Selim zamanında geçer...
Yıl 1798... Fransa, Direktuar Hükümeti tarafından yönetilmekte. Bu hükümette, aykırı fikirleriyle etkin olan bir general vardır: Napolyon Bonapart! Bu general Fransa’ya hizmet heyecanıyla doludur. Asker oluşu ve ’sıcak savaşın’o devir anlayışında öncelikli hizmet yöntemi olarak bilinmesi, Napolyon’un hizmet anlayışını belirlemektedir. Gerçi Napolyon savaş dışında da, ülkesine hizmet arayışlarında bulunur. İngiltere’ye karşı Fransa’nın ’müttefiki’görünen Osmanlı’nın topçu subaylarını eğitmek için İstanbul’a gitmeyi düşünmüş; yola bile çıkmıştı. Fakat İtalya’ya varınca, Osmanlı’nın perişanlığını öğrendi ve o fikrinden vazgeçti. Sonra da Osmanlı’yı iyice yıpratmaya, topraklarından pay almaya karar verdi. İlk işi günümüz İsrail Devleti’nin bulunduğu topraklardaki Musevileri, Marunileri Osmanlı’ya karşı isyana teşvik etmek oldu. Sırbistan ve Adalar’da isyanlar çıkartmaya çalıştı...
(İliştiri: Tarihçiler, “Şark Meselesi”nin 19. yüzyılda ortaya çıktığından söz ederler. Oysa Napolyon 1797’de Osmanlı’nın yıkılmasını amaçlayan “Şark Meselesi” nin ana fikirlerini dillendiriyordu.)
Napolyon, Fransa’ya Osmanlı topraklarından parçalar armağan etmek istiyordu. Bunun için Mısır’a saldırmayı planladı. Direktuar Hükümeti de bu ihtiraslı generali baştan savmak için Mısır saldırısını kerhen (istemeyerek) onayladı.
Gemiler, Napolyon komutasında 19 Mayıs 1798’de Tulon’dan Akdeniz’e açıldı. Fransa’daki bu hareketliliği Osmanlı’nın seçkin Padişahı 3. Selim sezdi. (Bu ’sezdi’sözümüz de yersiz; çünkü Fransa’nın Akdeniz’e gemilerle açılacağını, Mısır’ı vuracağını Avrupa devletleri öğrendiği gibi, Fransızlar Rusya’ya da ’ihtaren’bildirilmişti...) 3. Selim bu işin aslını öğrenmek için Paris’teki elçimiz Seyit Ali Efendi’ye “Napolyon’un bir hazırlığı olup olmadığını, varsa hedefinin neresi olduğunu öğrenip, bildirmesini” emretti...
Devletlerarası ’dostluğun’her zaman pamuk ipliğiyle bağlı olduğunu bilmeyen bu Elçi Efendi; ’dost’Fransa’nın Osmanlı topraklarına saldıracağına inanmıyordu. Paris’te iyice ’gevşeyen’bu sözde diplomat, padişaha bildirdiği ’istihbarat raporu’nda, “Napolyon’un Tulon’dan hareketi Osmanlı toprakları için değildir; muhtemelen Malta’yadır” diyordu...
3. Selim Elçi Seyit Ali Efendi’den gelen bu raporun kenarına şöyle yazdı: “Ne eşek herifmiş!”
Gerçekten “Eşek herif” idi; çünkü Napolyon’un tek hedefi vardı, o da Mısır! Napolyon ’eşek herifler’sayesinde Mısır’ı vurmuştu. Ama -biraz gecikilmiş de olsa- Akka’da Cezzar (Kasap) Ahmet Paşa’dan da iyi bir ‘tokat’ yemiş; kös kös geri dönmüştü!
Bir gerçek var ki; devlet üst yönetiminin duyarlı olması yetmiyor; devlet çarkındaki tüm dişlilerin ‘sağlam’ olması gerekiyor.
Gelecek hafta bir başka ‘eşek herif’likten söz edeceğiz.
Esen kalın efendim.