Hürriyeti teslimiyette aradılar.
Sadakatlerini ihanetle ortaya koydular.
İşgali alkışlayıp, direnişin "kafasını ezmeye" çalıştılar; en namert, en alçak yöntemlerle hem de.
"Hilafet"i "Haçlı"nın oyuncağı, "Hanedan-ı Osman"ı "majestelerinin" kuklası yaptılar.
Satılıktılar; kullanılıp atıldılar.
Türk, küllerinden doğup, savaşarak kazandığı egemenliğini ilan ederken bütün dünyaya; onlar Türk'ü hapsetmeye çalıştıkları kör kuyularda birer sığıntı, birer aciz, birer zavallı olarak verdiler son nefeslerini dünyanın dört bir yanında.
Ama…
Her düşünceye, her inanca, her aidiyete saçtıkları o zehir, attıkları "ithal" tohum kök salmıştı bir kere. Bugün de, arsız bir sarmaşık gibi yeni kollar vererek sürdürüyor kuşatmasını sinsice…
Bu defa yolculuğumuz "inlerine" değil, Cumhuriyet'i zehirli bir sarmaşık gibi saranların "köklerine"; "İngiliz Muhipleri"ne…
---
BİTMEYEN ŞİRK: ŞEFAAT YA LONDRA!
--
En son "23 Nisan" vesilesiyle zuhur etmişlerdi; malum "19 Mayıs"a karşı da hiç boş değiller, biri "Ulusal Egemenlik"in ise diğeri de Türk Milleti'nin egemenliği kazanana kadar verdiği "Kurtuluş Savaşı"nın doğum tarihi… Dolayısıyla, eli kulağındadır; birkaç güne boşaltıma başlarlar yine dinleri haline getirdikleri kinlerini.
"Türkiye Cumhuriyeti, zamanın dünya hakimi İngiltere'nin projesi"ymiş de…
"Mustafa Kemal'in, Samsun'a gönderilmesini sağlayan İngiltere"ymiş de…
İLİKLERİNE KADAR İŞLEMİŞ
Nasıl işlemişse artık benliklerine, sözüm ona düşmanlaştırırken bile yüceltmekten alamıyorlar kendilerini İngiltere'yi; "Dünya hakimi!.."
Mustafa Kemal'i "ihanet"le suçlamak üzere, senaryo gereği bile yakıştıramıyorlar saltanata "hürriyet"i! "Gönderilmesini İngiltere sağladı" diyerek,"devlet-i aliyyenin bekaası"nı kurtarmakla görevlendireceği subayın seçimini bile, İngiltere'nin talimatıyla yapacak denli kuklalaştığını itiraf ediyorlar sarayın aslında!
Tarih böyle bir zavallılığı kaydetmemiştir!
Damat Ferit
BEŞ BENZEMEZİN DERİN BAĞI
Teslimiyetin ve işbirlikçiliğin bu derecesinin kaynağı soyları, sopları desem…
Ermenilerle Kürtler doğuda birbirlerini doğrarlarken, İstanbul'da birlikte kuramazlardı Beyazıt Meydanı'na "İttihatçıları sallandıracakları" darağaçlarını!
Dinleri, imanları desem…
Camileri ateşe veren Yunanlıları "hilafet ordusunun askerleri" diye sahiplenemez, "bize de, bize de" diye davet edemezlerdi kendi şehirlerine!
Ecdada bağlılıkları, o dillere destan "Osmanlı"lıkları olsa sebep…
Ertuğrul Gazi türbesi değil miydi, "keşke kazansaydı" dedikleri Yunan ordusunun Söğüt'te ilk hücum ettiği!
İngiliz askerleri, "Osmanlı" kimlikleriyle özdeşleştirdikleri feslerini, sarıklarını, kafalarından çekip ayaklarının altına alıyor, sonra da tepine tepine dans ediyorlardı üstlerinde. İçlerinden biri bile, Atatürk'ün şapka inkılabına gösterdiği direnişin milyonda birini göstermedi o hakaretlere!
Demek ki başka bir şey vardı onları böylesine bağlayan birbirlerine…
AYNI MÜSTEMLEKE KAFASI
"İngiliz olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı" diyen Humeyni hayranlarından, "Memleketimizin hâl ve istikbalini kurtaracak yegâne çâre İngiliz himayesidir. Millet zaman geçirmeden bu himayeyi istemelidir" diyen mollalara uzanan…
"Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet yıkılırdı ne şeriat kaldırılırdı. Şeriat gelsin de isterse Türkiye batsın ben razıyım" diyen fesli meczuplardan, korkak bir tavuk gibi sığındığı Yunanistan'da "Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme/ Beni Türk Milletinden addetme" diye istifanameler yazan şeyhülislamlara varan…
Karşımıza, Sevr'i kutlamak için "Haşmetlu kral ve kraliçenin şerefine" kadeh kaldıran "nazırlar", Türk'ün büyük zaferinin onuruna giymediği frakı, İngiltere kraliçesinin onuruna giyen "cumhurbaşkanları" çıkaran…
"Şark Meselesi"nin yeni hamileriyle, "PKK'ya karşı harekat yapmama, Irak'ta kurulacak Kürdistan'ı tanıma garantisi" içeren gizli anlaşmalar imzalayan bakanlardan, İngilizlerle "Kürdistan'ın teşkiline engel olmama garantisini veren" gizli anlaşmalar imzalayan sadrazamlara…
"Apo, Meclis'e girsin" çağrısında bulunan bakanlardan, Şeyh Mahmut'un "Güney Kürdistan"ında "Maarif Bakanı" olan Divan-ı Harbi Örfi üyelerine…
"Türk bayrağı bir bez parçasıdır" diyen milletvekillerinden, "400 yıldır altında yaşadığımız bayrak denilen o kırmızı paçavradan ne fayda gördünüz" diyen kaymakamlara…
"Keşke o gün savaşı kaybetseydik, belki Osmanlı'yı daha sonra yeniden kurabilirdik" diyen imamlardan, "İstiklâl Harbi vatan ve millet menfaatlarına aykırı bir savaştır" diyen yazarlara…
Ebu Gureyb zindanlarında sayısız Müslüman kadının ırzına geçen işgalcilerin "sağ-salim evlerine dönebilmeleri" için duacı olan iktidarlardan, İstanbul sokaklarında "Ayşe Fatma isteriz" nidalarıyla Müslümanların kapısına dayanan işgalcilere karşı milleti "kemal-i sükuta" çağıran iktidarlara…
Avrupa'dan, "Partilerinin kapatılmaması yönünde bildiri" yayınlayarak Türk yargısına müdahale etmeleri talebinde bulunanlardan, "İttihatçıların halli" için İngiliz Yüksek Komiserliği'yle tutuklama listeleri hazırlayanlara…
İslam ülkelerini parçalamayı amaçlayan büyük haçlı projesinin müslüman eş başkanlarından, İngiliz Sömürge İmparatorluğunun ali menfaatleri uğruna "cihad(!)" yapan halifelere…
Zübeyde Hanım'a "Genelevde çalışıyordu" iftiralarını atanlardan, Atatürk'ü "Aklı ve nesli gibi, mezhebi ve meşrebi de belli olmayan bir sergerde" diye itibarsızlaştırmaya çalışanlara…
Muhaliflerini "İttihat ve Terakki'nin izinde gitmekle" suçlayan(!), kendisini devrik padişahlarla özdeşleştirip, her fırsatta "İttihat ve Terakki bugün de faaliyettedir" diye darbe heyulaları oluşturan kafadan, "Tüm dünya için bir tek düşman vardır. İttihat ve Terakki! Başka düşman bilmiyoruz" hezeyanlarına…
Dön bugünden geri; 1900'ler, 1800'ler, 1700'ler… Hiç değişmedi; fitne, fesat, ihanet, teslimiyet, isyan, katliam ve dahi başımıza musallat olmuş ne kadar musibet varsa hepsinin İngilizlerin teşvikiyle, İngilizlerin hamiliğinde ve İngilizlerin çıkarlarına uygun şekilde tezgahlanmış olması sıradan bir tesadüfün eseri olabilir mi!
ZEHİRLİ BİR SARMAŞIK GİBİ
Tarihin farklı gün, saat ve olaylarından topladığımız bütün bu parçaları bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan "büyük resim", kimilerinin mayasını bozacak kadar derinlere kök salmış, kollarının sarmalamadığı kurum, kuruluş, inanç, değer, ideoloji kalmamış, "aziz vatanın bütün kalelerini, tersanelerini, ordularını, bilfiil her köşesini" kuşatmış zehirli bir sarmaşıkla karşı karşıya getirmiyor mu bizi?
Öyle bir sarmaşık ki, bütün aidiyetleri boğdu ve "ortak bir nefret" olarak verdi meyvesini!
Öyle ya, neydi Lloyd George'un, Atatürk'e, Amiral Calthorpe'un, Kaymakam Kemal Bey'e, Ajan Noel'in, Kara Vasıf'a tercih edilme sebebi?
Amiral Calthorpe
Hedef, "devlet-i aliyyeyi yaşatmak" idiyse, neden "İstanbul" kendisine, "kurtuluş"a çalışan Türk evlatlarını değil de, "düşman"ın "İtaatli bir ata fazla antrenman yaptırıyoruz. Daha iyisini bulamayız. Sadrazam her valiye bir İngiliz danışman atamak istiyor" diye minnetle fişlediği Damat Ferit gibileri, Sait Molla gibileri, Mustafa Sabri gibileri kalkan etti? Neden işbirlikçi Said-i Kürdilere yol verildi...
Sait Molla
Sabahattin Selek, haklı mıydı?
"Milli Mücadele", her şeyden önce "Türklüğün", "Osmanlılık" maskesi altında "İngiliz muhipliği" yapan bu zevata karşı savaşının adı mı?
Bu yüzden mi birileri hâlâ "yenilgi" addediyor Türk'ün bağımsızlığını!
Ajan Noel
Yarın: İngiliz aşkı, dedelerin miras kalmıştı