Atatürk, Sofya’daki Ateşemiliterlik görevi bitince 20 Ocak 1915 günü, 19. Tümen Komutanlığı’na atandı. 3. Kolordu Komutanı Esat Bülkat Paşa’nın emrindeydi. Tümeni, Tekfurdağ’ndaydı. (Tekirdağ)
25 Ocak günü Genelkurmay Başkanı Enver Paşa ile görüştü. Aynı gün kadın arkadaşı Madam Hilda Christianus’a mektup yazdı:
“…Sanıyorum ki size yazmak fırsatını uzun zaman bulamayacağım. Şimdilik size bir adres vermem mümkün değil! Fakat size sonradan yazacağım…”
1 Şubat günü, ‘Üçüncü Rütbeden Osmani Nişanı’ aldı. Ve hemen ertesi gün Tekirdağ’daki birliğinin başına geçti.
19 Şubat
İngiliz ve Fransız savaş gemileri Çanakkale Boğazı’nın girişindeki tabyaları topa tutmaya başladı.
25 Şubat
Komuta ettiği 19. Tümen Maydos’a yani Çanakkale Eceabat’a kaydırıldı. BÖYLELİKLE SAVAŞ BÖLGESİNE GİRİŞ YAPMIŞ OLDU. ÜSTELİK MAYDOS BÖLGE KOMUTANLIĞI’NDA KENDİSİNE BAĞLANDI.
Düşman gemileri tabyalara ağır hasar veriyordu…
26 Şubat
Düşman gemileri Seddülbahir ve Kumkale önlerine kadar gelmişti. Mehmetçiğin direnişiyle karşılaşmalarına rağmen karaya çıkmaları an meselesiydi.
Atatürk bölgeyi daha önce keşfetmişti. Düşmanın nerede etkili olacağını biliyordu. Önerilerini Müstahkem Mevki Komutanı’na bildirdi.
4 Mart
Düşman, Seddülbahir ve Kumkale’de kıyıya çıkmayı başardı, ancak Mehmetçiğin süngüsüyle karşılaştı.
Atatürk o saldırı haberini alır almaz 26. Alay Komutanı Binbaşı Kadri Bey’e ilk emrini verdi:
“Bizzat şimdi yanınıza hareket ediyorum. Benim oraya varışıma kadar sahile çıkmış olan düşman mutlaka denize dökülecektir!”
Hemen önce Kirte’ye oradan da Seddülbahir’e ulaştı. Mehmetçiği süngü savunmasından dolayı tebrik etti. Kahramanlığını öğrendiği Mehmet Çavuş’u ‘Nişan’ ile ödüllendirdi.
13 Mart
Deniz Savaşları başlamıştı...
Komutası altında bulunan tüm askerlerini yazılı bir mesajla cesaretlendirdi:
“…İlk fırsat çıktığında, bütün subay arkadaşlarımın en büyük taltiflere hak kazanacak kahramanlıklar göstereceklerine inanıyorum”
18 Mart
Düşman gemileri 7 saat Çanakkale kıyılarını topa tuttu. Merkezde büyük yangın çıktı. Ancak Nusrat Mayın gemisinin döşediği mayınlar ve kıyıdaki tabyalardan atılan top mermileriyle başarısız olup ağır hasar aldılar.
Yaşanılanlar en rütbesiz askerinden, en üst düzey komutanına kadar tam anlamıyla bir destandı.
Mehmetçiğin vatan savunması tarih sayfalarına ‘ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ’ olarak yazıldı.
Ancak düşman durmayacak her koşulda önce Gelibolu Yarımadası’nı olacak oradan da başkent İstanbul’a yürüyüp vatanı işgal edecekti…
Atatürk aynı gün Eceabat’a gelen Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Çobanlı Paşa’ya Seddülbahir’de aldığı önlemleri göstermek üzere Kirte’ye gitti.
19 Mart
Mehmetçiğin morali yükselmişti. Zafer İstanbul’da da duyulunca halk birbirini kucakladı…
Atatürk tedbiri elden bırakmadı. Emrini yazdırdı:
“...Türlü kaynaklardan gelen bilgilerde, düşmanın çıkarma için hazırlıklarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Birlikler, kendi bölgelerinin savunma tertibatını biran önce bitirmelidir”
22 Mart
Haklı çıktı. Düşman bir kez daha tüm gücüyle, bu kez karaya yöneldi.
23 Mart
Sofya’da kaldığı süre ve sonrasında gösterdiği çabalarından dolayı kendisine Bulgar Hükûmeti tarafından ‘Sen Aleksandır Nişanının Komandör Rütbesi’ verildi.
Aynı gün bir haber aldı. Eceabat Bölge Komutanlığı, Müstahdem Mevki Rumeli Bölgesi Komutanlığı adını aldı ve başına Albay Halil Sami Bey getirildi. Bu Genelkurmay Başkanı Enver Paşa’nın verdiği bir karardı.
O karar Atatürk’ün komuta ettiği 19. Tümen’in ordu yedeğine alınarak 3. Kolordu emrinde Eceabat’ta kalması anlamına geliyordu. Hiç hoşuna gitmedi…
24 Mart
Enver Paşa, Gelibolu’da 5. Ordu’nun kurulmasına karar verdi. Başına Mareşal Liman von Sanders’i getirdi. (Alman ordusunda generaldi, Mareşallik rütbesi kendisine Enver Paşa tarafından verildi.)
Bu ani gelişme, bir tür Atatürk’ün gücünün zayıflatılması anlamına geliyordu…
5 Nisan
Annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Atadan’ı merak ediyordu. 5. Ordu aracılığıyla, Sofya Elçiliğimize telgraf çekti:
“İstanbul’a seyahat etmekte olan annemi araması için Dedeağaç’taki Konsolosumuza emir verilmesini rica ederim. Dedeağaç’tan mektubunu aldığımdan orada olduğunu zannediyorum”
10 Nisan
Yetkileri kısıtlıydı. Kendisine bağlı birliklere son yapılanmayı bildirdi…
13 Nisan
Eceabat’taydı. Madam Hilda Christianus’a mektup yazdı:
“...Şimdi Çanakkale Boğazı üzerinde Maydos’tayım. Türk dostunuzdan pek çok selâmlar”
18 Nisan
Komutanlığını yaptığı 19. Tümen daha içeri bölge olan Bigalı’ya kaydırıldı. Birliği hala yedekti.
25 Nisan
İngilizler, Fransızlar ve Anzak Ordusu Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale sahillerinden çıkarmaya yapmaya başladı.
Anzaklar Arıburnu’ndan saldırıya geçince, emir beklemedi. Birlikleriyle birlikleriyle birlikte Conkbayırı’na koştu. Birliklerin başında bizzat kendisi vardı:
“Ben size taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir!”
Mehmetçik, Anzaklara Conkbayırı’nı dar etti.
Saat: 22.00, 3. Kolordu Komutanlığı’na telgraf çekti:
“Sağ kanatta 57. Alay, sol kanatta 27 ve 77. Alaylar Arıburnu istikametinde taarruz etmektedir.
Düşman mavnalara binip kaçmaya başladı.
Bütün cephede düşmana taarruz ediyor ve takip ediyorum. Sağ kanatta taarruz eden Alay 57’yi, Alay 72’den bir taburla takviye ederek hücuma sevk ediyorum.”
Dediğini yaptı. İngiliz Kolordusu Komutanı General Birdwood komutanı General Hamilton’a bilgi verdi:
“Tüm birliklerimizi geri çekmeliyiz!”
Hamilton’dan yanıt geldi:
“Birlikleri geri çekecek vasıtamız mevcut değil. Her birlik bulunduğu yerde siper kazıp içine gömülsün!”
Aynı günün gecesiydi. Su uyur, düşman uyumazdı…
Atatürk’e bağlı alaylar Arıburnu cephesinde gece taarruza girişti.
57. Alay 180 rakımlı tepeyi zapt etti…
27. Alay bazı tepeleri ele geçirdi…
Ancak 77. Alay düşman baskısı nedeniyle başarıya ulaşamadı.
26 Nisan
Düşman taarruzu sürüyor, Atatürk’ün birlikleri siperlerini kahramanca savunuyordu…
Taarruzu, daha sonra adı Kemalyeri diye anılacak olan noktadan yönetiyordu.
Düşman bir kez daha Conkbayırı üzerinden saldırmıştı. Kanlısırt-Kırmızısırt hattında düşman bir kez daha geri püskürtüldü.
27 Nisan
3. Kolordu Komutanı Esat Bülkat Atatürk’e telgraf gönderdi:
“Kutlarım. Raporlarınızı Genelkurmay Başkanlığı’na arz ediyorum.
Emrinize verilen 33. Alayla birlikte düşmanı denize dökünüz!
Donanmamız, bizi ateşiyle destekleyecektir.
Tanrı’nın yardımı bizimledir!”
28 Nisan
Taarruzların Mehmetçiği yorduğunu düşünerek bir süre istirahate çekti.
29 Nisan
İngilizler dur durak bilmiyordu. Arıburnu’ndan bir kez daha saldırdı.
Atatürk komuta ettiği subaylara yazılı emrini gönderdi:
“ İnşallah karşımızdaki düşmana son kesin darbeyi vuracağız. Beş gün ve beş geceden beri takdire değer kahramanlıklarınızın mükâfatını toplamak için bulunduğunuz mevzilerin bu gece tahkimatını artırarak kıtalarınızın bağlantı, düzen, emir ve komutasını bir daha kuvvetlendirmek ve yedek kuvvetinizi lüzumunda hemen kullanacak bir halde bulundurmak hususunda şimdiye kadar gösterdiğiniz gayrete devam etmenizi ve askerlerinizi mükün olduğu kadar çok istirahat ettirmek ve uyutmak yönlerini göz önünde tutmanızı tavsiye ederim.”
30 Nisan
Bölge komutanlarını Kemalyeri’nde topladı. Sözlü emrini verdi:
“Karşımızda bulunan düşmanı mutlaka ölerek denize dökmek lazım olduğu kanaatindeyim.
İçimizde ve komuta ettiğimiz askerlerde Balkan utancının ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kesinlikle kabul etmem.
Bu gece katılacak taze kuvvetlerle Cenab-ı Hakk’ın yüce yardımına sığınarak yarın düşmana taarruz etmek niyetindeyim”
3. Kolordu Komutanı Esat Bülkat Paşa, Atatürk’e kutlama telgrafı çekti:
“Geceli gündüzlü devam eden harbi başarı ile yöneterek her an bir başka surette belirmekte olan fedakâr hizmetlerinizin devamını bekler, sizi yürekten kutlarım”
Komutanının telgrafına yanıt verdi:
“Komutanımızın yerinde emir ve talimatları içinde hareket olundukça, kesin başarının görülmesi için yüksek şahsınızı daha uzun zaman bekletmeyeceğimi kesinlikle umarım”
Aynı gün gösterdiği fedakârlık ve kahramanlık nedeniyle ‘Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyası’na hak kazandı.
1 Mayıs
Sabaha karşıydı…
Birliklerine Arıburnu’na saldırı düzenleyen düşmanın önünü kesme emir verdi.
Mehmetçik “Allah Allah!” sesleriyle siperlerinden ok gibi fırladı.
Çarpışmalar saatler sürdü. Mehmetçik yorgun düştü.
Düşman ağır saldırıya geçmişti. 2 Mayıs sabahı savunmaya geçildi.
3 Mayıs
Mehmetçiğini biraz olsun dinlendirmişti. Fazla beklemedi; subaylarına emrini gönderdi:
“Bütün muharebelerde, gerek subayların gerekse erlerin gösterdikleri kahramanlık cidden şan ve namus örneği olacaktır.
Subaylar ve erlerin karşımızdaki düşmanı, tek kişi kalıncaya kadar denize atabileceğine tam inancım vardır.
Karşımızdaki düşmanı tümüyle yok etmekten ibaret olan görevimizi yapmak için sahip bulunduğumuz kuvvetlerden başka kuvvet istemek, Kirte bölgesinde ve vatanın diğer sınırlarında yapılan muharebeleri hatırlamamaktan ileri gelebilir.
Benimle beraber burada harp eden bütün askerler kesinlikle bilmelidir ki, bize verilen vatan ve namus görevini tam olarak yapmak için, bir adım geri gitmek yoktur.
Bu sırada uyku ve istirahat aramanın, bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebep olabileceğini hepinize hatırlatırım.
Bütün arkadaşlarımın benimle aynı düşüncede olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk işaretleri göstermeyeceklerine şüphe yoktur”
Aynı gün Genelkurmay Başkanı Enver Paşa’ya mektup yazdı:
“… Maydos bölgesi kuvvetlerine komuta ettiğim zaman aldığım tertibatla, düşmanın karaya çıkmasına imkân verilmeyebilirdi.
Liman von Sanders Paşa, bizim orduları, bizim memleketimizi tanımadığı, gerektiği şekilde incelemede bulunacak kadar da bir zamana sahip olmadığından, sadece, ihraç noktalarını tamamıyla açık bırakacak tertibat almış ve düşmanın karaya çıkmasını kolaylaştırmıştır.
Vatanımızın savunulmasında kalp ve vicdanları bizim kadar çarpmadığına şüphe olmayan, başta Liman von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikrî gücüne de itimat buyurmamanızı kesin olarak temin ederim.
Bence, bizzat buraya teşrif ederek, umumi vaziyetimizin gereklerine göre bizzat sevk ve idare etmeniz münasip olur kardeşim”
4 Mayıs
İngilizler Arıburnu’ndan Kabatepe’ye (Şimdiki Gökçeada Feribotu’nun kalktığı bölge) asker çıkarmaya başladı.
Kabatepe’de bulunan 77. Alay’ın komutanı Binbaşı Saip Bey’e emrini gönderdi:
“Kuvvetiniz, karaya çıkan düşmanı defetmeye kâfidir. Taarruz edip uzaklaştırınız!”
Emir yerine getirildi. Düşman ağır kayıp vererek soluğu gemilerinde aldı.
5 Mayıs
Gemilerine ulaşamayan düşman askerlerinin büyük çoğunluğu siper kazarak beklemeye başlamıştı.
Sabaha karşı gemilerden top takviyeleri yapıldı.
O toplar Kanlısırtta’taki mevzileri dövmeye başladı.
Atatürk emrini erdi:
“…Düşman ihtimal bir taarruz hazırlığı yapmaktadır. Tahkimat yapılarak mevziin hiçbir zayıf kısmı kalmaması ve Sol Kanat Kuvvetleri parçalarının, birbirini himaye edebilecek vaziyetin temini gerekmektedir…”
6 Mayıs
Tetikteydi. Uykusuzdu. Ama bir saniyesi boş geçmiyordu. Söz konusu olan ‘Vatan’dı.
“Subaylar ve küçük subayların, ateş yönetimine pek ziyade önem vermelerini ve hücum sürelerinde, komşu birliklerin daha ziyade dikkat etmelerini kesinlikle isterim”
7 Mayıs
Saat: 09.00
Verdiği emirle Üsteğmen Saffet Bey komutasındaki ‘Fedai Müfrezesi’, Kanlısırt’a baskın düzenledi, düşman siperlerinin bazıları ele geçirildi. Üsteğmen Saffet omuzundan yaralanınca düşmana ağır zayiat verilmesine rağmen yedek kuvvetlerin olaya hemen müdahale edememesinden tam sonuca ulaşılamadı.
Mehmet Çavuş Müfrezesi, Cesarettepe’de düşmanı hallaç pamuğu gibi attı.
Atatürk, Müfrezeyi Kemalyeri’ne çağırarak bizzat tebrik etti.
Alman ve Macar gazeteciler o anlara tanıklık etti…
8 Mayıs
Mehmetçik yetersiz besleniyordu. Süngü süngüye mücadele hemen hepsinin yorgun düşmesine neden olmuştu.
Atatürk 72. Alay’ın 3. Tabur Komutanı Binbaşı Mahmut Bey’i yanına çağırdı:
“Dün yapılması emrolunan taarruzu sonuna kadar bitirecek ve karşınızdaki düşman siperlerini zapt edeceksin!
Göndereceğim taze asker sizinle ancak bu şartla yer değiştirecek!
Askerlerinizi, düşman siperlerini zapt ve işgal etmek üzere yönlendirme ve uyarmada başarısızlığınız ve yahut askerinizin bir münasebetsizliği halinde yerinizi alacak yeni kuvvet evvelâ sizi ortadan kaldıracak ve ondan sonra yerinize geçecektir”
9 Mayıs
Binbaşı Mahmut Bey emri harfiyen uygulayıp bir destan yazdı. Düşman Arıburnu’nda bir kez daha ağır kayıplar verdi.
3. Kolordu Komutanlığından günlü emir yayımlandı. Atatürk’ün taarruzları komuta ettiği bölgeye resmen Kemalyeri adı verildi.
Mehmetçiğin moralini her daim yüksek tutuyordu:
“Bölge komutanları ve alay komutanları, savaşın durum ve gidişini daima yakından izleyerek çıkacak fırsattan faydalanıp, daima zafere doğru yürümeyi asıl amaç edinmelidirler!”
Kuzey Grubu Komutanlığı’na raporunu sundu:
“Arıburnu’ndaki düşmanı bir an evvel denize dökmek lâzımdır.
Bunun için Arıburnu kuvvetlerini ağır topçu ile ve bir tümen taze kuvvetle takviye etmek gerekir”
Komutanlık raporu uygun buldu.
10 Mayıs
Enver Paşa birlikleri denetlemek için İstanbul’dan Kemalyeri’ne geldi, Atatürk ile görüştü. Askerleri tebrik etti.
Döndüğünde Atatürk emirlerini sürdürdü:
“Daima tetikte bulunulacak, açıkgöz ve cesur keşif kolları düzenlenerek düşmanın durumu keşfedilecek ve düşmanın keşif kollarını tutsak almaya ve keşfine engel olmaya pek ziyade önem verilecektir.
Düşman yakınında bulunan siperlerin, çok askerle tutulacak surette bir an önce uzatılıp genişletilmesine olağanüstü önem verilecektir”
11 Mayıs
19. Tümen birliklerine günlük emri:
“...Askerlerimizin, yapılacak düşman hücumunu defedeceğine inancım tamdır.
Ancak, yalnız düşman hücumlarını def etmek, amaç ve görevimizin güzel bitirilmesi için yeterli olmayıp, tersine düşman hücumu def olunduğu anda hemen bölge komutanları, o noktada destek ve yedeklerini birinci hatta sürerek karşı saldırı ve hücumla düşman mevziine girmek gerekir.
Bundan başka, düşman hücumunun reddi haberini değil, karşı hücum ile düşman mevziine girilmiş olduğu haberini beklerim!”
12 Mayıs
Kuzey Grubu Komutanlığı’na rapor verdi
“Kolordunun isteği gereğince karşımdaki düşmanı Arıburnu’ndan atmak için canımı fedadan bir an tereddüt etmem.
Komuta ettiğim birliği dahi son ere kadar ölüme gönderebileceğime güvenim var.
Ancak, fayda verecek sonucu ortaya koyacağına kesin olarak inandığım evvelki raporumda da arz ettiğim üzere, ağır topçunun ateş himayesi altında yeni bir tümenle taarruzun yapılması gerekli olduğunu arz eylerim”
Düşman Arıburnu’nda yığınak yapmayı sürdürüyordu. Mehmetçik uyanık tutulmalıydı. Bildiri yayımladı:
“...Bölge komutanları, son erimize kadar ölmek veyahut karşımızdaki düşmanı bir fert kalıncaya kadar denize dökmek amacıyla taarruz ve hücuma hazırlanacaktır. Komutanlar bu görüş açısından her türlü tertibat ve incelemelerini bitirip hücuma hazır olduklarını bana bildireceklerdir”
13 Mayıs
Düşmanın Bombasırt’a yaptığı hücum geri püskürtüldü. Ağır kayıplar verildi.
14 Mayıs
Atatürk:
“...Düşmanın gece saldırı ve hücumlarını ateşlerimizle etkisiz hale getirdikten sonra, karşı hücum yaparak kesin sonucun elde edilmesine kadar izlenmesi halinde, başarı umulduğundan, bu gibi fırsatların kaçırılmamasını bölge alay ve tabur komutanlıklarından ve bütün subay ve erlerden isterim”
15 Mayıs
“...Düşman tarafında ortaya çıkan önemli hedeflere ateş açılması için, her defasında benim dikkati çekmem veya topçu alay komutanının emir vermesini beklemek doğru değildir!”
Edirne Valisi Hacı Adil Bey, Gelibolu Mutasarrıfı Rıfat, Eceabat Kaymakamı Rahmi, Keşan Kaymakamı, Gelibolu Jandarma Komutanı’nın oluşturduğu heyet, 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’yla beraber Kemalyeri’nde kendisini ziyarete geldi. Cephede gösterdiği fedakârlık ve kahramanlık nedeniyle tebrik edildi.
16 Mayıs
Komuta ettiği 19. Tümen, Kuzey Grup Komutanlığı’na bağlandı. Hemen rapor yazdı, uyardı:
“Kuzey Grubu’nu oluşturan bütün kuvvetlerin hepsine 2. Tümen’in de katılmasıyla tespit edilecek bir taarruz fırsatının, yarından sonra kaçırılmış olmasının ihtimal içerisinde bulunduğunu, havan ve obüslerden fazla bir etki beklemenin gereksiz olduğunu önemle arz ederim”
Aynı gün Arıburnu’nda gösterdiği başarıdan dolayı Padişah Vahdettin adına ‘Muharebe Altın Liyakat Madalyası’ na layık görüldü.
Arıburnu Kuvvetleri Komutanlığı’ndan ayrılışı nedeniyle emrindeki birliklere Kemalyeri’nden veda yazısı yazdı:
“23 gün sevk ve idare etmek mutluluğunu kazandığım siz demir kitlenin, Tanrı’ya sığınarak yaptığı hücum iledir ki, düşmanın 20.000’i aşan kuvveti Arıburun’da yok edildi.
... Yirmi üç günlük ateşli ve kanlı ortak çabalarımız anısının, samimî ve temiz duyguyla korunacağından eminim”
17 Mayıs
Kemalyeri’nden ayrıldı, 19 . Tümen siperlerini dolaştı subay ve askerlerle moral verip yeni bir taarruza hazırlanmalarını emretti…
22 Mayıs
Çocukluk arkadaşları Fuat Bulca ve Salih Bozok’a mektup yazdı:
“Telgrafınızı aldım. Duygu ve tebriklerinize teşekkürler ederim. Buralarda bugüne kadar komuta ettiğim kuvvetlerle yaptığım görevlere karşı Kolordu, Ordu ve Başkomutanlık tarafından gösterilen yüksek takdir cidden beni mahcup etmiştir.
Savaşı yönettiğim yere ‘Kemalyeri’, tümenimin düşmandan geri aldığı ve bu dakikada bulunduğum yere ‘Cesarettepesi’ isimlerini verdikleri gibi gümüş savaş madalyasından sonra altın liyakat savaş madalyası da verdiler.
Terfiim dahi konu oldu.
Tabiî ben, terfi için çalışmadığımdan “sıram geldiği zaman” cevabını verdim”
23 Mayıs
Alman İmparatoru tarafından ‘Demir Haç’ nişanına layık bulundu.
24 Mayıs
İngilizler tarumar olmuştu. Ölü ve yaralılarını toplamak için Sabah 7.30 ile akşam 16.30 arasında ateşkes yapılmasını istedi.
29 Mayıs
19. Tümen birliklerine, tahkimat hakkında talimatlarını verdi:
“...Herkes ve bütün erler iyi bilmelidirler ki, siperler yalnız savunma için değildir ve saldırıyı sağlamayan siperler, zararlı ve başarısızlığa uğratıcıdır.
Mevcut siperler iyileştirilip düzenlenecek ve tahkimat yalnız düşman ateşin den korunup az telefat vermek görüşüne dayanmayıp, düşmanı ezecek ve saldırıyı kolaylaştırabilecek mükemmel şekle sokulacaktır”
30 Mayıs
Ağıldere bölgesi 31 Mart gününden o yana düşmandan alınamamıştı.
Atatürk’ün idare ettiği birlikler şiddetli çarpışmanın ardından bölgeyi ele geçirdi.
Karargâhına gitti. İstanbul’da bulunan sevgili dostu Madam Corinne’ye Fransızca mektup yazdı:
“...iki aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı’nı, Müttefiklerin çıkarma girişimlerinde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı savunuyorum.
Bu ana kadar hep muvaffak oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki, daima da muvaffak olacağım. Burada benim ismimin duyulmamasına hayret etmemeli; çünkü ben, mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuş’a şeref kazandırmayı tercih ettim. (Y.n: Tevazu gösterir)
Tabiî şüphe etmezsiniz ki, muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi, muharebe edenlerin saflarında Mehmet Çavuş’u bulan da o idi!”
1 Haziran
Albaylığa terfi etti. Enver Paşa, kendisini telgraf çekerek kutladı:
“Yeni rütbenizi tebrik ederim. Bu terfi, görmekte olduğunuz büyük ve fedakârane hizmetlerinize karşılık bir mükâfat değil, ancak, memlekete daha mühim ve ordumuza daha kıymetli hizmetler görebilecek mevkilere erişmek için, geçilmesi gereken bir basamaktır”
Rütbesinin üzerinde bir komutandı.
Aynı gün 5. Ordu Kurmay Başkanı Albay Kâzım İnanç’a Liman von Sanders’e iletilmek üzere Kuzey Grubu cephesinin düzeni, emir ve komutası hakkında görüşlerini açıkladı.
2 Haziran
Komuta ettiği 19. Tümen genişletildi. Karargâh 180 rakımlı tepeden Düztepe’ye nakledildi.
4 Haziran
İngilizler Kirte bölgesine yaptıkları taarruzu öğleden sonra, Atatürk’ün 19. Tümen cephesine yöneltti.
Düşman siperlere gece sinsice saldırınca hemen oraya ulaştı. Karşı hücuma geçildi ve siperler sabaha karşı geri alındı.
5 Haziran
19. Tümen birliklerine emir yazdırdı:
“...Düşmana olan yakınlığımız nedeniyle birinci hatlardaki kıtaların her vakit uyanık bulunmaları, mangaların başında manga, takımların başında takım komutanları ve sırasıyla her kıta komutanının daima hazır ve erlerin heves ve gayretini artırmak suretiyle her durumda örnek olmaya fırsat gözetmelerini kesinlikle isterim”
Genelkurmay Başkanı Enver Paşa bir kez daha, bu kez Düztepe’ye gelerek Atatürk ile görüştü.
6 Haziran
Kadın arkadaşı Madam Hilda Christianus’a mektup yazdı:
“...Sizin bana verdiğiniz Almanca derslerini asla unutmadım.
Sizi temin ederim ki top gürültüleri ve mermi yağmuru altındaki mühim muharebe günlerinde dahi hayatımın en güzel hatıraları, bu güzel ve dostane saatlerdi.
...Düşmanlarımızı yere serdikten ve sevgili vatanımızı rahata kavuşturduktan sonra hemen sizi ziyarete koşacağım”
Aynı gün, Madam Corinne’e de Fransızca kart yazıp gönderdi:
“İşte Arıburnu’nda İngilizlerle savaştayım.
Düşmanın esaslı kuvvetini ezdim, arka kalanı da cesur kuvvetlerim tarafından sahile, donanmaları ile himaye edilen bir noktaya sürüldü.
Pek ziyade ümit ederim ki, düşmanın tam imhası haberini yakında alacaksınız!”
7 Haziran
Kemalyeri’nde bulunan 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’dan yüklü miktarda el bombası istedi. Çünkü İngilizler gece Bombasırtı’na saldıracaktı. Haberini çoktan almıştı. Düşman o bombaların takviyesi Mehmetçiği üstün cesareti sayesinde geri püskürtüldü.
27 Haziran olmuştu.
Düşman gelen takviye birlikleriyle daha da güçleniyordu.
Arasıra yapılan ateşkeslerde her iki tarafın askerleri nefes alma fırsatı buluyordu. Her yer ceset kokuyordu.
Madam Corinne’e bir kez daha Fransızca kart yazıp gönderdi:
“… İşte haberler...
Daima büyük başarılarla savaşıyoruz.
Ümit ederim ki, gümüş imtiyaz, altın harp liyakat madalyaları aldığımı, Almanya’nın Demir Haç nişanıyla ödüllendirildiğimi ve son defa da albaylığa yükseldiğimi duydunuz”
29/30 Haziran
İngilizler akşam baskın düzenledi, Yükseksırtı’ı almak istedi. Yine beceremediler; kaçacak delik aradılar.
5 Temmuz
Düşmanla adeta kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu.
Madam Corinne’e bu kez Fransızca bir mektup yazdı:
“…Uzun zamandan beri aramızda derin bir sessizlik hüküm sürmektedir.
Onu evvela sizin ortadan kaldıracağınızı sanıyordum.
Fakat insanın tahayyül ettiği şey nadiren gerçekleşir…”
10 Temmuz
Tasvir-i Efkâr Gazetesi muhabiri Ferit Bey kendisini ziyaret etti.
16 Temmuz
Kahramanlığı İstanbul basınınca kulaktan kulağa artarak gezmeye başlamıştı. Gazeteci grubu kendini ziyarete gelip röportaj yapmak istedi.
Bölgeye geldiler. Aralarında Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurda kul, İbrahim Alâettin Gövsa, Hakkı Süha Gezgin, Enis Behiç Koryürek vardı.
Ama ziyaret gerçekleşmedi. Çünkü Atatürk’ün bulunduğu Cesarettepesi’ne giden yol o an düşman kontrolü altındaydı. Sadece telefonla görüşüp kendisini tebrik edebildiler…
19 Temmuz
Kurmay Başkanı İzzettin Çalışlar ile beraber öğleden sonra, 3. Kolordu Karargâhı’nın bulunduğu Kemalyeri’ne geldi.
Veliaht Yusuf İzzettin Efendi’yi (Sultan Abdulaziz''in henüz şehzade iken doğan oğlu)karşılama törenine katıldı.
Sonrasında hemen 19. Tümen Karargahı’na döndü…
28 Temmuz
İzzettin Çalışlar ile 27. Ve 57. Alaylarının cephelerini gezdi.
Gerçek saldırının gününü hesaplıyor, planlarını yapıyordu.
1 Ağustos
3. Kolodu Komutanı Esat Bülkat Paşa da savaşta gösterdiği başarı nedeniyle terfi etmişti.
Kendisini tebrik eden telgrafı gönderdi.
Paşa’dan yanıt gecikmedi O da Atatürk’ü övdü:
“Bu yükselişte en büyük iftiharım, 19. Tümen ve onun muhterem girişken komutanıdır”
2 Ağustos
Madam Corinne’ye, Fransızca mektup yazdı:
“...Burada hayat o kadar sakin değil.
Gece gündüz her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan uzak kalmıyor.
Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor.
Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha dayanıklılar.
Bundan başka hususî inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor.
Gerçekten onlara göre iki semavî netice mümkün: Ya gazi ya da şehit olmak!”
6 Ağustos
İngilizler Arıburnu Cephesi’ne topçu ateşiyle taarruza girişti, Kanlısırtı ele geçirdi. Düşman Atatürk’ün kontrolündeki 19’ncu Tümen’in sol kanadına saldırdı ve ağır zayiat verdi...
7 Ağustos
İngiliz topçuları sabaha karşı topçu ateşine başladı. Şahinsırt ve Ağıldere üzerinden yürüyerek Conkbayırı’na ilerlemek istiyorlardı.
Atatürk, Kuzey Grubu Komutanlığı’na Saat: 05.05’de rapor yazdı:
“Düşman, gece yarısından başlayarak topçusuyla şiddetli ateş altına aldığı 18. ve 27. Alay cephelerine, saat 04.30’da da hücum etmişse de Tanrı’nın yardımıyla ağr kayıplar verdirilerek hücumunun sonuçsuz bırakılmış olduğu arz olunur”
8 Ağustos
Karargâhı Çanakkale’nin Yalova Köyü’nde bulunan Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa, telefonla Atatürk’ü aradı:
- Durumu nasıl görüyorsunuz. Ve nasıl tedbir almayı düşünüyorsunuz? diye sordu.
Durumu nasıl gördüğünü ve nasıl tedbirler almak gerektiğini çoktan bütün ilgililere iletmiş ama hepsi yanıtsız kalmıştı:
Şimdi alınabilecek tek bir tedbir kalmıştır!
O tedbir nedir?
Bütün komuta ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz. Tedbir budur!
Karşısındaki bir Mareşaldi. Ama O kararlıydı. Söz konusu olan vatandı.
Alman Mareşal alaylı sesle, “Çok gelmez mi?” diye sordu.
Aldığı yanıt: “Az gelir!” oldu…
Aynı günün akşamıydı. Saat: 21.45’i gösteriyordu.
Anafartalar Grup Komutanlığı’na tayin edildi.
Büyük bir sorumluluk üstlenmişti.
“Vatanım yok olduktan sonra yaşamamak lazım gelir,” diye düşündü.
8 Ağustos
Sıcak kavurucuydu.
Gelibolu Yarımadası’nda ölüm kol geziyordu.
Savaş çanları zangır zangır vuruyor, tüyleri diken diken ediyordu.
Her patlamanın ardından havada uçuşan insan bedenlerinin parçaları her iki tarafın askerlerinin yüzüne yapışıyordu.
Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe’yi tutmak lazımdı. Ancak oraya giden tek bir dar yol, harp gemileri tarafından çapraz ateş altında tutuluyor, 38’lik gülleler korkunç patlamalarla ortalığı altüst ediyordu. Değil bir insan, bir kuş bile orada barınamazdı.
Tepe’yi ele geçirme emrini alan askerler, bulundukları yerden çıkmakta tereddüt ediyordu. Boş bir an kollanıyor, ancak ateş bir türlü kesilmiyordu.
Atatürk o durumu gördü, hemen siperlere koştu, askerlerinin arasına ulaştı:
Niçin geçemiyorsunuz?
İçlerinden biri cevap erdi.
Düşman ölüm saçıyor, geçmek imkânsız kumandanım!
“Oradan böyle geçilir!” dedi ve ileri fırladı.
Mehmetçikleri durur mu? Onlar da kumandanlarının arkasından ileri atıldı.
Toz, duman, ölüm fırtınasını yaran askerler tepeyi kısa sürede ele geçirdi.
Dünya, vatan toprağının savunulmasının ne demek olduğunu uzun yıllar orada yaşanılanlarla öğrenecekti.
Atatürk, çocukluk arkadaşı aynı cephede savaştığı Nuri Conker’in komutanıydı ama onlar silah arkadaşlığından öte birbirlerine yürekten bağlı iki kardeşti...
Sahra telefonundaki ses Atatürk’ün sesiydi.
“Nuri! Çabuk Conk Tepesi’ne gidiniz ve oradan düşmanı çıkarınız!”
Nuri Bey, emri alır almaz 24’ncü Alay’ını vakit kaybetmeden o bölgeye getirdi. 23’ncü Alayı da kuzey grubunun ihtiyatı olarak tuttu.
Saat 19.00’u gösteriyordu, o sırada 9’ncu Tümeni 64’ncü Alay’ının 300 askeri canhıraş savaşıyordu.
Tepenin kuzey ve güney yönlerinde, aynı tümenin 25’nci ve 64’ncü, 4’ncü Tümen’in 11’nci Alay kıtaları karmakarışık haldeydi.
Barut, kan ve cansız bedenler, kesif bir kokuya dönüşüp burunları; ciğerleri paralıyordu.
Nuri Conker, Mehmetçiklerine hücum emrini verdi:
İleri aslanlarım! İleri yiğitlerim. Allah yolunuzu açık etsin!
ALLAH!.. ALLAH!.. ALLAH!..
Analarınız için!.. Babalarınız... Bacılarınız için!..
ALLAH!.. ALLAH!.. ALLAH!.. ALLAH!..
Mermi, süngü, mitralyöz, kazma, kürek, barut, kan...
Alnından vurulup yere düşenler, siperden sipere koşan, yavuklusunun fotoğrafına kan bezenen neferler savaşın; ölümün adı oldu.
Saat: 22.30
Alay düşman hattının üzerine tamamıyla çullandı.
Süngüler şakıdı, kafalar koptu, böğürler delindi, yürekler paralandı…
Mehmetçikler karanlıkta aslanlar gibi dövüşerek ölüm kusan makineli tüfekleri ele geçirdi.
1’nci Tabur hızlıca Conk Tepesi’ne doğru akın etti. Ama yoğun makineli tüfek atışı, düşman siperlerine 20-30 adım kala taburun yerde tam siper yatmasına neden oldu.
Birlik ileri gidemiyordu. Başını çıkaran alnının ortasından vurulup arkadaşının kucağına düşüveriyordu.
Taburun kumandanı ile üç bölük yüzbaşısının yaralanması birliğin moralini çökertti.
Muharebe hattı, Conk Tepesi yükseğinin 10-15 metre batısında kalmıştı. Geceleyin bu hattın son gayretle alınması için emir verildi. O durum karşısında Nuri Bey, tedbir olarak bıraktığı 23’ncü Alay’ı geceden kendi cephesine kattı.
Atatürk’ün daha önceki günlerde verdiği emrini yüreğinde hissetti:
“Ben size taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir!”
9 Ağustos sabahı…
23’ncü Alay, 24’ncü Alay’a takviye olarak yetişti.
Nuri Conker, birliklerine tekrar hücum ettirecekti. Çünkü Conkbayırı’ndaki düşman birlikleri oradan Çanakkale Boğazı’nın büyük kısmını rahatlıkla görebiliyordu.
Anafartalar bölgesinde ise bir başka kahramanlık destanı yazılıyordu.
Atatürk ve birlikleri göğüs göğüse, canla başla savaşıyor, düşman taarruzunu durdurmayı başarıyordu.
Kumanda ettiği birliklerin karşısında İngiliz birliklerinin 29 taburu, 26 bin 750 askeri siperde; savunma hattı oluşturmuştu.
Ama saldıracak cesaretleri yoktu. Türk birliklerinin taarruz etmesini ve o saldırı anlarında da keklik gibi avlayacaklarını planlıyorlardı.
O sırada Türk birliklerinin bulunduğu bölge, hem karadan hem denizden bombardıman altında tutuluyordu.
Nuri Conker’in sadece 1500 askeri vardı.
Atatürk düşmanı durdurduktan sonra hemen Nuri Conker’in birlikleri ne destek için yola çıktı. Yola çıkmadan önce de hem Nuri Bey’in 8’nci Tümen’ine hem de 9’ncu Tümen’in komutanına telefonla emir verdi:
“Bu gece Conkbayırı’nda sizden büyük faaliyet talep edeceğim. İki piyade alayı için orada bulunan kıtalar vasıtasıyla hiç olmazsa sıcak bir çorba hazırlatmaya imkân bulmanız çok iyi olacaktır.”
O emir, moral desteğiydi. Ama Nuri Conker için başka bir anlam taşıyordu. Çocukluk arkadaşı, silah arkadaşı, can yoldaşı Mustafa’sı; komutanı savaşın en can alıcı anında kendisinin birliğini şereflendirecekti.
Atatürk ve birliği atlarını 8’nci Tümen’in bulunduğu bölgeye sürdü. Geçtikleri arazinin hemen her metrekaresinde Türk ve İngiliz askerlerinin cesetleri vardı. Ölüler yaz sıcağı nedeniyle erkenden şişmiş, etrafa ağır koku yayıyordu.
Sıhhiyeciler yol üzerinde gördükleri şehit arkadaşlarını bir çırpıda gömüp yollarına devam etti…
O sırada düşman uçakları Atatürk ve arkadaşlarının üzerine bombalar atmaya başladı. Birlikler sağa sola dağılarak hedef şaşırtarak yolunu sürdürdü.
Nuri Bey’in karargâhına ulaştığındaysa neredeyse gece olmuştu. İki arkadaş resmiyeti kısacık da olsa bir yana koyup, birbirlerine gururla, sevgiyle, saygıyla ve hasretle sarıldı:
Nasılsın yiğidim?
Sağ ol, var ol kumandanım! Allah’a çok şükür...
Atatürk kendisine gönderilen taze kuvvetleri bekliyordu. Bunlar 28 ve 41’nci alaylardı. Fakat her ikisinin, taarruzun başlayacağı sabah saat 04.30’a kadar gelecekleri şüpheliydi.
Biraz uyuyup, kendine gelmeyi arzuladı ama uyumak kısmet olmadı. Çünkü raporları bildirmek, bir şey sormak için ikide bir çadıra gelip giden oldu...
Ateş sürüyordu. Mermiler, bomba parçaları vızıltıyla askerlerin kulaklarının dibinden geçiyor, Tekbir sesleriyle birbirine karışıyor, kan ve barut kokusu genizleri yakıyordu...
Bir ara iki tarafın askerleri de sustu…
Sabaha çok az vardı; Gelibolu Yarımadası’na ölüm sessizliği çöktü.
10 Ağustos
Saat: 04.30
Atatürk 8’nci Tümen’in en öndeki siperlerine kadar yürüdü, kırbacını kaldırdı, bir süre öylece kaldı ve sonra hızla aşağı indirdi. O işaretle, önceden namazlarını kılan Mehmetçikler ileri atıldı:
“ALLAH! ALLAH! ALLAH!.. ALLAH! ALLAH!...”
Türk askerlerinin tümü kısa süre sonra İngiliz siperlerinde; burunlarının diplerindeydi.
Gırtlak gırtlağa birbirine girdiler.
14’ncü Alay Komutanı Binbaşı Hakkı şehit düştü.
Düşman Başkomutanı General Hamilton, İngiliz Genelkurmayı’na acil bir rapor gönderdi:
“İlahi bir hücumla karşılaştık.”
Time savaş muhabiri Ashmead Barlette, defterine, “Bu savaş, devler ülkesinde bir devler savaşıdır,” diye not düştü...
Ateş sağanağı vardı. İki tarafın mermileri havada birbirine çarpıyordu. Tam o sırada Nuri Conker’in sesi duyuldu:
Eyvah! Vuruldun Kemal!
İki candan öte dost göz göze geldi.
Nuri Conker şimşek hızıyla koşup arkadaşının yanına ulaştı. Silah arkadaşı soğukkanlılığını korudu:
Öyle bir şey yok. Aldığınız emri derhal yerine getiriniz...
Gördüğü gerçekti. Çelik misket, Atatürk’ün tam kalbi üzerine çarpmış, fakat mucize eseri cebindeki saate isabet ederek, saati parçalanmıştı…
Nuri Bey, süvari mülazımı Saim’i yanına çağırdı:
En ileri hatlara kadar git vaziyete bak. Şahin Sırtı alınıp alınmadı mı öğren ve süratle bana bildir.
Emredersiniz kumandanım!
Saim, sanki barış zamanındaki resmi törenlerde olduğu gibi mahmuzlarını şakırdatarak sert bir selam verip görevine koştu. Kim bilir belki de gelemeyecek, şehit düşecekti ama ileri sıçrayışında en ufak bir tereddüt yoktu.
Bombardıman sürürken Nuri Bey’in çok yakınlarına da bombalar, mermiler düşüyordu…
O mermilerden biri sekti başına çarptı. Yarası küçüktü, ama şakağına yakındı. Gücü hızla tükenmeye başladı. Yere yığıldı.
Sıhhiyeci neferler hemen kumandanlarının başına koştu, yarasından akan kanı bastırdı, hemen sardı ve üzeri bir önceki müdahalede kurumuş kan lekeli sedyeye aldı.
Benzi solmaya başladı. Acısı fazlaydı; şiddetle artıyordu. Atatürk aldığı bilgiyle hızla atını arkadaşının yanına sürdü. Geldiğinde en has arkadaşı sedyede boylu boyunca yatıyordu. Üzüldü; üzüntüsünü belli etmedi:
Geçmiş olsun Nuri!..
Var olasın Kemal... Ciddi bir durum yok.
Nuri Conker çok iyi bir istihbaratçıydı. Görev alanlarında düşmana en fazla yaklaşıp bilgi toplamasıyla meşhurdu. Atatürk arkadaşının çarpışma başladığında ‘en ileri hatlarda’ yaralandığından haberdardı. Hemen kendisine vaziyeti sordu.
Sedyenin üstünde; yatar vaziyette durumu kumandanına anlattı. Anlatırken takati tükeniyor, sesi her geçen saniye kısılıyordu:
Şahin Sırtı daha… alamadık… sırtın… dar boyun… noktasında… on kadar… makineli… var… bizi… yan… ateşine alıyor…
Atatürk o kesik sözcükleri dinlerken, çelik mavi gözlerinde şimşekler çakıyor, üzüntüsünü yüreğine gömüyor, düşman mermileri sağına, soluna, önüne, arkasına düşüp art arda patlıyordu.
Arkadaşının ikinci bir yara almasından endişe duydu. Askerlere sedyenin yarı yıkık topçu gözetleme yerine götürülmesi emrini verdi. Orası da tayyarelerin ateş hattındaydı, ama en azından korunaklıydı...
Sedye hemen oraya taşındı…
Atatürk, arkadaşının başından bir an olsun ayrılmadı.
Nuri Bey, güç de olsa anlatacaklarına devam etti. Tık nefes olmuştu. Sesi çok güç işitiliyordu. O anlarda emir subayı sedyenin üstüne eğilip duyabildiklerini Atatürk’e tekrarladı.
Kısa süre sonra sesi tamamen kısıldı.
Söyledikleri anlaşılamamıştı. Kolunu güçlükle uzattı, söyleyeceklerini toprağa parmaklarıyla yazmaya çalıştı.
Kahraman Türk komutanı yavaş yavaş damarlarından boşanan kanından evvel, çok önemli vazifesini düşünüyordu…
Nihayet söyleyecekleri bitti. Toprağın üzerine yazı yazan elini kaldırdı, başına götürüp selam verdi. Toprağa çizdiği bir haritaydı
Atatürk, sevgili arkadaşını bağrına çekti, sımsıkı sarıldı, boğazının düğümünü çözüp:
Var ol Nuri! Sıhhatler temenni ederim. Bir şey değil, çabuk iyileşirsin, gene beraber çalışırız, dedi.
Ama Nuri Bey arkadaşının o söylediklerini duyamadı. Gazi olmuştu.
Ölümden dönen sadece Atatürk ve Nuri Conker değildi…
23. Alay Kumandanı Halil Recai Bey de şiddetli çatışmalar sırasında yara almış, cephe gerisinde tedavi altına alınmıştı. Şehit olanların sayısı belirsizdi...
Atatürk, tüm birliklere emrini tekrarladı.
İLERI ASLANLARIM! İLERI YIĞITLERIM!..
ALLAH! ALLAH! ALLAH! ALLAH!
Mehmetçikler, komutanları başta; dört bir yandan saldırıya geçti. Bir an için Türk ve İngiliz süngüleri birbirine çarparak şakıdı; kasaturaların çelikleri kızardı, bir iki dipçik, birkaç kafayı patlattı. Türk hücumları bir kasırga gibi, önüne geleni süpürüp yürüdü.
Canlı süngü ormanı öyle bir şiddetli saldırmıştı ki; düşman çil yavrusu gibi dağılıp kelle koltukta kaçtı. O birliklerin kaçtığını duyan diğer birlikler de siperlerinden çıkıp gerisin geriye; kayıplara karıştı...
Düşmanın morali yok olmuştu. Ondan sonraki günlerdeki saldırıları cılızlaştı. Bir ara Anafartalar cephesinde Kireçtepe’nin bazı kısımlarını ele geçirdilerse de karşılarında 161 rakımlı tepede Atatürk’ü buldular…
17 Ağustos
İngiliz Generali Hamilton, Londra’ya rapor gönderdi:
“Üzülerek söylemeliyim ki Türkler bizim bazı yeni birliklerimiz üzerinde manevî üstünlük sağlamışlardır. Dolayısıyla eğer Çanakkale seferi çabuk ve başarılı bir sonucu ulaştırılacaksa bana büyük çapta yardımcı kuvvetler gönderilmelidir. İyi komuta edilen ve cesaretle savaşan Türk ordusunun karşısındayız!”
20 Ağustos
İngilizler, öğleden sonra Anafartalar bölgesinde 7. ve 12. Tümenler cephesine topçu ateşi başlattı. Ancak topçu ve piyadelerimizin karşı ateşi, askerlerimizin süngü hücumu ile Yusufçuk, İsmailoğlu, Kayacıkağlı tepelerinde ağır yenilgiye uğradı. Mehmetçiğin başında Atatürk vardı.
27 Ağustos
Kayacıkağlı bölgesindeki siperlerimize topçu ateşi başlatıldı. Korkularından uzaktan savamayı yeğlemişlerdi.
Atatürk 7. Tümen Komutanı Albay Ali Remzi Alçıtepe’ye emrini verdi:
“Ben şu haberi bekliyorum: Siperlere giren düşman mahvedilmiş, düşman siperlerine askerimiz girmiştir. Bundan başka hiçbir haber bence önemli değildir!”
29 Ağustos
İstanbul’da bulunan Madam Corinne’e kart gönderdi:
“Bana göndermek lütfunda bulunduğunuz kitapları ve hediyeleri aldım. Bunun, beni ne kadar sevindirdiğini tasavvur edemezsiniz”
2 Eylül
Savaşta yaralanan ve sakatlanan Osmanlı askerleri için para toplayarak gönderen Almanya’nın İstanbul Elçiliği görevlilerinden Dr. Ernest Jackh’a teşekkür mektubu yazdı:
“...Kaderin savurduğu her haşin darbeye bizimle katlanmakla kalmayıp bundan doğan ıstırapları da hafifletmek için akla gelen her yardımı esirgemeyen siz sadık dosta, Fevzi Çakmak Bey de selâmlarını ve teşekkürlerini yollar”
14 Eylül
Arkadaşı olan Bulgar Generali Pétroff’un eşi Sultane Pétroff’a Fransızca mektup gönderdi:
“Düşman kuvvetlerine karşı kendi istediğimiz şekilde karşı koyduk ve daha önce Arıburnu’nda benim karşımda hezimete uğrayan düşman kuvvetleri, aradan aylar geçtikten sonra bu defa da Anafartalar’da tam anlamıyla felç oldular. Generalimin, muhtemelen bunlardan haberi vardır; ama olan biteni doğrudan benden öğrenmesi, sanırım kendisini çok daha fazla memnun edecektir. General Hamilton’a ve Savunma Bakanı Lord Kitchener’e ardı ardına bu başarıları elde etmeme vesile oldukları için teşekkür etmem gerektiğine inanıyorum”
20 Eylül
Rahatsızlandı. Liman von Sanders, Karargâha bizzat gelerek geçmiş olsun dileklerini sundu, özel doktorunu gönderdi.
23 Eyül
Hasta yatağında yatıyordu. Tekrar sıtma olmuştu. Almanya’nın İstanbul Elçiliği görevlilerinden Dr. Ernest Jackh’ı çadırında kabul etti. Kendisine şunları söyledi:
“Tam manasıyla Ruslar gibi karaya tıkıldık.
Ruslar çökmeğe mahkûmdurlar; çünkü Boğazları kapayarak onları Karadeniz’e tıkadım.
Bu suretle, müttefiklerinden ayrı düşürdüm.
Fakat biz de aynı sebep dolayısıyla yıkılmağa mahkûmuz. Gerçekten biz, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu sahillerine yerleşmiş bulunuyoruz; fakat herhangi bir okyanusa çıkmayı göze alamayız.
Deniz kuvvetlerine sahip olmayan bir kara kuvveti olmak itibariyle biz, yarımadamızı, kara kuvvetlerini hiçbir tehdide uğramaksızın istediği sahile getirebilen deniz kuvvetlerine karşı savunmaya asla muktedir olamayacağız”
24 Eylül
Enver Paşa yanında Başkomutanlık Vekâleti Harekât Şubesi Müdürü Yarbay İsmet İnönü ile Gelibolu’ya gelmişti.
İki gün bölgede incelemelerde bulundu ama Atatürk’ün bulunduğu karargâha uğramadı.
27 Eylül
Hastalıktan bitkin düşmüştü. Enver Paşa’nın tavırlarına anlam veremiyordu. Liman von Sanders’e, görevden affını isteyen yazısını gönderdi:
“...Geçenlerde Ekselansları Başkomutan, Kuzey, Güney ve Asya Gruplarını ziyaretiyle gereği gibi onurlandırmıştır; ancak Anafartalar Grubu’nun varlığını tanımak istememekle, bizi ziyaretinin onurundan mahrum kılmıştır.
...Ekselânsları Başkomutanın şahsıma karşı beslediği böylece bilinirken, orduda aynı koşullar altında hizmet vermem benim için imkânsızdır. Siz Ekselânsların dan, beni şu andan itibaren Grup Komutanlığı’ndan istifa etmiş sayma ve şahsımla ilgili daha sonraki işlemleri tayin etme lütfunda bulunmanızı rica etmek onurunu taşımaktayım”
30 Eylül
Liman von Sanders durumu Enver Paşa’ya iletti ama dilekçesinin Kabul görmemesini savundu:
“...Bu dilekçeyi destekleyemem. Çünkü Mustafa Kemal Bey’i, vatanın bu büyük savaşta hizmetlerine muhakkak surette muhtaç olduğu, çok müstesna kabiliyetli, yetkili ve cesur bir subay olarak tanıdım ve takdir ettim.
Şimdilik ilişikte takdim etmediğim ayrılma dilekçesini, Ekselânslarınızın, güvenini belirtmek suretiyle reddetmek lütfunda bulunmalarını rica ediyorum”
2 Ekim
Biraz olsun hastalığı düzelmişti. Anafartalar’da, 12 Tümen cephesine gidip denetledi. Düşman suskundu…
4 Ekim
Enver Paşa’dan kendisine mesaj geldi:
“Rahatsızlığınızı işittim, müteessir oldum.
Son defaki Çanakkale’yi ziyaretimde muhtelif mevzileri görmek isteğimden sizi ziyarete vakit kalmamıştı”
Yanıt verdi:
“Rahatsızlığımdan dolayı yüksek iltifatlarınıza teşekkür ederim.
Bendenizi yakında meydana gelmesi beklenilen olayları için hazırlanan kuvvetin başında da bulunduraak size daha büyük hizmetler yapılmasına eriştirmekle taltif edeceğinizden eminim”
6 Ekim
Enver Paşa kendisine, 6. Ordu (Irak Ordusu) Komutanlığı’nı teklif etti. Atatürk de bazı şartlarla kabul edeceğini bildirdi.
O anlarda İngilizler hala bombalarıyla Kireçtepe’yi vuruyordu…
7 Ekim
Bitkinliği sürüyordu. Morali iyi değildi. Kalkıp Gelibolu’ya gitti, 5. Ordu Karargâhı’nı ziyaret etti.
11 Ekim
Bir dost sıcağı yürek arıyordu…
Çocukluk arkadaşı Salih Bozok’a mektup yazıp gönderdi:
“Karşımızdaki düşman, artık güçsüz bir hale gelmiştir. İnşallah yakında tamamen atılır. Herhalde vatanımız bu yönden emindir!”
17 Ekim
İngilizler ne yapacağını şaşırmıştı. Günlerdir Gelibolu yarımadasında sinip kalmışlardı.
Komutanları General Hamilton, komutayı General Birdwood’a devrederek cepheden ayrıldı…
26 Ekim
Genelkurmay Başkanlığı’nca 9,11 ve 12’nci Tümenler birleştirildi, adı 16. Kolordu Komutanlığı oldu, başına ‘Kolordu Komutanı’ yetkisiyle Atatürk getirildi. Oysa rütbesi Albay’dı…
31 Ekim
Enver Paşa ile aralarında Anafartalar Grubu Karargâhı’nı ziyaret ettiğinde iki komutan arasında içten içe bir psikolojik savaş yaşanıyordu.
3 Kasım
İstanbul’dan Gelibolu’ya gelen Ayan ve Mebusan Heyeti Atatürk’ü ziyaret etti, cepheyi gezdi.
7 Kasım
İngiliz Harp Kabinesi Çanakkale’yi boşaltma kararı aldı.
10 Kasım
Savaş bitti gözüküyordu. Ama Atatürk ve karargâh komutanları tedbiri elden bırakmadı. Düşman hala çekilmemişti.
Liman von Sanders, Atatürk ile birlikte Anafartalar Grubu Karargahı’na gelerek toplarla yapılacak taarruz hakkında görüştü.
27 Kasım
Kurmay Başkanı izzettin Çalışlar ile birlikte 12. Tümen gözetleme topçu birliğini gezdi...
1 Aralık
Geceydi. Gelibolu Yarımadası sessiz, sakindi. Soğuk bastırıyordu…
Anafartalar Grubu Karargâhı’nda, Kurmay Başkanı İzzettin Çalışlar ve çocukluk arkadaşı Fuat Bulca ile evlilik üzerine sohbet etti...
5 Aralık
Mareşal Liman von Sanders, Anafartalar Grubu Karargâhı’na gelerek, beraberinde getirdiği hava değişimi iznini kendisine verdi. Yerine Fevzi Çakmak atanmıştı…
9 Aralık
Fevzi Çakmak’a cepheleri gezdirdi.
Beraberinde misafirleri Fethi Okyar, Bahattin Şakir ve Tevfik Rüştü Aras ile birlikte Çanakkale’den ayrılarak İstanbul’a hareket etti…
Aynı gün çocukluk arkadaşı Salih Bozok’a Çanakkale’den izinli olarak ayrılışını anlatan mektubunu yazdı:
“Ben düşmanın çekileceğini anladığım için bir taarruz yapılmasını teklif etmiştim.
Fakat benim bu teklifimi kabul etmediler.
Bundan dolayı canım sıkıldı.
Çok da yorgun olduğum için izin alarak İstanbul’a geldim. Eğer ben orada iken düşman şimdiki gibi çekilmiş olsaydı, herhalde daha çok sıkılacaktım.
Burada bulunmam benim için bir talih eseridir.”
9 Ocak 1916
Savaş, İttifak Devletleri’nin başarısızlığıyla son buldu. Tahliye işlemleri sabah başladı. Savaş binlerce vatan evladını ana babasından, çoluk çocuğundan, yavuklusundan koparıp aldı. Ama Atatürk ve tüm silah arkadaşlarının yüreklerini ortaya koydukları bir mücadeleyle ZAFERLE SONUÇLANDI…
Yaşar Gürsoy
18 Mart 2022
‘Çanakkale Ruhu’na saygıyla…
Kaynak:
Yaşar Gürsoy, Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker
Yaşar Gürsoy, Çankaya’nın Kalemşoru
Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi
Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler
isteataturk.com
mustafakemalim.com