Yürek mi yediniz be biraderler...
Klavyeye, internete direndiğim günlerde yazıları ile tanıştım onlarla... Odatv... Ankaralı gazetecilerin "Baba" dediği, merhum Ünal İnanç'ın evi ya da vakfında tanışmıştım Soner Yalçın ile... O yıllar en fazla seyredilen "5N1K"nın yapımcıları arasındaydı. Bir de çoğunluğun unuttuğu ancak bende iz bırakan ünlü dizilerin "konsept danışmanlığı"nı yürütüyordu. Günümüzde; 15 Temmuz'un öncesinde ve sonrasında "gaz alma" ya da "sanal intikam" duygularını tatminlerin provasının yapıldığı dönemde; Ortadoğu'daki mezhep çatışmalarına dikkat çeken "Sağır Oda" üzerine kısıtlı vakitle sohbetimiz olmuştu. Soner Yalçın ısrarla "Asıl bizim, Biz Oradaydık belgesellerini izleyin" önerisine kulak verip takip ettim, müthişti... Derken; Ergenekon kumpası başladı. Türkiye'nin önemli bölümü susmuş, pısmış, teslim olmuşken biz; "Erkenekon" adının "Türkün mukavemet gücünün kırılması için özel bir organizasyon" olduğunu bilerek işaret fişeğini patlattık. Ardımızdaki sözde "Milli" kuruluşların çoğunluğu duramadı bile. İdeolojik anlamda dünya görüşlerimizde farklılıklar olan Odatv'nin "kumpasın izini sürecek Türk Milletini aydınlatma gayretleri" esnasında yalnız kaldık. Bir kaç bireysel çabanın yanında "Odatv" kurumsal olarak kumpasın izini sürerek sevgili dostum Mustafa Dönmez'in başına örülmek istenen "Zir Vadisi ve Sapanca aramaları"nı faş ederek tarihi bir görev üstlendi. FETÖ'nün polis ve yargıdaki hakimiyetini bile bile o görüntüleri ham ve montajsız haliyle yayınlamak için "yürek" gerekiyordu. Gazetecilik mesleğinin namusuna inanan "iki delikanlı" bu görevi üstlenirken aynı sabah evlerinin örgütün hakimiyet kurduğu emniyet teşkilatı tarafından basılacağını göze alarak yayınladılar. Nitekim o sabah evleri basıldı. Aynı görüntüler çeşitli ajans ve pek (!) şöhretli gazetecilere de servis edilmişti. Kimse cesaret edemedi. Barışlar, "zarf üzerinde mermi gönderilen Soner Yalçın'a danışıp bunun haber değeri var" inancıyla yayınlayıp, inandıkları, mensubiyetiyle onur duydukları halkı aydınlatmanın mutluluğu ile başlarını huzur ile yastığa koyup uykuya çekilmişlerdi. Kapılarını sütçü ya da apartman görevlisi yerine "polis" çalıp, alıp götürdü onları... Şimdileri kimilerinin hoşuna gidiyor da, o yıllarda o kasetleri yayınlamak için "mangal gibi yürek" gerekiyordu. Gereğini yaptılar. Bedelini hayatlarının baharında 2 yıl yatmakla da ödediler...
Bir dönemin "inançlı çocukları" diyerek bazılarına sahip çıktığı halde gidişatın "uluslararası istihbarat örgütlerinin koordinasyonu" olduğunun farkına varan ve en son mermisini namluya sürüp "Haliç'deki Simonları" yazan Hanifi Avcı'nın da kitabının baskısının üzerinden 3-5 gün geçmeden tutuklanması "tüy dikti" operasyonculara... Bugün kendilerini "önemsetme" adına "vatanperver" kesilenlerin cemazül evvelini biliriz. "MİT-Gladyo-Tetikçiler" teranesi ile bu ülkenin gerçek kahramanlarını yayınlarında "hedef" gösterenlerin arasında "Kaşif Kozinoğlu" gibi, tanımakla onur duyduğum "Kuvvacı"lar vardı. Her olay bir yazıya sığmıyor. Ünal İnanç bu defa Odatv'nin Ankara Temsilcisi, film ve roman eleştirmeni, çevirmeni Mümtaz İdil ile buluşturdu beni. Kanserin son aşamasında pipoyu elden bırakmıyor, su yolu yaptığım "Silivri Duruşmaları"nı direkt ona yazıyorum. Bu esnada ufak tefek müstear isimlerle vaziyeti yazdım ve yayınladı. Nihat Genç ile önce Halk tv ardından beş para almadan "Ulusal Kanal"da programa başlayıp, "Silivri Portleri"ni tanıttık. "Sessiz Çığlıklar" ve finalinde "Adalet Nöbeti"nde görev aldık... Atila Sertel ile beraber "Silivri Görüşleri"ni düzenlerken, Soner'de Barışlar'da tahliye olduğu halde dönüp yeniden kalan "Silivri kadroları"nın sesini duyurmak için haftalık, aylık görüşlerin peşine düştük. Lafı uzatmayalım. Barış'lar tam da içerideyken "lisan" bilgileri ile "Wikileaks" belgelerini yayınladı. Soner tahliye olduğu halde her duruşmayı ve serbest görüşleri takip etti. Neler yazdı neler...
Anadolumuzun güzel deyimleri vardır. Cesur, pervasız, kahraman delikanlıları için "Aslanım siz yürek mi yediniz!" derler. İki güzel Barış... Yürek yemişler belli! Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcısından, Anayasa Mahkemesi Üyelerine, Sayıştaycılardan, Bakanlar, Milletvekilleri, Belediye Başkanları, kimsenin dokunamayacağı sanılan "Holding Patronları" ve dahası "İktidar elki" yüzünden "dokunulmazlık zırhı" hisseden her birine "gider" yapmışlar. Kıskanmadım. İnanın... Gıpta ettim... Benim yazdıklarımı yayınlamaya cesaret edemeyen yayınevlerinin yöneticilerine de "ince selam" gönderiyorum!.. "Metastaz" her kesmin "başucu eseri" olmalı...
Hazır 31 Mert seçimleri yaklaşmışken "başka delile" de bence gerek yok. "Vay be! Yürek mi yediniz biraderler" diyerek Barış Pehlivan ve Terkoğlu'nun pak alınlarından öpüyorum!