Bravo Avusturya
Ülkemizde medyanın da “üzerine atlaması” sonucu hemen her alanda “panik” yaratmak mümkün!..
Sağ olsun, hükümetin beceriksizliği de eklenince dört dörtlük oluyor.
En son paniğimiz “domuz gribi aşısını” kastediyorum.
Geçen hafta sonu Avusturya ADD’nin davetlisi olarak Viyana’da idim. Viyana Ekonomi Üniversitesi anfisinde konferans verdim ve ADD merkezinde söyleşiye katıldım...
Bir iki noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Viyana’ya girerken ne havaalanında polisiye güvenlik önlemleri ile üzerinize geliyorlar, ne de domuz gribi paniği yaşıyorlar, ne de size yaşatıyorlar..
Bize deniyor ya, “ABD’de yayılıyor, AB’de ölümler artıyor” diye.
Hepsinin hikâye olduğunu gidince görüyorsunuz. Normalin ötesinde hiçbir şey yok.
Domuz gribi paniği olmadığı gibi, neredeyse hiç haberleri bile yokmuş gibi. Ne havaalanlarında termal kamera ile üzerine gelen, ne de gümrükte “kemerin öttü, gözlüğün öttü, bilmem neren öttü; onu çıkar, bunu çıkar” diye sizi taciz eden
polis var.
İçimden “Bravo Avusturya!” dedim. Şimdi de dışımdan diyorum. Bravo!..
Bizim havaalanlarımızda 3 ya da 4 kez polis kontrolünden geçiyorsunuz.
Sokak ve caddelerimizde adı Mobese, obese her neyse kameralar. Tam bir polis devleti görüntüsü. Ne için?.. Efendim suçluyu yakalamak için!.. E, PKK’lıları yakaladın da ne oldu, gördük!..
Bir de bu polis devleti görüntüsünü haklı gösterebilmek için, kimi zaman çeşitli bakanların mobese merkezinde “yakalanan hırsızı” izlerken görüntüleri basına veriliyor!..
Viyana’da bu da yok.
Türkiye’de ise, teröriste hoşgörü ve yasayı uygulamama söz konusu iken, vatandaşına bin bir türlü eziyet mübah!..
Viyana’nın yolları, deyim yerindeyse kaymak gibi. Bizim bankette, daha önce de yazdım, hoplayıp zıplamadan gidebileceğiniz asfalt yol sayısı parmak sayısı kadar.
Yine “bravo Avusturya” diyorum.
(Sakın içinizden “Adama bak, bir Viyana’ya gitti. AB yandaşı oldu” düşüncesi geçmesin. AB’nin emperyalist uygulamalarının her türlüsüne karşı çıkmaya sonuna kadar devam ediyorum.)
1. Dünya Savaşını çıkaran kanlı üniforma
Viyana’da, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Viyana’yı kuşattığı tepeye çıktım, savaş müzelerini de gezdim.
Doğrusu çok etkilendim ve yeni kitaplarım için doküman ve fotoğraf topladım.
Bu fotoğraflardan birini sizinle paylaşıyorum.
1. Dünya Savaşı’nın çıkışında, Avusturya Macaristan veliahtı Franz Ferdinand’ın öldürülmesi bardağı taşıran son damla olmuştu.
Ferdinand’ın suikaste uğradığı otomobil ve kanlı üniforması müzede sergileniyor. Onları görüp, dokununca, 1914’e ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Müthiş heyecan duydum.
“Bu kalp seni unutur mu?”
Show TV’de “Bu kalp seni unutur mu” adlı dizi var. 1980 sonrasını anlatıyor.
Kenan Evren’in yaptıklarını anlatması güzel. Ama işi “işkenceci asker” boyutuna getirmişler.
Hele bir film kahramanı var ki, “Bakalım arkasından ne çıkacak?” diye bekliyoruz!.. Adı geçen karakter “Kürt” , sürekli eziyet görüyor, Diyarbakır Cezaevi’ne gönderiliyor.
Biz bunları okuduk, izledik, biliyoruz.
Acaba bu “romantik Abdullah Öcalan mı?” dedirtiyorlar. Kürtler de dağa çıkmakta haklıymış, noktasına getiriyorlar.
Yani, gizli değil açıkça bir “PKK’yı romantik ve yasal gösterme” çabası seziliyor.
Ben bu kadar televizyonuyla ilgisiz bir işadamı (Karamehmet) görmedim. Madem ilgisi yok, niçin bu kadar masraf yapıyor?.. Para kazanmak için her şey mübah mı?..
Bakalım, bu GDO’dan sonra gündeme gelebilecek mi ve ne zaman fark edilecek?
Bu kalpler unutsa da, beyinler
unutmamalı..
Akbank’ın yaptığına bak...
Telefon hatlarıyla verilen hizmetler uzun süredir “kayda alınıyor.”
Türkiye’de herkesin dinlenme kuşkusunu taşıdığı ortamda, bu, sözde “hizmet kalitesi” için yapılıyor.
“Görüşmeleriniz kayda alınıyor” uyarısı yapılması, bu işlemin yasaya uygun olduğu anlamına geliyor mu acaba?.. Hangi yasamızda bunun düzenlendiğini; yasada varsa, bunun anayasadaki “özel yaşamın gizliliği” maddesine uyup uymadığını merak ediyorum.
Bence bu işlemler “hukuki değil” ve insan haklarına da aykırı..
Geçen gün, Akbank’ın Wings kartı telefonunu aradım. Birikmiş mil puanları ile uçak bileti almak istedim. Karşıma genç bir hanım çıktı. Kimse kusura bakmasın, ya anlayışı kıttı ya da “nasıl olsa banda alıyoruz, karşımdaki sinirlense de onun sorunu” diye düşünüyordu.
Meramımı anlattım. Ama o, basit bir şeyi birkaç kez sordu. Mealen dedim ki, “Söz bir kere söylenir. Size hangi hatta, hangi saatte, hangi isme bilet istediğimi söylüyorum. Tekrar tekrar sormayın.”
Hiç oralı olmadı. Banda alıyorsa, amiri bunu dinlese bile (ki bence, o da yasal değil, “hizmet kalitesi” kavramı anayasa ve insan haklarının üstüne çıkamaz) sinirlenen kendisi olmayacaktı!..
Tabii ki sinirlendim. Dedim ki (mealen), “Beni dinlemeden konuşuyorsunuz. Kayda alıyoruz diye robot gibi konuşmanıza gerek yok. Ben size gerekli her bilgiyi veriyorum. Beni dinleyin.”
Yine bildiğini yaptı. Çok biliyordu!..
Sonunda anlaşmalı acentalarına uzun bir bekleyişten sonra bağladı. Ama verdiği bilginin yanlış olduğu orada ortaya çıktı. Bu kez karşımdaki 2. hanım, “Atlasjet ile İstanbul’dan Ankara’ya uçuş yok. THY ile uçabilirsiniz. O da, size söylenenin yaklaşık 2 katı mil ediyor” dedi.
Bu satırları Cuma öğle saatlerinde yazdım. Uçuş günü ve saatinde “bu hizmet anlayışının bir oyunu” ile karşılaşıp karşılaşmayacağımı bilmiyordum. Olursa onu da yazarım.
Başımdan geçen sadece bir olayı (Akbank’ı) yazdım. Ama eminim ki, “üstün hizmet” yerine “robotik anlayış” bu tür hatların çoğunda var. Peki niye bunu yazdın da, diğerlerini yazmadın, diyen bir Akbank yetkilisi olursa yanıtım şu:
“Diğer işlemlerimi eşim yapıyordu. Bu bana düştü ve gerçekleri gördüm!”
Yılmaz Özdil’in dediği gibi gerçekten Türkiye’deki “İdrak yolları iltihabını” giderebilsek, pek çok sorunumuz çözülür.
NOT: Bugün TÜYAP İstanbul Kitap Fuarında (Salon 2, Stand 207/B) Saat 14.00’te imza günündeyim.