Lider Arsenal’ı sahadan silen Manchester City, 2 maç eksiğiyle liderin 2 puan arkasına yerleşti.
Mannchester City 4 – Arsenal 1
Boşuna “Premier” sıfatını taşımıyor, İngiltere’nin “Süper” ligi.
Süper takımların, “süper” kadrolarının “süper” maçlarına sahne olduğu için tabii ki.
Naçizane gururla, uzun yıllar “yerinde” izlediğim bu “Harikalar Sirki”nde, şampiyonluk yarışları da bu kalitede yaşandığı için tabii ki.
Dün akşamki maça 75 puanla lig lideri olarak giren Arsenal ve 2 maç eksikle 70 puanla onun tam ensesinden gelen Manchester City arasındaki maç da bu nefes kesen oyunlardan biriydi.
Yenen çok şey kazanacak, yenilen de yarışta şansını iyice sıkıntıya sokacaktı.
Hani hep diyoruz ya: “Derbi, aynı kentin iki takımı arasında oynanan maça denir.. Ama bunun tanımı, iki süper takım arasındaki amansız yarışmalara daha çok yakışıyor” diye. İşte öyle bir maçtı izlediğimiz.
Birbirini çok yakından tanıyan ve büyük saygı duyan iki arkadaş, iki dost, iki meslektaş arasındaki bir dostane yarışmaydı aynı zamanda:
Guardiola ve Arteta...
Sahaya sürdükleri kadrolarda önemli bir sürpriz yoktu iki hocanın da. City kadrosu, Şampiyonlar Ligi’nde 2 Bayern Münih zaferinden sonra pek dokunulmamış bir 11’di Guardiola adına.
Ama City’nin kadrosunda 1 değil 2 tık, belki de 3-4 “tık” daha ileride üç isim vardı ki (İlkay, Haaland, De Bruyne) , onların başında “Bizim İlkay Gündoğan” geliyor.
Bu çocuk, İngiltere’nin ve hatta dünyanın en önemli ligilerinden birinin en önemli takımlarından birinde nasıl (hakkıyla) kaptan olabildiğini her maç daha fazla kanıtlıyor.
Bu çocuk, bir futbol takımında “oyun kuruculuğun” (play maker) ötesinde, nasıl “senaryo yazıcılığı” (script writer) olunabileceğinin, futbol kitaplarına geçecek örneklerini sergiliyor.
Ayağına topu her aldığında “Şimdi kim bilir neler yaratacak?” diyorsunuz. Belki çok iddialı bir yorum diyebilirsiniz, ama bu çocuk başka bir “Milli aidiyet” (Almanya vatandaşı olmasına rağmen, kökenini kastediyorum) taşısa, gelmiş geçmiş en büyük yıldızlar arasına girerdi. Cruyff, Zidane, Van Basten, Ronaldo, Pele, Messi, Maradona sınıfından söz ediyorum.
Siz yine de “çok iddialı” bulabilirsiniz.
Dönelim maçın pratiğine.
City karşısında bir ara “topa sahip olma ve pas sayısı” istatistiklerinde önde görünen Arsenal, her iki istatistiğin de futbolda hiç önemli olmadığını, önemli olanın “Bu paslarla ve sahip olma ile ne ürettiğinin önemi olduğunu” bir kez daha gösterdi.
İlk yarı tamamen City’nin hakimiyetinde geçerken, ilk golü erken bulmanın da özgüveni ile City maçı donmine etmeye başladı.
Kevin de Bruyne, takımın neden en önemli silahlarından biri olduğunu kanıtlayan bir gole imza attığında henüz 7’nci dakikadaydık.
Orta sahadan aldığı topu öyle bir götürdü ki, hani “Bizim Redmond’ın” yaratıcı sprintlerine benzer bir şekilde, herkes “acaba yanından koşanlardan kime verecek?” diye düşünürken, kendine yarattığı şu açısı ile kaleciyi avlayıverdi. Büyük yıldız böyle olunuyor işte.
Durumu 1-0 yaptıktan sonnra City bu sefer “baskıya” döndü. Arsenal’ı sahasından çıkarmadı. Arsenal, ilk anlamlı rakip kale önü görüntüsünü (o da set oyunu ile) verdiğinde dakika 34’tü. Daha fazla söze gerek var mı?
Haaland’ın ayağından tam 3 etkili şut, ilk yarım saatte tam 5 isabetli şut City’den geldi.
Ve kronometre 45+1 ‘de iken, City’nin öldürücü darbesi bir duran toptan geldi.
Frikikten gelen topa John Stones’un kafa vuruşu uzak direkten içeri girdiğinde, hakem önce ofsayf gerekçesi ile saymadı. VAR beklendi. Ve VAR’ın milimetrik titiz incelemesi, (VAR, işte bunun için var) adaletin yerini bulmasını sağladı. Durum 2-0 oluyor ve Arsenal için tehlike çanları, soyunma odasının kapısına doğru çalmaya başlıyordu.
Ve maçı adeta “bitiren” tayin edici gol, ikinci yarının başlarında 54’de, yine De Bruyne’den geldi. Orta sahada bir pas hatasından topu çalan Haaland, De Bruyne’ye adeta “al, götür, at” dercesine topu verdi. Bruyne de olağanüstü bir soğukkanlı vuruşla, durumu 3-0 yaptığında “Ligin kaderi” neredeyse belirleniyor gibiydi.
O andan itibaren sahada yaşanan herşey, gerginlikler, pozisyonlar, ataklar, şutlar vs. Hattâ Arsenal’ın 86’da holding’in ayağından kazandığı durumu 3-1 yapan “şeref sayısı” bile, “teferruat”tı artık.
Son saniyelerde, maç boyunca deneyip deneyip atamayan Erling Haaland, saçlarının bağını çözdükten ve “havalandırmaya” başladıktan saniyeler sonra 4’ncü golü atıp, Arsenal’ın tabutuna son çiviyi çakıyordu.
City, 2 maç eksiğiyle puanını 73’e çıkardığını, aradaki farkı da 2’ye indirdiğini o dakikada ilan ediyordu.
Arsenal’a “geçmiş olsun” mesajıydı bu skor tabelası.