Akıl dışı davranışlar…
Son iki yüzyıldır bir savaş türü var. Bu savaşa 'parapsikolojik savaş' deniliyor. 'Beyin Yıkama' ise bu savaş yönteminin adı.
Beyin yıkama! Kişi bilincinde var olanları silip (örtüp, yıkayıp) yeni şeyler ekleme işi… Türkçesi 'akıl dışı' davranma durumu!
İnsan denilen canlı türü, diğer canlılardan 'akıl' varlığı ile ayrıldığına göre, insan, akıl dışı davranışlarda bulunabilir mi? Böyle şey olabilir mi? Olur!
Böyle bir durumun olabildiği 19. yüzyıldan beri bilimsel olarak kanıtlandı! 'Parapsikoloji' üzerinde çalışan bilim insanlarından kısaca söz edeceğim.
Rus bilim insanı Vladimir Bechterev (1857-1927) insanlar üzerinde şartlandırılmış motor hareketlerini inceledi. İvan P. Pavlov (1849-1936) bildiğiniz gibi köpekler üzerinde yaptığı deneylerle 'şartlı refleks' kuramını ortaya koydu. Adler (1870-1937), Carl Gustav Yung (1875-1961), Sigmund Freud (1856-1939) ile beraber 'alt şuur' üzerinde çalışmalar yaptılar.
Peki, neydi yapılan bu çalışmalar?
Bu sorunun yanıtını ABD'li Psikolog Prof. Dr. William James'in açıklamalarında bulabiliyoruz. James, özet olarak şöyle diyor: "İnsan olarak normal şuur halimize 'akıl bilinci' diyoruz. Ama bir bilincimiz daha var. O da 'özel ruh' durumumuz; yani 'ruh bilinci'miz. Akıl bilinci 'bilgi' ile beslenirken, ruh bilinci 'sezgi' ile beslenmektedir"
Bu konunun bilimsel açıklamaları böylece sürüp gidiyor…
Özet olarak şunu diyebiliriz: İnsan davranışlarını her zaman akıl ile açıklayamayız. Burada size bir örnek vermek istiyorum. Geçen yıl 83 yaşındaki bir yakınımla sohbet ederken 1940'lı yılların Türkiye'sindeki köy yaşantısı konusunda bilgiler edinmeye çalışıyordum. Bir ara şöyle sordum: "Köyde Türkçe ezan okunuyor muydu?" dedim. Verdiği yanıt şu oldu: "Devlet memuru köydeyse, ezan Türkçe okunuyordu. Köyde devlet memuru yoksa, köy girişine bir nöbetçi konularak ezan eski haliyle (Arapça) okunuyordu. Ezan bitince büyüklerimiz 'hah şimdi hakiki ezanımız okundu' derler ve namaza başlarlardı" dedi.
Burada kısaca bir düşünelim…
Türk insanı ezanın Türkçe okunmasını niçin sahiplenmemiştir? Bu konuda şu tarihi gerçeği görmek zorundayız. Tanrı'nın Araplar'a; Kur'an'ı "Anlayasınız diye dilinizde gönderdim" demesine karşın, 'Türkçe konuşan ve Türkçe anlayan insanların' iman dilinin yüzyıllar boyu Arapça olması tuhaflığı yaşandı; ve hâlâ da yaşanıyor! Bu nedenlidir ki Türk insanı, Türkçe ezanı 'ezan' yerine koymadı! Sadece namaza çağrı; olan ezanın Türkçe okunmasını dine, saldırı olarak algıladı. Türk insanının Türkçe ezana sahip çıkmamasının nedeni, din konusunda Arapça söylenen her şey 'kutsaldır' sezgisidir!
Sezgi önemli… Ruh bilinci (Ruhî şuur) önemli…
İslam dinini sadece kolay, basit 'simgelerle' tanımlama gayreti dehşet bir durumdur. Böyle bir durumda, gerçek din, bir anlamda unutulup; şekiller, semboller, biçimler öne çıkmaktadır. Sözgelimi, insanın huzurunu, güzel ahlâkını besleyen, koruyan pek çok Tanrı buyruğu ve Peygamber sözü varken; İslam'ı bir-iki kolay sembolle tanımlamaya çalışmak, zor olan özden kaçışın bir ifadesidir.
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir", "Müslüman'ın malı ortaktır", "İki günü birbirine eşit olan zarardadır", "İşçinin ücretini alnının teri kurumadan veriniz" gibi Peygamber sözlerini; veya "Maun Suresi" sinde ifade edilen; insanın yüceltilmesine, yoksulun korunmasına yönelik Tanrı'nın buyruğunu, topluma yayma yarışı hiç yok! Basında, kamuoyunda bunlar tartışılmıyor. Pekiyi ne konuşuluyor? Başörtüsü konuşuluyor… Veya Osmanlı'nın toplumu yönetmek için yüzyıllar boyu yaptığı gibi; sadece Peygamber 'sünneti' ve bir toplantı yeri olan Cami'ye 'Allah'ın evi' sıfatı yapıştırılarak, toplum acımasızca yönetiliyor!
Açıkçası, "Allah'ın vekili olan akılın" devre dışı bırakılarak; inanan insanımız; sezgilere ve sembollere yönlendirilerek, ruh bilinciyle 'hareket etmesi' isteniyor.
Evet… Her şey ortada! Ve de demokrasinin kuralına uygun…
Diyecek bir şey yok!
Esen kalın efendim.