Çocukluk yıllarımın, sevdiğim bir şarkısı, "Nerden başlasam, nasıl anlatsam..." sözleriyle başlar.
Hazin ve müstesna bir aşk hikâyesini anlatır.
Ben ise günlerdir, Türkiye'yi şoke eden hadise ve yetkililerin bunlara karşı verdiği akla ziyan tepkileri gördükçe yazmak istiyorum. Ama bir yandan da nerden başlayacağımı ve bu vahim hadise karşısında hangi kelimeleri seçip kullanacağımı şaşırıyorum. Evet, "Nerden başlasam, nasıl anlatsam..." Zira, zedelenen hak ve adalet duygusundan dolayı içimdeki infiali ifade edecek sözleri bulmakta zorlanıyor, kelimelerin kifâyetsiz kalacağını hissediyorum.
***
Bir hastahane…
Adı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastahanesi…
O koca Sultan'ın adının, gösterişle verildiği bu hastahaneye 2017'nin ilk 5 ayında 115 hamile çocuğun başvurduğu ve bunun polise bildirilmediği ortaya çıktı.
Pek çoğunuzun da bildiği gibi bu durum vaziyetin vahametine dayanamayan bir hanım sosyal hizmet görevlisinin yetkililere bildirmesiyle anlaşıldı.
Fakat bu cesur kadın mükâfat(!) olarak başka bir yere sürüldü.
Olay dallanıp budaklanmaya başlayınca, yetkililer mecburen ortaya çıktılar.
Başta sayın vali -ki önceden bu şikâyeti reddetmişti- asla devlet ve görev ciddiyeti ile bağdaşmadığını düşündüğüm bir açıklama yaptı.
İbretle izledim. Daha önce geri gönderdiği şikâyet için tekrar başvurabilirler diyor ve kimseye faydası olmayan hukuki detaydan başka bir şey söyleyemiyordu.
Sağlık Bakanı ise, "Bu bir sosyal problem" diyerek topu taca atıyordu.
En sonunda ise Âile ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanı, hastahaneyi teşrif etti.
Ne dedi beğenirsiniz?
"Durum kontrolümüz altındadır"
Güler misin ağlar mısın?
Sayın Hanımefendi, atı alan Üsküdar'ı geçmiş, 2017'den beri çoğu akrabaları tarafından hamile bırakılan ve bir kısmı da Suriyeli 115 çocuk mağdur edilmiş..
Olayı ihbar eden duyarlı görevli âdetâ hain ilan edilerek, sürülmüş...
Bundan sonra kontrol altına alınsa ne olur, alınmasa ne olur?
Daha da önemlisi diğer hastahanelerde benzer olayların yaşanmadığından emin olabilir miyiz?
Her yerde o cesur kadın gibi elini taşın altına sokmaktan çekinmeyecek bir görevli olmayabilir.
Üstelik bu kurumlara belli aralıklarla müfettiş gönderilmez mi, kayıtlar incelenmez mi?
İncelenseydi herhalde vahamet, bu boyuta ulaşmadan ortaya çıkarılıp gerekli önlemler alınmış olurdu.
Ancak, artık görevliler de iktidarın çizdiği dairenin dışına çıkamamakta, gerçekleri değil onların izin verdiklerini dillendirilebilmektedirler.
İçinde bir nebze Allah korkusu, hakikat sevgisi, işine saygısı olan herhangi bir yetkilinin, bu manzara karşısında hiç tereddüt etmeden istifayı basıp milletinden özür dilemesi beklenir… Bu sayın yetkililere düşen de budur; zorunlu değil gerekli istifa… Yoksa tüyü bitmemiş yetim ve günahsız çocukların vebalini sadece bu dünyada değil, Âhırette de taşıyacaklarından herhalde haberdardırlar...