Zulmün kaynakları
Zulmün ilk ve esas kaynağı zalimin kendisidir. Zalim, zulme istidatlı olduğu için, nefsi zulmetmek duygusuyla dolu olduğu için zalimdir. Kibrini, tahakküm duygusunu göstermek istediği için zalimdir. “En büyük de benim, en karizmatik olan da benim, en kabadayısı da benim” böbürlenmelerinde ifadesini bulan nefsani arzularını tatmin etmek için zalimdir. İnandığını sandığı yaratıcıdan sık sık bahsetse de, mensup olduğunu sandığı dine sık sık atıflarda bulunsa da nefsindeki şeytani azap ve işkence duygularına gem vuramadığı için zalimdir. Meydanlarda, salonlarda, balkonlarda zaman zaman sesine yumuşaklık ve kendine göre bir tatlılık verip herkesi kucakladığını söyleyerek konuşsa da beynindeki karanlık labirentlerden kurtulamadığı için zalimdir. İnandığını düşündüğü ideolojinin fanatik bir yobazı olduğu için zalimdir.
Zulmün ikinci kaynağı, zalimin çevresindeki pohpohçular, yağdanlıklar ve kemik yalayıcılardır. Onlar ellerini ovuşturarak, dillerini şapırdatarak, kalemlerini cilalayarak, bilgisayar tuşlarını hacı yağı ile yağlayarak zalimin nefsindeki zulüm şehvetini azdırırlar. “Ağamsın, paşamsın, velisin, nebisin” diyerek, “agam izin ver de sana dokunayım, sevabım artsın” diyerek zalimin beyin kıvrımlarına girerler ve onun benlik duygusunu, büyüklük duygusunu arşıalaya çıkarırlar.
Zulmün üçüncü kaynağı ise, paradoksal gibi görünse de, zulme uğrayanlardır. Zulme ve haksızlığa uğrayanlar, susarak, seslerini çıkarmayarak, pısarak, hakaretlere aldırmayarak, eziyetlere boyun eğerek, aşağılanmalar karşısında diz çökerek zalimin zaten şişkin olan egosunu daha da şişirirler. Zalime, yaptığı hiçbir işten dolayı ceza görmeyeceği konusunda tam bir güven ve emniyet hissi verirler. Zalim bu güven duygusuyla zulmünü artırdıkça artırır.
Haksızlık ve zulüm karşısında susanlar, sinenler aslında kendilerine yapılanları hak edenlerdir. Haksızlık kendilerine değil başkalarına yapılıyor diye susanlar, yarın sıranın kendilerine geleceğini düşünmezler ama o yarın gelir. Yarın gelmezse ertesi gün gelir. Hele kendi önündekiler haksız yere tırpanlanınca kendilerine yer açılacağını düşünenler varsa onlar yarınlarını daha da çok düşünmelidirler. Belki de aynı haksızlık onlara yapılmayacaktır; ama onlar omuzlarındaki şeref ve haysiyet rütbelerini hiç şüphesiz kaybedeceklerdir. Onlar, en az zalimler kadar, en az bu zulme alkış tutanlar kadar lanetleneceklerdir. Onlar, yalnız kendi haysiyetlerini ayaklar altına aldıkları için değil, bulundukları makam ve mevkiin değerini düşürdükleri için de lanetleneceklerdir. İçinde bulundukları kurumun itibarını düşürdükleri için de lanetleneceklerdir. Fanatik bir yobazlık karşısında sus pus oturanlar şandan ve şereften bahsedemezler; tarihi şan ve şereflerle dolu kurumların vebalini kaldıramazlar.
Bu işler arkadaş toplantılarında sövüp saymakla çözülemez. Bu işler diş gıcırdatmakla, homurdanmakla halledilemez. Müsaade etmeyeceksiniz. Size haksızlık yapıldığı anda karşılığını vereceksiniz. Akıbetinizi düşünmeden gerekli cevabı vereceksiniz. Dokundurmayacaksınız. Belki sizin haysiyetiniz önemli olmayabilir, ama içinde bulunduğunuz kurumun itibarı önemlidir. Dokundurmayacaksınız. Yobazın elini tutacaksınız; zalimin zulmünü haykıracaksınız; tarihin omuzlarınıza yüklediği sorumluluğun gereğini yapacaksınız. İçinizden makam düşkünleri, ikbal düşkünleri çıkabilir; silkinip atacaksınız onları; zalime de, fırsat düşkünlerine de imkân vermeyeceksiniz. Bir kere dokundurdunuz mu biliniz ki dokunulmadık yeriniz kalmaz. Zalimin iştahını bir kere kabarttınız mı biliniz ki artık onu durduramazsınız. Hele hele... Şehvet hâline gelmiş bir zulümle iflah olmaz bir cehalet ve ıslahı mümkün olmayan bir cür’etkârlık bir araya gelirse bunun önünü asla alamazsınız. Evet, zalimi azdıran kaynaklardan biri de mazlumlar ve haksızlığa uğrayanlardır. Onlar susup direnmedikçe, karşı koymadıkça zalimin zulmü devam edecektir.