Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Armağan KULOĞLU
Armağan KULOĞLU

Zararın neresinden nasıl dönüyoruz?

Türkiye, hakkını ve ulusal çıkarlarını koruma adına, kendi doğrularını ön plana çıkaran, ülkelerin pozisyonlarını ve ittifakları dikkate almadan ve sonuçlarını hesaplamadan girişimlerde bulunduğu için, “değerli yalnızlık” olarak adlandırdığı bir dış politik ortamla karşı karşıya kalmıştır.

Bazı ülkelerle ilişkilerin bozulmasında haklı gerekçeler olabilir. Ancak sorunların yönetilememesi ve ideolojik yönlü politik anlaşmazlıklar, bu ülkeleri Türkiye’ye karşı haksız, zararlı, hatta düşmanca davranışlar içine sokmuştur. Bunun sonucunda çıkar çatışması olan ülkeler, Türkiye’ye karşı birleşip cephe oluşturmuşlardır.

Oluşan bu cephe zaman içerisinde genişlemiş, uluslararası hukuk çerçevesinde korumaya çalıştığımız ulusal hak ve menfaatlerimizi, haklı olmamamıza rağmen aleyhimize bir mecraya sürüklemiştir. Çeşitli sebeplerle hoşnut olmadığımız ülkelerin bir kısmıyla, mezhepsel, ideolojik, hatta duygusal nedenlerle temas kesilmiştir. Başta Yunanistan olmak üzere, bazı ülkeler de “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışıyla, oluşan bu durumu fırsata çevirmeye kalkmıştır.

Bunlara ekonomik sıkıntılar da eklenip, çeşitli alanlarda zararın artmasıyla, bu değerli yalnızlık politikasından dönüşler yapıp, ilişkilerinin bozulduğu ülkelerle yeniden ilişki kurmak için dış politikada keskin dönüşler yapma ihtiyacı doğmuştur. İlişkilerimizin bozulduğu ülkelerle üç yıla yakın bir süredir diyalog kurulup, üslup ve söylem değiştirilerek yeniden temas kurulmaktadır. Ancak bu ülkelere ve liderlerine karşı, bu durumdan sanki hiç geri dönülmeyecekmiş anlayışıyla sarf edilen sert ifadelerden geri dönmenin zorluğunu hissetmemek de elde değildir.

Bu mecraya sürüklenmemizin ana sebebinin, yönetimin gerekli araştırma ve istişareleri yapmadan, dış politikataki hassasiyetleri gözetmeden kendi doğruları yönünde hareket etmesi, bazı kritik durumlarda gri alan anlayışı yerine, siyah-beyaz tercihlerde bulunmasıdır. Politika ve ona göre tayin edilen stratejiler baştan yanlış olduğundan, taktik başarılar sınırlı kalmış, sadece ülkenin daha fazla olumsuz etkilenmesini önlemiştir.

Politikalar deneme-yanılma-düzeltme uygulamasıyla devam ederken, şimdi “zararın neresinden dönersek kârdır” anlayışıyla birçoğu ideolojik ve duygusal olan bu yanlış politikalarından vazgeçilip doğrusuna dönülmektedir. Diğer bir değimle “resetleme” yapılmaktadır.

İlişkilerde nereden nereye

- Doğu Akdeniz’de yaptığımız petrol ve doğal gaz araştırmalarımızı kısıtlamamız, hatta durdurmamız ABD, AB, Fransa, Almanya ve Yunanistan tarafından olumlu karşılanmış ve diyalog yollarını açılmasına başlangıç oluşturmuştur. Ancak bu durum haklılığımızdan taviz sayılabilir.

- Önce Finlandiya’nın, sonra da “katiyen olmaz” dediğimiz İsveç’in NATO üyeliğini onaylamamız, F-16 projesine olumlu yansımış, Eurofigter için yumuşama emaresine, hatta F-35’in bile gündeme gelmesine sebep olmuştur. Demek ki “katiyen” dememek gerekirmiş.

- ABD’yle ilişkilerimizi düzeltme uğruna, Karadeniz’de Rusya’yı karşımıza almamız Karadeniz’deki istikrarı bozacak, Montrö’yü sulandırabilecektir. Tehlikelidir. Buna dikkat edilmelidir. Ayrıca F-16 projesinde şartlı satışa karşı uyanık olunmasında ve buna karşı önlem alınmasında fayda görülmektedir.

- Yönetimin İhvan anlayış ve yaklaşımı, Müslüman Kardeşler’e yakınlığı ve onu desteklemesi, Mısır başta olmak üzere, BAE, Suudi Arabistan’la ilişkilerimizin bozulmasının asıl sebebidir. Bu durum Libya politikasında da sıkıntı yaratmıştır.

- BAE’yle ilişkilerimizin bozulmasının diğer bir sebebi de 15 Temmuz darbe girişiminde oynadığı rol ve FETÖ’ye verdiği destektir. Libya’da Türkiye’nin desteklediği meşru hükûmetin karşısındaki ülkelerin içinde BAE de bulunmaktadır. Libya’da TSK’nın kullandığı üsse gece yarısı yapılan meçhul hava saldırısının şaibesi hâlâ üzerindedir.

Özellikle ekonomik sıkıntılar nedeniyle kurulan temaslar sonucunda ilişkilerde düzelme olmuş, ancak yatırım adı altındaki ekonomik anlaşmaların, fabrika kurarak üretime ve istihdama katkı sağlamak yerine millî tesis ve arazilerimizin satılarak taze para temin etme yönünde olduğu görülmüştür. Bu konuda verilen tavizlerin imtiyaza dönüşme temayülü göstermesi sıkıntı yaratabilir.

- S.Arabistan’la ilişkilerimizin bozulmasının bir sebebi de Kaşıkçı cinayeti konusudur. Ekonomik ve bölgesel sıkıntıların giderilmesine imkân sağlamak için yeniden diyalog kurularak ilişkiler düzeltilmiştir. “Olmaz” denilen konunun dosyası bile gönderilmiştir.

- Mısır’la ilişkilerin bozulmasının ana sebebi; Türkiye yönetimi, İhvan/Müslüman Kardeşler’e yakınlık duyarken, onlara Türkiye’de çeşitli imkânlar tanımışken, Suriye, Filistin, Mısır, Libya hattında İhvan/Müslüman Kardeşler rejimlerinin etkin olmasını ve bu coğrafyada da lider konumunda olmayı arzu etmekteyken, Mursi yönetiminin Sisi tarafından darbeyle sonlandırılmasına gösterilen şiddetli tepkisidir. İktidar olan Sisi yönetimini, ABD başta Batı ve bölge ülkelerinin tanıması ve ilişki kurmasına rağmen onunla teması tamamen kesmesidir.

Ancak Doğu Akdeniz’de aleyhimizde gelişmelerin filizlenmesi, Mısır’ın Orta Doğu, Körfez ülkeleri ve Arap dünyası üzerinde etkin bir ülke konumunda olması ve bu durumun ekonomiye olan olumsuz etkilerinin ortaya çıkması, Türkiye’nin Mısır’la ilişkilerini yeniden tesis etmesini gerekli hâle getirmiştir. Yapılan temaslar semeresini vermiş ve Cumhurbaşkanı’nın Mısır’ı ziyaretiyle bu ülkeyle yeni bir sayfa açılmıştır. Oldukça fazla zaman kaybedilmesine rağmen zarardan dönülmüş olup, ilişkilerin olumlu yönde ilerlemesi beklenmektedir. Şimdi 10 yıllık kaybı düzeltmenin sıkıntısı çekilmektedir.

- Suriye’yle ilişkilerin düzelmesi için henüz yeterli bir hava oluşmamıştır. Bunun sebebinin İran’ın gönülsüz davranışı, Rusya’nın gereken kararlılığı göstermemesi, Türkiye’nin 2011 yılından itibaren uyguladığı Suriye politikasının ve söylemlerinin yarattığı olumsuz atmosferin Suriye tarafından henüz atlatılamamış olması ve Türkiye’den daha tatmin edici güven verici yaklaşımlar beklemesidir. Bu konuda daha fazla çaba gösterilmesinde fayda görülmektedir.

- İsrail’le ilişkilerin düzelmesi ise Netanyahu yönetiminin sonlanması ve Filistin konusunun çözümünde Türkiye’nin de üzerinde durduğu şekilde bir sonuca varılması halinde ancak zamanla gerçekleşebileceği anlaşılmaktadır.

- Yunanistan konusu ise bambaşka bir durumdur. Özellikle ABD’yle ve AB’yle ilişkileri düzeltebilmek için, yeni bir diyalog süreci başlatılmış ve ilerlemektedir. Ancak ana sorunların çözümünün neredeyse imkânsız olduğunun her iki taraf da farkındadır. Karasuları, Kıta Sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge, Kıbrıs, Adaların askerîleştirilmesi ve işgalinde olumlu gelişmeler beklenmemelidir. Çünkü Türkiye’nin uluslararası ve deniz hukukuna göre öngördüğü ve haklı olduğu esaslar dışındaki her çözüm tavizdir. Bir kere verildiğinde arkası gelir. Bu konu vazgeçilemeyecek bir egemenlik meselesidir.

Diplomasi dili ve usulü önemli

- Dış politikada duygusal davranışlara, dini ideolojik yaklaşımlara yer verilmemeli, geri dönülmesi neredeyse imkânsız olan sözler sarf edilmemelidir. Her şey siyah-beyaz olarak görülmemeli, gri alanların, hatta onların tonlarının da olduğu gözardı edilmemeli, yeri ve zamanı geldiğinde manevra yapma alanı bırakılmalıdır.

- Şahsi düşünceler değil, ülke çıkarları gözetilmeli, çıkarların ne olduğu dış politika ve diplomasi uzmanlarının da katkısıyla ortak akılla tespit edilmelidir.

Yanlıştan dönülmesi memnuniyet vericidir. Ancak geç kalınmıştır. Dış politika, deneme yanılma metoduyla değil, tecrübe ve birikimle yönetilir. Hata yapma lüksü olmaz.

Yazarın Diğer Yazıları