"Candaş Medya"nın sırrı
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye genel başkan seçilmesinin ardından Başbakan ve iktidar partisinde büyük panik başladı.
Bu paniğin yansıması medyaya da uzandı. Başbakan Erdoğan, tam 8 yıldır kendisine “kamikaze” gibi gözü kara destek veren “yandaş medya” ya zaman zaman çıkışlarda bulunsa da çok memnundu. En azından onları dize
getirmişti.
Bugünlerde, kendisini rahatsız eden “yandaşlık” konusunda karşı atağa geçerek “Yoldaş” ve “Candaş” medya kavramlarını ortaya attı.
Erdoğan’ın amacı, bu kavramlarla CHP’yi ve CHP üzerinden tüm AKP karşıtlarını vurmak!
Başbakanın suçlama olarak kullandığı kavramlardan “yoldaş medya” nın ne olduğu anlaşıldı. Bununla kastettiği “CHP ile aynı yolda yürüyen gazeteciler.” Belki de komünizmdeki yoldaşlık. Yani, “Komünist medya” demek istiyor.
Ama “candaş medya” ile ne demek istediği hâlâ tartışılıyor. Bunun “Alevi medya” anlamına gelebileceğini sanıyorum ilk kez ben dile getirdim.
Şimdi bir başka gelişmeyi haber vermek
istiyorum.
Biliyorsunuz Cem TV diye önemli bir televizyon var. Alevi kesimin en önemli yayın grubu.
Bu kanalın çok farklı bir cemaate satıldığı konuşuluyor. Tam da başbakanın “candaş medya” suçlamalarını yaptığı günlerde.
Cem TV’de görev yapan çok başarılı bir televizyoncu vardı: Tuncay Mollaveisoğlu.
Mollaveisoğlu, Kanaltürk Televizyonunda, bugünkü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaklaşık 2,5 yıl boyunca, her hafta, “Yolsuzluk ve Yoksulluk” Programını
sundu.
Kılıçdaroğlu’nu kimse tanımazken genç ve başarılı gazeteci Mollaveisoğlu onu öne çıkardı. Yani, Kamer Genç’in dediğinin aksine Kılıçdaroğlu’nun arkasındaki güç(!!) Uğur Dündar değil, Tuncay Mollaveisoğlu idi.
Aklınıza gelebilecek bir soruya hemen yanıt vereyim. Bu genç gazeteci bugün CHP’de değil.
Bırakın CHP’de olmayı, kendisinden aldığım bilgiye göre, Kılıçdaroğlu ile hiçbir teması bile yokmuş. Yani terkedilmiş!
Şimdi bu gazeteci iki gün önce Cem TV’den de atıldı!
Gördünüz mü “candaş medyada” olanları?
Cem TV’ye, Habertürk TV’nin eski çalışanları Murat Ongun ve Melih Meriç geliyormuş. Ne derece doğru olduğunu birkaç gün içinde
göreceğiz.
27 Mayıs’ta neler olmuş neler?
Bu arada, 27 Mayıs’ın 50. yıl dönümü nedeniyle medyada yoğun bir tartışma yaşandı.
Neredeyse herkes 27 Mayıs’ın tek yüzünü anlatıp yorum yapıyor. Oysa olaya iki açıdan da bakmak gerekir.
Ben daha önce de söyledim ve yazdım. Kitaplarımda var, Ceviz Kabuğu’nda da milyonlarca insan duydu.
Diyorum ki, Menderesler asılmamalıydı.
Bu tür hesaplaşmalar -mutlaka- dış güçlerin işine yarıyor. Bugün de olduğu gibi, birileri diğerlerinden acı intikamlar alıyor ve mutlu oluyor. Ama, güç -bugünlük- ellerinde olduğu için farkında değiller ve Türkiye’nin geleceğine büyük zararlar veriyorlar.
Menderesleri kim asmış, neden asmış, Menderes Amerikancı iken nasıl oluyor da Amerika desteği ile idam edilmiş, Rusya’ya mı yaklaşıyormuş, ihtilal yapan askerler Amerikancı mıymış yoksa onlara karşı mı, vs, vs.?
Merak edenler özellikle “Musalla Taşındaki Türkiye” ve “Türkiye Sürgünleri” adlı kitaplarıma bakabilirler. Orada bu konuda çok bilgi var.
Asılmalarına karşı çıktığım Menderes, gücün verdiği gözü karalıkla tam bir diktatör olmuştu.
Basına ve muhalefete karşı büyük soruşturmalar başlatmış, kendisini eleştirenleri haksız yere hapislere tıkmış, soruşturma komisyonları kurmuş, bunlara mahkeme yetkisi vermiş, konuşanı içeri atmış, demokrasiyi çığırından çıkarmış, mahkemeleri siyasallaştırmış, ağzından çıkan kanun olmuş, üniversitelere hakaret etmiş (“kara cüppeliler”), millete hakaret etmiş (“odunu koysam seçtiririm”), milletvekillerine hakaret etmiş (“Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz”) ve benzeri kendini bilmezlikler yapmış.
“Güç sarhoşu” olanları dizginlemek için Osmanlı padişahları güzel bir yol bulmuştu. “Görevlendirdiği” bir kişi, padişaha “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var” diye bağırıyordu, camiden çıkarken.
Yukarıda Allah’ın olduğunu “güç sarhoşlarına” sürekli hatırlatmak gerekir.
Biz hatırlatmazsak, günü gelince Allah hatırlatıyor ve dünya Sultan Süleyman’a bile
kalmıyor.
İyi pazarlar.