Zihniyet'teki kokuşma üzerine
Asıl kokuşma ‘zihniyet’te. Şöyle: Zihniyet demek, varlığı, dünyayı anlama, ihâta etme, kavrama, yorumlama ve dahi, “duruş” , yâni ahlâk demektir ve temeli de hesap-kitap. Şimdi bu kısa girizgâhtan ba’de, gelelim şu mâhut su mes’elesine. Ankara’nın ve İstanbul’un yekûn nüfûsu üç aşağı beş yukarı yirmi milyon - yâni Yunanistan ve Bulgaristan’ın tamâmı - ve yekûn su revervi de yine üç aşağı beş yukarı bir yıllık. Hesap-kitabın yeri ve ehemmiyeti şurada: Bu iki şehirde bir yıl sürecek amansız bir kuraklık, ya da meselâ bir deprem vukuunda mevcut barajların birinde veya birkaçında ciddî hasarlar olması durumunda bu yirmi milyon insana neler olur ve bu yirmi milyon insan ne yapar? Bu yirmi milyon insana çokşey olur ve yine bu yirmi milyon insan hiçbirşey yapmaz, onlar için de hiçbir şey yapılamaz. Ne taşıma su, ne göç, ne - tabiî ki salgın hastalık da olabilecektir - karantina; hiçbir şey. Sâdece bu yirmi milyon insan mı? Bu iki şehir - ama bilhassa İstanbul - Türkiye demektir ve dahi böyle bir felâket Türkiye’nin iktisâdî ve siyâsî olarak belinin kırılması da demektir. Öyleyse ne yapılmalı? Uzun-uzun düşünülmüş ve sağlam iktisâdî kaynaklara - nerede onlar? - bağlanmış ciddî bir master plan ve tabiî ki uygulama.
Ancak dejenere Şark zihniyeti için böyle şeyler anlamsızdır: “Olmaz bişey” ; ya olursa? Cevap yok! “Allah büyüktür”; âmennâ ve saddaknâ, ama kullar küçük, birâder; n’olacak? Cevap yok. “Yaparız elbet bişeyler” . Ne yaparsınız? Yine cevap yok.
Zihniyet kokuşmasının bir başka ayağı - kokmuş ayağı - ise, alta değil üste, görünmeyen ama temele değil, tâlî ve fürûattan, yâni, görünene öncelik vermek. Tıpkı fizik kitabına para vermekten imtinâ ederken lüks cep telefonu taşıyan “fizikçi” adayı talebe müsveddesi gibi; o da kendince haklı, çünkü cep telefonu görünüyor ve yien haklı, çünkü kitabı olan da olmayan da diploma alıyor nasıl olsa.
Zihniyet kokuşmasının bir başka ayağı da - belki de en müstekreh kokuşmuşluk burada - “ahlâk”ta. Şöyle yâni: Bâzı medya organları, birkaç gündür Melih Gökçek’e salvo atışı yapıyor, handiyse demediğini bırakmıyor. Bu konuda en şiddetli şekilde yüklenenlerden Radikal’den Murat Yetkin’in bir yazısının giriş kısmını iktibas edelim, ibret-i âlem için [“Susuzluk, Gerilim, Öfke”., 8 Ağustos 2007, Çarşamba, s.6]:
Belediye Başkanı Melih Gökçek, 22 Temmuz seçimine aldırmadan su kesintilerine diyelim mayıs ayında ve makul düzeyde başlamış olsaydı, bugün bu felaket durumla karşılaşır mıydık? Yanıt hayır. Yetkililer Ankara’ya su sağlayan barajlardaki doluluğun yüzde 10’un altına düştüğü alarmını verirken Gökçek, İslam ülkeleri belediye başkanlarına ‘Avrupa başkenti Ankara’da’ konferans düzenliyor ve refüjler itfaiye hortumlarıyla sulanıyordu. Tek önlem, vatandaşlara bahçe sulama yasağı getirmek ve bahçe sulama suyunu parayla satmaktı. Kesinti, barajlardaki doluluk yüzde 5’e inince başladı; seçim geride kalmış, AK Parti Ankara’da rekor oy almıştı.
Çok güzel ve çok doğru, sayın Yetkin, zekîce keşfiniz için de tebrikler; Sayın Gökçek tabiî ki buyurduğunuz gibi yaptı: “Partimiz her şeyden mühimdir; şimdi sırası mı su kesmenin, hele seçimler geçsin, nasıl olsa vatandaşın yapacağı birşeyler kalmaz ve nasıl olsa biz de bişiycikler yaparız”. Lâkin, sizin halk dostu muhterem gazeteniz niçin bu celâdetli neşriyâtını seçimlerden önceki dönemde ihmâl etti, niçin günlerce, Ankara’nın bir Kerbelâ felâketine doğru gittiğini sürmanşet yapmadı, niçin kamouyu oluşturarak baskı yaratmaya teşebbüs etmedi?
Gülüyorsunuz tabiî; sebep o kadar âşikâr ki: “Sırası mı kardeşim şimdi, tam da seçimlerin en kızışmış zamanında; hele seçimler bir geçiversin, ondan sonra majestelerinin muhâlefeti olarak yaparız biz de bişiycikler”.
İşte kokuşmuş zihniyet bu.
Son bir not: Kızılırmak’tan Ankara’ya, Melen’den İstanbul’a su gelirse bilmem kaç yıllık ‘su sorunu’ kalkacakmış; bence pek inandırıcı değil: Daha birkaç yıl evvel, İstanbul’un bu hâliyle 2023’e kadar ‘su sorunu’nun kalmadığının da îlân edildiğini hâtırlayan var mı?
Ve en son not: Yeni haberlere göre, asıl kuraklık 2009’da gelecek deniyor. Acaba hesabı-kitabı yapılıyor mu bir yerlerde bunun? Yoksa yeni masallar mı dinleyeceğiz iki sene sonra?