Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

Yunanistan'da üç Türk...

Sevgili okuyucum; kendi ailemle ilgili, sizlere çok ilginç bir aile macerası anlatacağım...

Tekirdağ'da öğretmen olan oğlumu gelinimi ve torunlarımı görmek için eşimle uçakla Tekirdağ'a gittik... Oğlum ve gelinim bizi sevinçle karşıladı. Eve vardığımızda, sohbet ederken, ben iç çekerek ah, ah! Dedim.

Benim iç çekişimi gören oğlum "Hayırdır baba canını sıkan nedir?" dedi. "Evladım, önemli değil" dedimse de, ikna edemedim ve zihnimdeki gerçeği açıkça şöyle söyledim:

"Oğlum, benim sıkıntım farklı, hatta çok tuhaf da bulabilirsin deyince" oğlum da; Baba nedir dedi. Ben de ; "Oğlum ben ölmeden önce, Atatürk'ün Selanik'te yaşadığı yerleri görmek istiyorum" dedim.

Bu sözümü duyunca, öğretmen oğlum Kutalmış Tonyukuk Yılmaz hemen harekete geçti. Aracının yurt dışı çıkışı için gerekli işlemlerini yaptırdı. İki gün sonra sabah yola çıkarak, Yeşil pasaportlarımızla, İpsala sınır kapımıza geldik. Türk gümrüğü polis noktası, Yunan sınırı ve Yunanistan polis noktası kontrolü, otoban üzerinden de ilk önce Dedeağaç, sonra Kavala, yukarda Dırama son olarak, toplam 430 km'lik kara yolculuğuyla güzel Selanik'imize ulaştık.

Selanik'e varır varmaz ilk durağımız, Ulu önderimiz Mareşal Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk'ümüzün dünyaya gözlerini açtığı, Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahâne Caddesi'ndeki o güzel evi ziyaret etmek oldu.

Avludan içeriye girdiğimizde bizi ilk karşılayan Atatürk'ümüzün babası Alirıza Bey'in diktiği ve mevsiminde hâlâ meyvesini veren, Türk Konsolosluğumuzun ilgisi ve denetimi altında olan zamanın tek canlı şahidi o güzelim nar ağacı oldu.

Evin orta katına çıkan ve zamanında dünyayı dize getiren bir adamın, küçük, narin ayaklarını taşıyan merdivenden balkona çıktık. Çift kapılı girişten sonra kendimizi evin içinde bulduk. Hemen sola döndüğümüzde, evin mutfağında küçük Mustafayı yemek yerken gördük. Bir misafiri konuk eder gibi, evin üst katından bir ses bizi yukarıya çağırıyor gibiydi. Ev muazzam bir enerjiyle kuşatılmıştı sanki. Ailemle birlikte basamakları teker teker çıkarken sese doğru yaklaşıyor gibiydik.

Ve üst kattayız...

Bir ana; 'Te bu odada doğdu', dedi. Ve kendimizi, Atatürk'ümüzün doğduğu ama pencerelerinden içeri dünyalar sığan bir küçük odada bulduk. Duvarlarına dokunduğumuzda Garp Cephesi'ni, Conk Bayırı'nı, Çanakkale'yi, Sakarya'yı, Bandırma Vapuru'nu, Erzurum'u, Sivas'ı, Samsun'u, Kuvvayi Milliye'yi, Amasya'yı, Kastamonu'yu, Hatay'ı, Mardin'i, İstanbul'u, Kocatepe'yi, İzmir'i, Afyon'u, Büyük Taarruz'u en büyük zaferleri, muhteşem devrimleri ve koca bir ülkenin adeta geleceğini gördük.

Odadaki enerji tüm ruhumuzu kuşatmıştı. Yoğun konuk ziyaretinden dolayı evin ruhunu incitmemek adına pembe boyalı evden selamla ayrıldık.

Kısa bir şehir turundan sonra, otelimize yerleştik. Ertesi sabah, kahvaltıdan hemen sonra dönüş yolunda ilk durağımız, zamanının eşkıyalarını barındıran, saklayan sisli ormanlar içinde "De bre Hasan" türküsünü dinleten dağdan, eşkıya Hasan'ın sesini duyarak, Dırama'ya indik. Dırama da bir soluk çay içiminden sonra yolumuz, Kavala oldu. 40 km'lik kısa yolculuktan sonra ulaştığımız liman kenti Kavala'da bizi yüksekliğiyle karşılayan Kavala Kalesi'nin kemerli yapısı oldu.

Tanıştığımız Yunanlı komşularımızla İngilizce Türkçe sohbet etmeye çalıştık. Biz sormadan, kiminin babaannesinin Trabzon'dan, kiminin İzmir'den, kiminin dedesinin, anneannesinin İstanbul'dan geldiğini öğrenmiş olduk. Çoğunun çat pat Türkçe biliyor olması da bizi hem düşündürdü, hem de memnun etti.

Her ne kadar Türkçe konuşuyor olsalar da, insan kendi evinde hissettiği gibi olmuyordu. Hele ki iki Yunan askerinin gerilimi, bizi de germişti. Yunan topraklarında gördüğümüz kadarıyla tek Türkler bizlerdik. Bir şey olacağından değil ama içgüdüsel olarak bir an evvel ülkemize dönme isteğimiz depreşti.

Kısa ve hoş sohbetlerin ardından yemeğimizi yedik. Yaklaşık 350 km'lik yolculuktan sonra Vatan toprağımıza sağ salim ulaştık.

Esen kalın efendim.

Yazarın Diğer Yazıları