Güneş doğma raddesine gelmişti. Harbiye Nezareti’nin yangın kulesinin bulunduğu kapıdan işgal askerleri, mitralyözler, yüklü katırlar ve hasta sedyeleri ile birlikte girip, batı kapısından geçtiler. Meğer bunlar Harbiye Nezareti’nin etrafını kuşatmakta imiş. Bir müddet sonra aynı kapıdan 200 kadar asker geri dönüp doğruca nezaret kapısına varıp durdular. Artık her yer işgal edildiğinden deva’irin teslim edilmesi için tebliğ edilen nöbetçi zabitini dışarı koğdular. Ben görmedim amma, o nöbetçi zabitinin teessüründen kolunun damarını kesmek suretiyle intihara teşebbüs ettiğini ve figânla dışarı çıktığını işittim.
Bu ameliye sırasında nezaret avlusunun her köşesine makinalı silâhları hemen kurmuşlar ve her tehlikeye karşı emniyet tedbirlerini almışlardı. Budala herifler bilmiyorlardı, mukavemet edecek bir kuvvet yoktu. Kendileri müthiş bir kuvvetin zuhurundan korkuyorlardı. Bu korku yüzünden Letafet Apartmanı’nda zavallı askerleri şehit etmişlerdi. Bu olaylar mesai zamanının başlama vaktine kadar icra edilmişti. Bu olayları yalnız ben, Ankara’daki merkezdeki vazifeliye iletiyordum ve makine başında Mustafa Kemal Paşa bekliyordu. Telgrafçı Hamit idi. İsmini böyle hatırlıyorum. Her gördüğümü yazmamı, son deme kadar makina başında durmamın emir edildiğini söyledi.
Daireye gelen memurlar bana muhabereyi bırak, senin yüzünden biz de mahvolacağız dedilerse de ben askerim, vazifemi son dakikaya kadar ifa etmeğe mecburum diye görmekte olduğum manzarayı Ankara’ya bildirdim. Benden başka kimse kalmadı, hepsi dışarıya kaçtılar. Bir müddet sonra telgrafhaneyi bastılar. ARTIK SES KES, BASILDIK dedim ve son sözüm bu oldu. Beni dipçik darbeleri ile odacının küçük odasına hapsettiler. Bu askerler Mecûsi Hint askerleri idi. Üç gün böylece hapis tutuldum, sonra telgrafhane dahilinde sorguya çekildim. İskoçyalı general olduğunu anladığım biri zayıf Türkçe ile telgraf santralına celple, bu hat nereye gider diye işaret ettiler. Bâb-ı Âli’ye, bu da (hatıratta okunamadı), bu da Aksaray’a, bu da Telgraf Nezareti’ne dedim, zaten o kadar yol vardı. Hani ya Ankara’ya giden hat diye tazyik etti ise de bu şehir dahilî telgrafnamesi olup şehir harici ile muhabere yapılmadığını söyledim. Benden başka bir Türk yoktu, yapayalnızdım. (Beyoğlu’ndaki santralden yol alınarak Ankara ile telgraf muhaberesinin yapıldığını kendileri şifahen söyledi.)
Bunlar bir heyetti, İngilizce epey konuştular, bir manga Mecûsi Hint askerî telgrafhanede bıraktılar, çavuşlarına benim için makinaya yaklaştırılmamamı emir ederek gittiler.
Bu tam bir işgaldi, bütün dâire-i askeriyye ve hatta Telgraf Nezareti’ne el koymuşlardı. Bundan sonra Anadolu ile muhabere tamamiyle kesilmişti.