ANADOLU RUHU MU, HAÇLI RUHU MU?..
Türkiye’nin bir kez daha dostlarını küstürüp, düşmanlarını sevindirdiği durumla karşı karşıyayız.
Türkiye-Ermenistan sınır kapısının açılması tartışılıyor.
Haber kanalları, “Çözüm konusunda gelişmeler var” diye haber yapıyor.
Bizim için “sorun” nedir ki, çözüm aransın?
Bizim Ermenistan’ın derdini paylaşmak gibi bir sorunumuz mu var? Başkasının derdi bize mi dert oldu?
Eğer öyleyse, bizim dünya kadar derdimize kim ilaç oluyor ki?
Türkiye, Ermenistan ile sınır kapısını açacakmış.
Niye?..
HAVADAKİ AYAK SICAK ZEMİNE BASACAK MI?
Niyesine bakarken önce bu kapının niçin kapandığını hatırlayalım.
Ermenistan, kardeş (hâlâ kardeş mi) Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesini işgal etmiş, Hocalı’da katliamlar yapmıştı.
Türkiye de bunu protesto etmek ve Azerbaycan’a dostluğunu göstermek, onun derdini paylaşmak için Ermenistan sınır kapısını kapatmıştı.
Benim hatırladığım bu.
Şimdi bu durum niçin Türkiye’ye sorun olsun ki, çözüm aransın?
Lafı uzattım ama, aslında gerçeği herkes biliyor.
AB ve en son ABD istedi diye sınır kapısını açmak istiyoruz. Azerbaycan’ı ikna etmek (daha doğrusu kandırmak) için kırk takla atıyoruz.
Aman kapıyı açalım, ama Azerbaycan da sesini çıkarmasın!..
Mesele bu.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan’ın başkenti Erivan’a “futbol maçı” izleme bahanesiyle attığı adımlar havada.
Havaya kalkan ayağın yere basması gerek.
Ama, zemin çok sıcak ve ayak oraya basınca yanma tehlikesi var. Şimdi o zemin soğutulmaya çalışılıyor.
KENDİSİ OLAMAMAK!..
Türkiye’nin sorunu “kendisi olamamak!..”
Başbakan Erdoğan ile (eski bakanı) Cumhurbaşkanı Gül arasında büyük anlayış farkı var aslında.
Erdoğan, her zaman olmasa da kimi zaman “Anadolu ruhu” (Türklük ve İslâmlık) ile davranmak istiyor. Örneğin, AB’ye karşı zinanın suç olmasını istemesi, İsrail’e kafa tutmak istemesi, DTP’nin PKK’ya destek olduğunu vurgulaması, Danimarka Başbakanı Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne karşı çıkması (Hz. Muhammet’e hakaret nedeniyle) gibi.
Ama, nasıl oluyorsa son anda Başbakanın “Anadolu ruhu” gidiyor, “Haçlı ruhuna” teslim oluyor. Erdoğan karşı çıktığı şeylere evet diyor, kendisini etkisizleştiriyor. Belki o da bunun farkında ve bu yüzden bu kadar sinirleniyordur..
ABD GARANTÖRLÜĞÜNDE HAKARET!..
Bakınız, en son olayı hatırlayalım. Danimarka Başbakanı Rasmussen, 2005 yılında ülkesinde Hz. Muhammed’e hakaret karikatürleri çizilince “Bunlar ifade özgürlüğüdür” demişti. PKK’nın Roj TV’sine de aynı gözle bakmıştı. Şimdi NATO Genel Sekreterliğine aday olunca Erdoğan “hayır” dedi. Sözde, araya ABD Başkanı Obama girdi, “garantör!” oldu, Türkiye de tavizler kopardı! Neydi onlar?
Rasmussen karikatürler için özür dileyecekti, NATO’daki yardımcısı Türk olacaktı, vs. Yandaş medya bunu “Küresel devlet olduk!” diye manşetlere taşıdı. Aradan tam tamına iki gün, evet sadece iki gün geçti ve foyaları ortaya çıktı.
Ne Rasmussen özür diledi, ne NATO’daki yardımcısı Türk oldu. Üstelik, Danimarka’da peygamberimize hakaret karikatürleri -Türkiye’yle alay eder gibi- yeniden ortaya çıktı. Hz. Muhammed’i terörist ve eşcinsel olarak gösteren sözde karikatürler, kartpostal olarak piyasaya sürüldü. (Bu arada, Rasmussen gece 03.00’de İstanbul’daki otelde ne yaparken ve nasıl düştü de omzunu yerinden çıkardı acaba?)
Bu mu AB’nin ifade özgürlüğü? Onlar fikir ile küfürü ayırt edemiyor mu?.. Hepimiz biliyoruz ki, amaçlar farklı. Bunları dile getirenleri susturmak için her türlü iftira hazır, bekliyor. Ellerinden gelse, Başbakan Erdoğan’ı bile aynı sepete atacaklar. (Acaba Başbakan bunların farkında mı?)
Sonuçta, “küresel devlet” olmak yerine, sözü dinlenmeyen, dalga geçilen bir devlet olduk.
“Küresel devlet” idealinin yerini şu anda “küresel rezalet” aldı.