Avrupa’nın en büyük kupasını, 10 Haziran günü İstanbul’da kaldırmanın hevesi içindeki iki takımın oyuncuları, yarı finalin ilk ayağı için ısınmak üzere sahaya çıktıklarında, maçı izlediğim İngiliz kanalının spikeri, atmosferi şöyle tarif etti:
“Tanrım!.. Burası tam bir katedral...”
Futbol oynamak için, içinde bulunduğunuz ortam, eğer önemli bir motivasyon faktörü ise, dünyada pek az statta bulunan bir “havası” vardır Bernabeu’nun.
Evet, “Bizim İnönü” de dahil olmak üzere, her futbolcunun hayalinde önemli mabedler vardır. Old Trafford, Camp Nou, Anfield, Giusepe Meazza, San Siro, Allianz Arena vs...
Ama, orada bir hayli maç izlemiş bir fani olarak tanıklık edebilirim ki, Santiago Bernabeu, “başka bir sınıf, başka bir kategori”dir.
Oraya giden geniş yollardan daha stada yürürken bile insanın aklından – yüreğinden “Az sonra büyük bir olayın içinde yaşayacağım. Büyük bir gösteri izleyeceğim. Tarihe tanıklık edeceğim” diye bir duygu geçer.
Yolunuz Madrid’e düşer de, fırsatını bulup bir maç izlerseniz, ne dediğimi anlayacaksınız.
Bu gece de, öyle gecelerden biriydi.
Hakemlerin para atışı sırasında karşılıklı saygı içinde duran “Sakallı Kerim” ve bizim evladımız “Sakallı İlkay” da bu duygular içinde hayatlarının en önemli maçlarından birine çıktıklarının farkındaydı. Eh bizim için de gurur vesilesiydi tabii İlkay’ın bu seviyede kim bilir kaçıncı maçına çıkıyor olması.
Real, burada kim bilir kaç yarı final kaç final oynamış, kaç kupa kazanmış, kaç zafer kutlamış, tabii kaç hayal kırıklığı da yaşamıştır? Ama, Real “Bu gezegenin en önemli takımlarından Real”, Bernabeu da “Bu gezegenin en önemli mabedlerinden” biridir.
Ama, maçın başlama vuruşundan 34’ncü dakikasına kadar, bu gece herhalde Real Madrid’i hiç böyle gören olmamıştır.
Bir aşamada kendi taraftarının ıslıklamaya başladığı bir görüntü sergileyen ev sahibi takım, adeta “Ringin bir köşesine sırtını dayamış sürekli yumruk yiyen, ellerini yüzüne kapatmış, kendini hunharca dövdüren bir boksör” gibiydi.
Manchester City, elinde avucunda ne varsa fırlatıyordu Real’e.. Abandone ettiler ev sahibi takımı.
Erling Haaland’ın bir Kevin De Bruyne’nin de birkaç kez yokladığı Real kalesi, kalecisi ve defansıyla bir hayli ecel teri döktü ilk yarıda.
Ama,34’ncü dakikada bir şeyler oldu Real’e.
Önce Kerim Benzema ilk kez rakip kaleci Ederson’ın birkaç metre yakınında tehlike yaratırken, belki de top koluna değmese “can yakmaya” bu kadar yaklaştı. Topu orada iyi alabilen bir Benzema her takımın canını yakar.
2 dakika sonra da, yine baskı altındaki Real defansı, Camavinga ve Luka Modric’in olağanüstü soğukkanlı ama süratli çıkardıkları topu Vinicius Junior’a aktardıklarında bu kadar harika bir şutu belki beklemiyorlardı bile.
Adeta bir füze yolladı Vini Jr. Kalecinin bu şiddette bir şuta yapacağı hiçbir şey yoktu.
Ev sahibi takım, taraftarını da ateşlemiş ve atmosferi “Gerçek Bernabeu atmosferine” çevirmişti.
Devre sonuna kadar gergin bir oyun ve bolca olay, bolca faule tanık oldu seyirci.
Ama ilk yarının “Yüklenme dengesi ve hücum zenginliği ile” hiç mütenasip olmayan bir skor vardı tabelada: 1-0
İkinci yarıya, biraz da “Ne oluyor beyler? Haydi!..” ruhu ile çıkan Real, dengeyi değiştirdi. Kanatları da, ortadaki gücünü de daha iyi kullanmaya başlayan ev sahibi takım, topu ileride tehlikeli adamları ile daha sık buluşturmaya başladı. Birkaç kez şut girişimlerinde “Penaltı” diye yedek kulubesini ve tribünleri ayağa kaldıracak girişimleri de oldu.
Ama, 67’de Grealish’in, İlkay ile yardımlaşarak getirdiği harika bir top vardı. İlkay, hep söylediğimiz gibi “Maç senaryosu yazacak yetenekte” hareketlerinden birini yaparak, topu De Bruyne’ye aktardığında, ona Real kalesine bir roket yollamak kalıyordu.
Öyle bir vurdu ki, ilk yarıda Vini Jr’ın vuruşuna adeta nazire yaptı.
“Sen yaparsın da ben yapamam mı?” dedi Belçikalı.
Durum 1-1’e eşitlendikten sonra, daha dengeli ama maçın sonlarına doğru Real’in biraz da “çaresiz” yüklenmelerine tanık olduk.
Ama tüm çabalar nafileydi.
İlahlar, bu yarı finalin sonucunun Manchester’da, Etihad Stadı’nda belirlenmesini istemişti.
(Zafer Arapkirli)