“Aman petrol, canım petrol!..”

Kim ne derse desin, bütün “oyun”, bütün “pazarlık” ve bütün “saldırganlık” petrol yüzünden gündeme geliyor.
Zaten en az bir asırdır, “petrol” denen gizemli madde bütün gücünü gösteriyor.
Özellikle, Libya’nın önce, kendilerine “koalisyon güçleri”, sonra da NATO tarafından bombalanması, akla diğer petrol sahibi İslam ülkelerini acı bir şekilde getiriyor.
Her ne kadar, zoraki ve göstermelik bir şekilde, Sudan ikiye bölünmüş olsa bile, Darfur’da sahneye konan oyun sıcaklığını koruyor.
Her şeyden önce Sudan’ın bir “sınır” bölgesi olan Darfur ve dolaylarında zengin petrol yataklarının varlığından bahsetmek gerekiyor.Yani, Darfur’da ne olup bitmişse, petrolün etkisinden âzade olmuyor.
Doğrusu, Darfur bölgesinde yaşananları sorgularken “hata” yapmamak veya en azından “yanılmamak” çok zor görünüyor.
Zira, bölgede, 1980’den bu yana yaşanan çatışmaların izleri bir türlü silinmiyor.
Asıl anlaşmazlığın temelinde “etnik mücadele” olduğu öne çıkarılıyor.
Sudan’ı çok yakın bir zamana kadar, kanlı iç savaşa sürükleyen ve başta ABD olmak üzere Batı’nın desteklediği Güney Sudan’daki güçlerle yoğun temas içinde bulunan örgütler, gün geçtikçe “değişiklik” arz ediyor.
Geçmişe bir bakıldığında, çatışmayı önce isyancıların başlattığı, Arap kökenlilerin kendi silahlı güçlerini kurduğu göze çarpıyordu.
Darfur’un yan “Fur Dayan” ın tamamına yakını Müslümanlar’dan oluşuyor. Halkın yüzde 60’ı Arap, yüzde 40’ı Afrika kökenli.
Tarihi 1596’lara kadar geri giden bir Sultanlık geçmişi biliniyor. 1916’larda Sudan’a entegre oluyor. Ve devreye “petrol” girince bu tarihi mirastan hareketle “bağımsızlık” isteniyor.
1980’den beri devam eden kanlı çatışmalar son aylarda seçim ile kamufle edilmiş bulunuyor.
Üstelik “dünyanın en korkunç insanlık trajedisi” olarak da pazarlanıyor. Aslında, işin içine “etnik mücadele” girince, trajik insanlık ihlali olayları da kendiliğinden doğuyor.
80’li yıllarda yaşanan “büyük kuraklık” sonrası, göç hareketlerini de tetiklediği trajik olayların müsebbipleri yalnız Sudan’lı Müslümanlar’ın olmadığını, ne yazık ki, kendisine “Hür dünya” diyen büyük güç kabullenmiyor. 7 yıl kadar önce, ABD ve İngiltere’nin Sudan’a askeri müdahale yolunu açmak için BM Güvenlik Konseyi, insan hakları örgütleri ve medya yoluyla başlatılan kampanyanın oluşturduğu atmosfer, Sudan’ı ve onun Devlet Başkanı’nı doğrudan doğruya “katıksız” suçlu göstermeye yetmişti.
Aslında, Sudan’a “rahat bir nefes” aldırmak istenmiyor.
8 Eylül 1983’te el Numeyri, 30 Haziran 1989’da Sadık el Mehdi’ye karşı yapılan darbeleri hatırlatmak icap ediyor. Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan el Beşir’in darbe ile başa geçmesi, tabii ki, beraberinde “sakıncalı” eylemler getiriyor. El Beşir’in Türkiye’ye davet edilip, ziyaretin gerçekleşmesi elbette “ilginç” yorumlara, hatta iddialara yol açarken, hâlâ tartışılıyor.
Gelip geçmiş bir ziyaretin aslında böylesine bir tesbite yönelmemizin nedenleri arasında başta ABD olmak üzere Batı’nın ne denli bir yıkıcı bir propaganda silahına sahip olduğu ve “petrol” denilen gizemli maddenin, nelere sebep olabileceğinin altını çizmekle özetleniyor. Aslında, ABD’nin küresel enerji kaynakları, boru hatları ve enerji kaynakları açısından dünyayı altı bölgeye ayıran, yeni projesinde de Sudan’ın ismi gözleri kamaştıracak kadar parıldıyor.
Nitekim, Avrupa Birliği, 3 yıl kadar önce aldığı bir kararla Darfur’a “Barış Gücü” gönderilmesini kabul ediyordu. Aslında, AB orijinli “Barış Gücü” nün NATO’nun eşgüdümünde oluşturulduğu da biliniyor. Böylece, Batı’nın Sudan üzerindeki baskısı, kuvvet gönderecek kadar su üstüne çıktığı günler, hele şu ortamda hiç unutulmuyor.
Ne yazık ki, bu trajik durum karşısında, bir zamanların meşhur “Aman petrol, canım petrol” şarkısını hatırlamaktan veya mırıldanmaktan başka elden bir şey gelmiyor.

Babacan’dan “endişe dolu” ekonomik itiraf!

Babacan, Mövenpick Otelde düzenlenen “Türkiye’nin Güncel Ekonomik Göstergeleri Işığında Yakın Dönem Beklentileri” konulu “Bâb-ı Âli Toplantıları” nda yaptığı konuşmada, küresel ekonomideki gelişmelere değinirken, ilginç, hatta “endişe verici” açıklamalarını, özellikle muhalefetin gündeme getirerek kamuoyuna mal etmesi gerekiyor.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan “Attığımız adımlar, bizim önümüzdeki dönemle ilgili atmış olduğumuz özgün adımlardır çünkü dünyada ilk ve herkes merakla da takip ediyor. İşe yarayacak mı, yaramayacak mı noktasında da hâlâ izleniyor. Biz de bakıyoruz. Sonuçlarından biz de bugün itibariyle açıkçası çok emin değiliz ama trendlere baktığımızda, bugüne kadarki gelişmelere baktığımızda doğru adımlar attığımızı düşünüyoruz. Bu adımların belki dozajı yeterli olmaz. Dozajına tekrar ileride bakılabilir. Sürekli izlenen, her hafta takip edilen ve her haftaki gelişmelere göre icabında yön değiştirebilen bir politika seti bu...” açıklamasından 2023 hedefinin de aslında, “temelsiz” olduğunu bir yerde ima ediyor.
Ayrıca, Babacan’ın “cari açık” ile ilgili pek konuşmak istemediği, hatta rakamlarını bile telaffuz etmemesi dikkatleri çekmiş bulunuyor.
Bu arada, Babacan’ın “vergi kaçırmak çok cazip” şeklindeki görüşünün de, ekonomik çevrelerde büyük eleştirilere neden olacağı sanılıyor.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ

Yedikçe zayıfla ve öyle kal

Ünlü beslenme ve diyet uzmanı Banu Kazanç’ın gerçekten, adı kadar içeriği de ilginç olan kitabının özellikle, “kilo verme” serüveninden bıkıp usananlara bir “can kurtaran simidi” olacağını ve büyük tartışmaları başlatacağını...


İşte doğru bildiğimiz bazı yanlışlar:
Yağın sporla kasa dönüştüğünü,
Zeytinyağının çok yararlı olduğunu,
Kabak çekirdeğinin zayıflattığını,
Meyvenin kilo aldırtmadığını,
Sabahları aç karnına limonlu su içmenin zayıflattığını,
Bol soda içmenin zayıflattığını,
Makarna ve pilavı diyetten çıkarmanın gerektiğini,
Maydanoz suyunun zayıflattığını,
Spor yaparken naylon poşete sarılmanın,
Sıcak ortamın zayıflattığını,
Hiçbir diyet ürünün zayıflamaya neden olmadığını,
Bazı diyetlerle hızlı kilo verilmediğini,
Aç karnına yapılan sporun daha faydalı olmadığını...

Yazarın Diğer Yazıları