AKP’li eski Bakan Ömer Dinçer Habertürk’teki köşesinde 28 Şubat dönemindeki el ele eylemini ve eylemin o dönemki etkisini anımsatarak başladığı yazısında, Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü’nün rolleri değiştirdiği yorumunda bulundu.
“Tuhaf bir şekilde bugün roller ters dönmüş durumda: O gün darbe yanında durarak “insan hak ve özgürlüklerini” ihlal eden parti “Adalet” diye yürüyor; o günün “Demokrasi” diyerek yürüyen mağdurları ise devletten ve “güvenlikten” yana duruyor”diyen Dinçer, AKP’nin muhalefetin hamlelerini doğru okuyamadığını yazdı.
İşte Ömer Dinçer’in yazısı:
“CHP’nin, bir milletvekilinin ve yakın gördüğü bazı gazetecilerin tutuklanması nedeniyle kendini mağdur hissetmesi ve muhalefet partisi olarak kamudan haksız ihraçlar, uzun süren gözaltılar ve iddianamelerin gecikmesi gibi nedenlerle “adalet” istemesi anlaşılabilir.
SORUNU DAHA FAZLA ADALET ÇÖZER
Şaşılacak bir şekilde AK Parti muhalefetin bu hamlelerini okumakta zorlanıyor ve eski başarılarını borçlu olduğu alışkanlıkla rakibini hafife alan bir strateji uyguluyor.
Ayrıca bu olay karşısında AK Parti’nin tutumu geçmişin mağdur ve mazlumunu hiç yansıtmıyor.
…
Niyet okumak, “Adalet” diyen herkesi teröristlerle ve darbecilerle aynı cepheye itmek, eylemi küçümsemek ve itibarsızlaştırmaya çalışmak nasıl yorumlanmalı?
Üstelik özellikle kendi kadrosunun neredeyse hepsinin yargıyla olumsuz hatırası, bürokrasi karşısında uğradığı haksızlık varken, FETÖ davalarında masumların korunmasına hiç özen göstermeyen bürokratik muamelelerin hepsinin sorumluluğuna sahip çıkıyor.
“Bu yolları teröristler yürüsün diye yapmadık” demek veya Kılıçdaroğlu’nun kalacağı yere tezek dökmek gibi densizlikleri AK Parti adına genelleştirmeyi hiç düşünmesem bile Cumhurbaşkanı’nın, hükümet üyelerinin ve parti sözcülerinin demeçleri, rakibin stratejisine uygun seviyede davranmak yerine, genel bir hafife alma ve suçlama tavrı içinde olunduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Anlaşılan, AK Parti yöneticileri olayı “kişi” ve “parti” eylemi olarak görüyor ve sadece onlarla sınırlandırıyor. Halbuki, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen ve “adalet” i yönetimin en önemli değeri kabul eden bir partinin takılı kalacağı yer, kişi ve parti seviyesi olamaz. İşlenen “konu” ve işlenme “biçimi” fark edilmelidir.
Maalesef Türkiye’de öteden beri adalet ve bürokraside haksızlık ve çıkar hesapları sorunu var. Vesayet yargısının 28 Şubat’taki tutumu hafızalarda hâlâ canlı, cemaat yargısının yaptıklarının sızısı hâlâ hissediliyorken, iktidar yargısı algısını yok etmenin yolu daha fazla adaletten, daha özenli yargılamadan geçer.
Unutulmamalı, adalet bütün erdemlerin başıdır. Kınalızade’nin deyişiyle, “Bütün erdemler itidaldir, hepsinin ifratı ve tefriti rezilettir. Sadece adaletin ifratı ve tefriti olmaz, tersi vardır ve o da zulümdür”.